27 Şubat 2017

Çocuklarda Popülarite Arzusu

Bir gün 10 yaşındaki kızım yanıma geldi ve 'anne ben popüler olmak istiyorum' dedi. Bu konuda biraz sohbet edince isteğinin sınıfında ilgi görmek olduğunu anladım. Aslında içe kapanık, sessiz bir çocuk değil ama daha fazlasını istiyordu. Herkes onu sevsin, herkes çevresinde toplansın, hepsi bir yanından çekiştirsin, sınıf başkanı olsun, birinci olsun, telefonu olsun, en güzel kıyafetler onda olsun, olsun da olsundu. 
Kendimi düşündüm ilkokul sıralarında. Biri beni fark edecek diye öndeki arkadaşımın arkasına saklanırdım. Sessiz, sedasız, ürkek çocukluğumun satır aralarında özgüven eksikliği bangır bangır bağırıyordu. Sonraki yıllarda da önde olmak, farklı olmak, dikkat çekmek benim için hep kaçınılması gereken bir durumdu. Sessizliğimi seviyordum. Beni fark edenler gerçekten benimle ilgilenenlerdi. Bugüne değin de hep böyle oldu, kendimi kimsenin gözüne sokmaya, öne çıkmaya çalışmadım. Hiç de yalnız kalmadım, çevremde hep arkadaşlarım dostlarım oldu.

Yani kızımın arzusu bana dağlar kadar yabancı bir durumdu. Nasıl popüler olunur bilmiyordum. Çocuklar sınıflarında gruplar kuruyor, gruba almalar, gruptan atmalar yaşanıyordu. Kimilerinin telefonu, kiminin fiziği, kiminin çalışkanlığı, kimilerinin yaptığı spor, kiminin ingilizcesi popüler olmalarını sağlıyordu. Bazıları çok espriliydi, hep yeni oyunlar buluyordu ondan popülerdi. Bazı çocukları ise maalesef dışlıyorlardı. Çocuk yetiştirmede ana rotamız erdemli, hakkaniyetli, iyi, dürüst insanlar yetiştirmekti. Kızımın bu isteği beni biraz üzdü. Demek çocuklarımız erken yaşlarda popüler kültürden nasiplerini almaya başlamıştı. Çocukların çoğunluğu benzer kaygılar içerisinde olabilirdi. 

Gerçekten okul sıralarında nasıl popüler olunurdu. İnternet bunda da imdada yetişiyor, popüler(yeni lugatta popi) olmak isteyenlere bin bir türlü reçete sunuyordu. Biraz daha büyüyüp, eline telefonu alanlar ise aldıkları beğeni sayısına göre popülaritelerini ölçüyorlardı. Popülarite uğruna sosyal platformlarda düşünülmeden yapılan paylaşımlar tehlikeli sonuçlar doğurabiliyordu. Şimdilik internetten uzak ve güvendeydik ama yakın zamanda internetli bir akıllı telefonları olduğunda bizim bihaber olduğumuz sosyal hesapları olduğunda neler olacaktı. 
Kızımla konuşmalarım öncelikli olarak onu anlamak üzerine oldu. Ona göre popüler kişiler; tanınan, gündemde olan, özenilen, onun gibi olmaya çalışılan, kendini diğerlerinden farklı gören kişilerdi. Popüler olmak, tam olarak çalışkanlık değil (keşke olsaydı), güzellik değil(neyse ki), havalı olmak değil, bazı özel yeteneklere sahip olmak da değil; Ancak tüm bunların karışımı olan farklı, ışığı olan, dikkat çekici bir kişi olmaktı.

Sonraki konuşmalarımızda; 
insanın kendisi olmasının önemi, 
gerçek dostlukların özellikleri, 
seni olduğun gibi seven insanların gerçek arkadaşların olduğu,
bilim, sanat ya da bir başarı ile elde edilmemiş popülaritenin aslında içi boş, sürdürülmesi zor bir durum olduğu, 
asıl olanın toplumun takdirini kazanan davranışlar olduğu, 
başkalarının beğenisine göre değil kendi doğrularına göre hareket etmek gerektiği,
sınıfımızda dışlanan arkadaşlarımız varsa onları tekrar aramıza almanın ne güzel olabileceği, 
tüm insanların farklı özellikleri ile eşsiz ve güzel oldukları, 
toplumun insandan başarıları ile söz etmesinin arzulanır olması gerektiği ve şimdi aklıma gelmeyen doğruluk, dürüstlük, saygınlık, yardımseverlik gibi kavramlardan bahsettik.

İşe yaradı mı bilmiyorum. Bazen ailemi alıp kaçıp gitmek istiyorum. Modern insanın kelepçelerinden kurtulup, bize empoze edilen bu kültüre savaş açmak, hayatımızı kolaylaştırdığı iddia edilen onca teknolojik ürünü elimin tersiyle itip, mümkün olduğunca doğal bir hayata dönebilmek. Yazması ne kadar kolay, yapması ise neredeyse imkansız...

Görseller: Nicoletta Ceccoli

21 Şubat 2017

Neşe'Dert'Aşk

NEŞE'DERT'AŞK | ANKARA DT
1 perde | 1 saat 30 dakika
Yazan : ŞİRİN AKTEMUR TOPRAK | | Yöneten : UMUT TOPRAK | MÜZİK : NEŞET ERTAŞ

KONU : En kutsal günlerimizde onun sesi hep bizimledir; düğünlerimizde, aşık olduğumuzda, kederlendiğimizde, toprağımızda, hasretimizde, gönlümüzde… “Neşe dert aşk yazılır Neşet Ertaş okunur!”
Oyun, Neşet Ertaş’ın ailesinin ve editörü Hasan Saltık’ın izinleri ve katkılarıyla; Neşet Ertaş’ın gerçek hayat hikayesinden ve kendi türkülerinden yola çıkılarak, yazar tarafından yeni bir kurguyla kaleme alınmıştır. Neşet Ertaş bir oyuna, bir esere sığamayacak kadar engin bir hayat. Onun hayat felsefesini, insanlığını, gönlünü, sanatını, bir eserle anlatabilmek mümkün olmadığı için; bu oyunda ancak ondan esinlenerek bir sanat eseri oluşturulmaya çalışılmıştır. Onun türküleriyle büyüyen, onunla aynı bozkıra bakmış insanlarla…
Hayatının en önemli unsurlarından biri olan “aşk” teması seçilmiştir. Bu oyun Neşet Ertaş’a yakılmış bir ağıttır, bir saygı duruşudur.

Not: 
2015-2016 2. Anadolu Tiyatro ödülleri yılın en iyi projesi ödülü Neşe'Dert'Aşk 
Direklerarası Seyirci Ödülleri – En İyi Oyun Yazarı Şirin Aktemur Toprak
Direklerarası Seyirci Ödülleri – Jüri Özel Ödülü “Neşe’dert’aşk” 
Sanat Kurumu Yılın Projesi - “Neşe’dert’aşk”
Tiyatro Gazetesi Yılın En İyi Projesi - “Neşe’dert’aşk”
Türkiye Yazarlar Birliği “Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçısı” Şirin Aktemur Toprak - “Neşe’dert’aşk”

OYUNCULAR: ALPAY ULUSOY-MERT KILIÇ-UMUT TOPRAK
ÇOCUK OYUNCULAR: NEHİR GENCER-DENİZ BERK ATABEK

Üç sezondur Ankara Devlet Tiyatrolarının kapalı gişe oynayan bu oyununa gitmek sonunda nasip oldu. Oyunun adı Neşe-Dert-Aşk; Neşet Ertaş' ın adının tınısını verdiği gibi hayatının da tınısını veriyor. Bu nedenle hem çok anlamlı hem de çok yaratıcı. 
Neşet Ertaş, (d. 1938, Çiçekdağı, Kırşehir, Türkiye - ö. 25 Eylül 2012, İzmir, Türkiye), Türk halk ozanı ve halk müziği şarkıcısı. Abdallık geleneğinin son büyük temsilcisi. Yaşar Kemal, Ertaş'ı "Bozkırın Tezenesi" olarak adlandırmıştır.
Bir tiyatro eserinden çok Neşet Ertaş' ı daha yakından tanımak için güzel bir fırsat, bir anma gecesi, bir konser, bir müzikal. Bıraktığı eserlerin hikayelerini bilmek her şeyi daha anlamlı kılıyor. Neredesin Sen' i annesine yazdığını bilmiyordum örneğin.

İki anlatıcı var: İlki Alpay Ulusoy, Onu Teneke' de kasabaya gelen genç kaymakam olarak izlemiştik daha önce. Burada da şive, duruş, yürüyüş, mimikleri ile oldukça başarılıydı. Diğeri ise daha çok Neşet Baba' nın müzikal yanı Mert Kılıç, sesi ve sazı ile Küçük Tiyatroyu ağlattı. Çok güçlü bir sesti çok beğendim. Kendisi hakkında internette fazla bir bilgi edinemedim ama :)

Dekor olarak kullanılan 5 küp hareketli panel ve onlara yansıtılan dijital görüntülerin beni çok tatmin etmediğini belirtmeliyim. 
Temsilin ilk gösterimlerinde yer alan ve Neşet Ertaş' ın hayatında önemli bir rolü olan, bir çok türküsünün muhattabı Leyla karakterini görememek beni üzdü açıkçası. Anlatımda Leyla' ya sanki az değer vermiş Leyla' yı aslında sevmemiş gibi söylemlerin bulunması da şaşırttı. Oysa ben Neşet Baba' nın Leyla' ya nasıl aşık olduğunu, onunla evlenmek için babasını karşısına alıp, küstüğünü okumuştum. Hatta babası ile o dönemde yazdıkları atışmaları beni çok heyecanlandırmıştı. Almanya' ya gidişi de bir sağlık sorunu nedeni ile olmuştu. Gece hayatı, sigara, alkol onu yormuştu çünkü. Ama o kısmı da sanki söylemekten çekinmişler. Hep merak etmişimdir sanatı hücrelerine dek hissedenlerin, deha düzeyindeki bilim insanlarının sağlıklarını hiçe sayan yaşam tarzları bir tesadüf müdür?

Neşet Baba acaba izlese ne hissederdi diye düşünmekten alamadım ben kendimi. O halk ozanı o duygusal insan geçmişinin önemli taşlarının yerle yeksan olduğu böylesi eksik bir hayat hikayesi için üzülürdü bence. Onu Neşet Baba yapan kendi deyimi ile gönüllerin hizmetkarı yapan bu deneyimler değil mi?

Ve akılda kalan bir kaç cümle:


- O köyden bu köye göç ederdik taşıyacak eşyamız, malımız yoktu; taşıyacak tek yükümüz sevdamızdı. 

- Yoksulduk, elbiselerimiz yıkanınca giyecek başka bir şey olmadığı için kuruyana kadar yorganın altında titrerdik. Her şeyimiz tek, yedeği yoktu; sevdamız da tekti. 

- Kadın başkadır bizden; biz insanoğluyuz, kadın insandır. 

- Kadın ana iken verdiğini, yar iken ister. Onun için iki büyük nimetim var; biri anam, biri yarim. 

- Ben ölünce arkamdan öldü demeyin, atına binip gitti deyin.




10 Şubat 2017

Yeraltından Notlar


YERALTINDAN NOTLAR | ANKARA DT
2 perde | 2 saat
Yazan : 
FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ | Çeviren : ERGİN ALTAY Oyunlaştıran : ERDİNÇ DOĞAN | Yöneten : ERDİNÇ DOĞAN

KONU : Kendi kişiliğinin kördüğümüne dolanan yeraltı adamının mizahi çatışmaları. Aşağılanan, köleleştirilen kadın. Bir yeraltı adamı yer üstüne çıkmayı denerse neler olur? Petersburg’un bataklığından dünyaya fırlamış Bay X’in, arkadaşlarıyla, kadınlarla ve kendisiyle yaşadığı trajikomik çatışmalar. Kah gururlu kah küçük düşmeyi ister. Hem herkesi üstün görür hem küçümser. Zevk alır küçük düşmekten, zevk alır küçük düşürmekten. Zavallı bir yüce. 

OYUNCULAR : MURAT ÇİDAMLI-SUAT KARAUSTA-ASLI ARTUK ŞENER-BERK BAYKUT-PETEK OCAKÇI

Ankara Ziraat Sahnesine ilk gidişim. Sinema salonu iken tiyatroya çevrilmiş küçük çok şirin bir yer olmuş. Yeri çok merkezi, Meşrutiyet ile Mithatpaşa Caddesinin kesiştiği yerde. Tek olumsuzluğu F-G-H-I sıralarında merdiven olmaması nedeniyle koltukların alçak kalması. 
Bu arada 09.01.2017 tarihli Hürriyet Gazetesi haberine değinmek istiyorum;
Sanat Kurumu’nun 2015-2016 sezonu tiyatro ödülleri belirlendi. Atila Sav, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Gülşen Karakadıoğlu, Doç. Dr. Türel Ezici, Doç. Dr. Filiz Elmas, Prof. Dr. Deniz Bozer, İlker Çetin, Şenol Tiryaki, Nurkut İlhan, Atila Gürçay ve Murat Demirbaş’tan oluşan Tiyatro Seçici Kurulu, 11 dalda sanatçılara ve yapımlara ödül verdi...

En İyi Yönetmen Ödülü: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Yer Altından Notlar” adlı oyunuyla Erdinç Doğan’a, Tatbikat Sahnesi’nin “Hizmetliler” adlı oyunuyla Elvin Beşikçioğlu ve Binnaz Dorkip’e verildi.

En İyi Kadın Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Annemin Son Çılgınlıkları” adlı oyundaki rolü ile Aysel Çakar Kara.
En İyi Erkek Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Yer Altından Notlar” adlı oyundaki rolü ile Murat Çidamlı.
Övgüye Değer Kadın Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Çamaşırhane” adlı oyundaki rolü ile Kader İlhan.
Yeraltından Notlar ağır bir metin, oyunu izlemeden önce bir okuma yapılması faydalı olabilir. Dostoyevski gerçek hayattan kopmuş, yeraltına hapsolmuş bir memurun(Bay X ona isim vermemiş) buhranlarını kendisiyle ve dünyayla, toplumla olan çatışmalarını öyle vurucu anlatmış ki, mutlaka altını çize çize kitabı okumalıyım, üzerine derinlemesine düşünmeliyim hissiyatı yaratıyor. Hepimiz kendimizde Bay X' den çok fazla şey bulacağız.
Oyuna Murat Çidamlı imzasını atıyor. Bana Erdal Beşikçioğlu-Bir Delinin Hatıra Defteri performasını hatırlattı. Oyun boyunca hiç sahneden ayrılmadan ve hiç durmadan o uzun replikleri şaşırmadan, unutmadan, o enerjiyle, o ses kontrolü ile izleyiciye sunabilmesi hayranlık uyandırıyor. Duygusal iniş çıkışlar, keskin dönüşlerde çok başarılıydı. Unutulmayacak bir performanstı. Yardımcı oyuncular Murat Çidamlı' nın gölgesinde yardımcı oyuncu olarak kaldılar. Yalnız bir fayton sahnesi vardı ki gözlerimin önünden uzun süre gitmeyecek sanırım. Öyle başarılı, öyle eğlenceli, öyle yaratıcı hayran kalmamak mümkün değil.  

Böyle ağır bir romanı oyunlaştıran ve yönetmenliğini yapan Erdinç Doğan da ayakta bir alkışı hakediyor. 
Çarpıcı bir kaç paragrafı da buradan paylaşmak istiyorum:


'Yağmur yağarken böyle bir saray yerine, bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım. Ama kümes beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp, saray gibi görmem doğrusu. Bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz. "Evet, yaşamda tek amacımız ıslanmamak olsaydı, söylediğiniz doğru olurdu." diye cevap veriyorum size. 

'Ben, kötü bir adam değildim; daha doğrusu hiçbir şey olamadım ben: Ne aksi ne iyi, ne alçak ne namuslu, ne kahraman ne de korkak. Şimdi, kendi köşeme çekilmiş, akıllı olanların hayatta bir iş tutturamayacakları, tutturanların ise aptal oldukları gibi kin dolu ve saçma sapan avuntularla ömrümü geçiriyorum. Evet, 19. yüzyıl insanı en baştan iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun için bir zorunluluktur. Çalışkan, iradeli bir adam, dar kafalıdır.'

"Aydın, gelişmiş bir insanın, yani geleceğin insanının kendisi için yararlı olmayan bir şeyi bilerek isteyemeyeceğini, bunun matematik gibi kesin olduğunu tekrarlayacaksınız bana. Çok haklısınız. gerçekten de matematik gibi kesindir bu. oysa size yüzüncü kez söylüyorum, ama bir durum vardır, yalnızca bir durum vardır ki, insan inadına, bilinçli olarak kendisi için zararlı, aptalca olanı da isteyebilir, hattâ özellikle de en aptalca olanı... Bunu özellikle, kendisi için en aptalca olan bile olsa, istemek hakkına sahip olmak, 'kendisi için yalnızca iyiyi istemek zorunluluğunu üzerinden atmak için yapar."
“Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.”
'Kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten ızdırap mı daha iyidir?'
"Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg'da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi."
Evet, kendinizi, toplumu, yaşamı yeniden sorgulamak mı istiyorsunuz? Ya da sanata, sahneye, tiyatroya, Dostoyevski' ye doymak mı? O zaman sizi böyle alalım...




6 Şubat 2017

Şubat Tatili

Veli olarak geçirdiğim dördüncü ara tatil de öncekiler gibi hızlı ve eğlenceliydi. 
Eren geçen yıl olduğu gibi bu sene de ilk haftayı babasıyla satranç turnuvasında geçirdi.
Büyük bir sıçrama yapamasa da güzel tecrübeler ve anılarla dolu uzun soluklu bir turnuvaydı.
Oğlum bırak bu işi düşün, düşün, düşün nereye kadar diyorum. Bir maçı 3 saat sürüyor neredeyse çünkü. Olmaz anne ben illa o masaya oturucam, bırakmıycam diyor.
Ne slime'mış arkadaş. Tatilde herkese bir slime kampanyası yaptık. Deterjanlı, köpüklü, sabunlu, borakslı, borakssız her çeşidini yaptık.
Teyzemizin sayesinde wi ile tanıştık. Tabletleri bir kenara bırakmamıza neden olan wi' yi çok sevdik. Annemize nasıl aldırabiliriz diye araştırmalara başladık. 
Tabiki biraz test çözdük, azıcık kitap okuduk :) Annelerimizi kızdırmayacak kadar :)
Herkesin gittiği Moana' dan da eksik kalmadık, tiyatroya da gittik. 
Almanya'dan gelen kuzenimiz, dedemiz, anneannemiz, teyzelerimiz ile güzel vakitler, geniş kahvaltılar, kalabalık yemekler, avm alışverişleri, ipad derken tatil bitiverdi.
En güzeli kuzenlerle bir arada olmaktı. Geç yattık, geç kalktık çok mutluyduk. Pazar akşamı bizi bir stres aldı. Nasıl okullar bu kadar çabuk açılır diye. 
Okulları açılsın diye sabırsızlanan miniklere hayret ederek okulumuzun yolunu tuttuk :))))
Saygıdeğer öğretmenlerimize bol sabırlı, öğrencilere ise başarılı bir yarı yıl diliyoruz :)

4 Şubat 2017

Ödenmeyecek Ödemiyoruz -AST

OYUNCULAR:    HAKAN GÜVEN - BÜLENT YILDIRAN - MEHMET ULUSOY - NALAN GÜREŞ DEMİREL - GÖKÇEN CAVGA - ÇAĞLAR DENİZ - MELİKCAN SAPAN

Yazan: DARİO FO
Çeviren: FÜSUN DEMİREL
Yönetmen: HAKAN GÜVEN
Işık Efekt: MEHMET KIZILGÜL
Dekor: ARDA GÜLER
Aksesuar: MUSTAFA KÖSE

Oyun, İtalya varoşlarında yasam ve sınıf mücadelesi veren işçilerin karşılaştıkları güçlükleri anlatıyor. İki işçi ailesinin gündelik yaşamlarının dışında gelişen olaylar karşısında, birbirlerine ve sisteme karşı verdikleri mücadelenin komedisi...
Sürekli yükselen hayat pahalılığı karşısında varoşlarda yasayan çocuklar, yaşlılar, kadınlar, işçiler, fiyatların zamlanmasına karşı hep birlikte eski fiyatlar üzerinden alışveriş yapmaya karar veriyorlar ve "Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!" diyerek süpermarketteki yiyeceklere el koyuyorlar. 

Polis tarafından kuşatılan bir mahalle, kovalayan polisler, kaçan insanlar, aranan evler, saklanmaya çalışılan yiyecekler. Sistemi eleştiren fakat aynı zamanda sistemin kurallarını savunan bir koca karşısında, kalkıştığı eylemi savunabilmek için türlü oyunlara girişen bir kadın ve soluksuz bir kovalamaca...

Dario Fo' nun 1974' te yazdığı politik komediyi izlerken, 1963 yılında perdelerini açan Ankara Sanat Tiyatrosu' nun ilkeli duruşundan hala ödün vermediğini ve kemikleşmiş izleyici kitlesinin arasında kendimi azınlık hissetmediğimi düşündüm. İzmir Caddesinin Ihlamur Sokağındaki o güzel sahnenin koltuklarının yarısının boş olduğunu görmek ise hüzünlüydü. Böyle özel tiyatrolar desteklenmeli, daha çok izlenmeli, dolmalı taşmalı, senede sadece bir oyun değil daha çok oyun çıkarabilmeli.
7 kişilik 2 saat süren oyunda oyuncular gerçekten yüksek performans gösterdiler. Bülent Yıldıran 4 farklı karakteri canlandırırken oyunculuğunu konuşturdu. Ses tonu oldukça etkileyiciydi. Kendisi amatör olarak Halkevleri’nde tiyatroya başlamış. 1977 yılında ilk profesyonel deneyimini Öncü Sahne’de yaşamış. Daha sonra Ankara Halk Tiyatrosu, Sanat Evi, banka tiyatroları, Ali Hürol Tiyatrosu, Ankara Komedi Sahnesi, Kaktüs Kabare, Ankara Ekin Tiyatrosu gibi tiyatrolarda hem oyunculuk hem de rejisörlük yapmış. TRT ve özel televizyonlarda birçok dizi, gençlik programları, çocuk programları ve müzik-eğlence programları yapmış. Bunun yanı sıra sayısız karakere ses vermiş. Örneğin Barni Moloztaş' ın sesi ona ait. Ben de Behzat Ç. de Tahsin Amirin amiri olarak hatırlıyorum kendisini. Oyunda çok başarılıydı kesinlikle.
Mehmet Ulusoy, Hakan Güven, Nalan Güreş Demirel usta birer sanatçı olduklarını gösterdiler. Kendilerine hayran kaldım.  
Metin aralarındaki tanıdık göndermeler ile kendinizi iyi hissedeceksiniz. Ritmi, eğlencesi, komikliği yüksek, gülme garantili, düşündürme garantili bir metin ve harika oyuncularla 2 saat su gibi geçecek.
Oyuna biraz erken giderseniz AST Cafede bir bardak kahve eşliğinde İyi Kitap okumayı da ihmal etmemenizi öneririm :) İyi seyirler...