
29 Haziran 2010
kum boyama

sanal dünyadan gerçek yaşama

kendimi yapayalnız hissederken, 19 ay arayla çocuk doğuran tek anneyi kendim zannederken, aynı anda kızımın 2 yaş sendromu oğlumun kolik ağrılarıyla boğuşurken tanıdım onları... bana ne kadar iyi geldiklerini, birbirimizi ne kadar iyi anladığımızı görünce daha da sevdim, bağlandım... şimdi hem bizim hem çocuklarımızın bir çok ortak noktada buluşan, sahici birer arkadaşlığı var. onlarla birlikte, gündelik rutinlerinden haberdar olduğum, bir şey olduğunda telefonla ulaştığım, eşimin bile ismen tanıdığı, farklı şehirlerde yaşasak da ilk fırsatta görüşmeye can attığım bir grup arkadaşım daha oldu. bunun için bebekkokusu.com a teşekkürler...
blog nedir bilmezken gülay ın sayesinde tanıştım bloglarla ve yepyeni bir pencere açıldı yaşamımda... ne kadar özel insan tanıdım, yazılarını ne kadar çok sevdim ve ne kadar başarılı buldum... bir yanım yazmayı çok sevdiği için ben de istedim bir blogum olsun... başlarda biraz utangaç ve ziyaretçilere kapalı da olsa sonraları paylaşmak istedim tüm sevdiklerimle. ve oldu da, kendimi rahatça ifade ettiğim, huzur bulduğum yerim, ruhumun dışarıya açılan penceresi...
28 Haziran 2010
araba kullanmak
25 Haziran 2010
elif in çizimleri
neden

22 Haziran 2010
sünnet hakkında

öncelikle bir çok yöntem olduğunu öğrendim koter tekniği, cerrahi yöntem, çan tekniği, klamp tekniği bunlardan bazıları. sonra sünneti yapacak kişinin seçimi sünnetçi mi, ürolog mu, çocuk cerrahı mı olacak. sonra uygulanacak anestezi yöntemi genel mi, lokal mi, lokal + sedasyon mu... insanların tecrübelerini dinleyince daha çok kafam karıştı çünkü herkesin kesinlikle çok memnun kaldığı ve şiddetle tavsiye ettiği klinik, doktor, yöntem mevcut ve malesef hepsi de farklı farklıydı...


bize verilen odada biraz bekledikten sonra ameliyathaneye yakın doktorların bekleme odasına alındık. burada eren in deri altına onu sakinleştirecek daha önce görmediğim hava gibi birşey verdiler. 10-15 dk sonra eren sersemlemeye başlamıştı ve giderken ne bize baktı ne birşeye itiraz etti. onu doktorlara teslim ettikten sonraki bekleme sürecinin zorluğunu her anne baba az çok tahmin eder... ne kadar risksiz basit bir işlem olsa da hep aklımıza kötü senaryolar üşüşür, herşeyin yolunda gitmesi için dualar ederiz. eren i tekrar odaya getirdiklerinde gözleri kapalı ve henüz kendine gelmemişti... 20 dakika kadar sızlandı, kendini geriye attı. bu her vakada yaşanan ancak eren de biraz daha yoğun yaşadığımız narkozdan uyanma süreciydi. ben o zaman ne yaptık biz dedim, sapasağlam çocuğu ne hale getirdik... sonra 1,5 saat kadar uyudu, uyandığında daha sakindi. uykudan uyanır gibi gözlerini açtı, bişeyler içirmeye çalıştık ama huzursuzluğu ve ağrısı vardı. öğleden sonra eve geldik biraz daha uyudu, akşamüstü dışarıya çıkmak istedi, hep birlikte bahçeye indik. ertesi gün bandajını çıkarmak zor oldu. bol solüsyonla yumuşatmaya çalıştım ama hem flasterleri hem sargı bezini güçlükle çıkardık... neyseki herhangi bir kanama olmadı ama eren in çığlıkları yüreğimi acıttı... sargı çıktıktan sonra çişini yaparken yanma başladı ve bu şikayeti hala devam ediyor. dün izinliydim ve eren in kontrolü vardı... doktor güzel bir sünnet olduğunu herhangi bir sorun olmadığını söyledi. şu an babannesiyle. aradım, huzursuz huysuz değilmiş...
17 Haziran 2010
yeni amblem
ankara nın simgesinin kedi değil keçi olduğunu sanıyordum ayrıca bir gözü mavi diğeri yeşil olan van kedisi değilmiydi.... üzerinde "ankara" yazmasa hayatta anlaşılmaz nereye ait olduğu... acaba cami logosu istemeyenlere nankör kedi demenin ince bir yolunu mu düşündüler ya da fareleri kaçırmaya çalışıyoruz gibi bir mesaj olabilir mi içeriğinde. açıkcası görünümünden daha fazla anlam yüklemeyi istiyorum bu logoya... tarafsız bakmaya çalışıyorum ama biraz daha ankara yı çağrıştıracak birşeyler düşünülebilirdi. ben hitit güneşini geri istiyorum...
14 Haziran 2010
hafta sonundan kareler



7 Haziran 2010
hafta sonu





3 Haziran 2010
emek evim, baba evim
ne yeni yıllara girdik, ne doğumgünleri kutladık birlikte... ne kararlar aldık olağan aile toplantılarımızda... baharı bahçendeki çağla çiçeklerinden anlar, ayağımdaki kışlık botlardan kurtulmanın hafifliğiyle 4 er 5 er hızla iner çıkardım merdivenlerini...
hangimiz iz bıraktı duvarlarında... o gömme dolaplarında hangimizin eski kıyafetleri, anıları gizliydi, ranzaların, masaların altında kimlerin elyazıları vardı... onca resim onca eşya yıllar yılı birikti de birikti... atılamıyor ki, kıyılmıyor anı yüklü eşyalara...
karşı apartmanın çatısındaki güvercinler, odamdan gördüğüm nöbetçi erler, hep özendiğim o güzel teras kimlerin penceresinde manzara olacak şimdi...

2 Haziran 2010
olumsuz

hoşgeldin yaz


ellerim büyüdü avuçlarında
Herkes bıksa benden annem bana doymaz
Öper besler beni unutur kalbinde
Annem burada olsun bana bir şey olmaz
Her gün bakar bana kusurumu görmez
Günler gece olsa o ışığı sönmez
Ellerim büyüdü avuçlarında
Bi tek annem olsun bana bir şey olmaz”
karşılıksız, koşulsuz, güvenli ve yumuşacık bir sevgi annenin yavrusuna hissettiği... şartların değişimde ilk olarak çocuğunun nasıl etkileneceğini hesap eden, her birini bir diğerinden ayırt edemeyen, azıcık haksızlığa uğradığını düşündüğünde hemen savunmaya geçen, koruma içgüdüsünü ölene değin içinde saklı tutan... anne olunca daha iyi anlaşılan, kıymeti geç anlanan, kokusu unutulmayan kıymetlilerimiz... eksik olmayın, uzak durmayın, bir yere gitmeyin olur mu?