31 Mart 2019

Oyun Odası

OYUN ODASI | ANKARA DT   1 perde | 1 saat 30 dakika
Yazan : MUSTAFA KILIKCI | Yöneten : KUVVET YURDAKUL
KONU : İstanbul! Yedi tepeli şehir. Her tepesinde her gün nice suçların işlendiği, iyiliklerin ve kötülüklerin kol kola girip dans ettiği o kadim, büyülü şehir. O şehrin seçkin bir semtinde bir apartman: Hayırlı Apartmanı. Sevi Hayırlı, çok tuhaf olayların yaşandığı çok tuhaf bir gecede öldü ya da öldürüldü.
Ne mutlu ki katiller kadar kahramanlar da var. Komiser Ramazan! O iyilerin dostu, kötülerin korkulu rüyası. Adaletin ve huzurun yılmaz bekçisi.
Sevi Hayırlı cinayetini çözmek için görevlendirilen kahramanımızın elindeki ipuçları şunlardı: yarım kalmış bir sufle, kullanılmış bir şırınga, boş bir ilaç kutusu ve bir sürü ıvır zıvır!
Oyun odasına ilk kim girdi? Meşhur Palamutzade elması gerçekten var mıydı? Varsa neredeydi? Bunlar ve daha pek çok soru cevabını buluyor…
Gelinler üç kaynana bir/ Öbür dünyadan da sevilir/ Yaşamanın tam sırası/ OYUN ODASI!
OYUNCULAR
RAMAZAN :BÜLENT ÇİFTÇİ - SEVİ :MESUDE YILMAZ - SEVGİ :ÖZLEM GÜNDOĞDU - SEDAT :MEHMET ALİ TOKLU - HATİCE :GÜLÇİN YAŞAROĞLU BOYAV - SEVDA :DERYA KEYF - CANAN :SELVER KINIK ONURLU

Altındağ Tiyatrosu oyunlarına devam... Çökme Tehlikesi Var-Ezilmiş Petunyalar' dan sonra sezonun diğer oyunlarını da görmek istedik. Ve işte Oyun Odası :) Eskişehir Devlet Tiyatroları oyuncusu Mustafa Kılıkçı tarafından yazılan bu eser şu an Kulis Sanat Tiyatro topluluğu tarafından da sahneleniyor. Oyun vodvil tarzında, hareketli, eğlenceli ve komedi unsurlarının yoğun olduğu bir metne sahip. Ancak bu türde izleyiciyi memnun edebilmek sanıyorum daha zor. Hani hep güldürü sanatının zorlukları anlatılır ya bunun nedeni nitelikten ödün vermeden güldürebilmek. Ve Oyun Odası espri düzey ve kalitesinin biraz hafif kaldığını ancak salonda azımsanmayacak kadar yer kaplayan çocuk izleyiciler için (Elif ve Eren de benimleydi:) unutulmayacak bir gösteri keyfi sunduğunu söyleyebilirim en başta.
Işık tasarımı oyunda teknik olarak en dikkat çekici unsurdu benim için. Işıklandırmanın yanı sıra ses ve dekor olarak da başarılı bir çalışma olduğunu belirtmek isterim.
Oyun tanıtım metninin okunması ile başlıyor. Hayırlı apartmanında üç gelin ve bir kaynananın ruh çağırma seansı sırasında gerçekleşen ölümün; Komiser Ramazan (Bülent Çiftçi) tarafından araştırılması, soruşturulması ekseninde olaylar ilerliyor. Bülent Çiftçi' yi daha önce Felatun Bey rolü ile izlemiş ve çok başarılı bulmuştum. Burada da lokomotif oyuncuydu kendisi. Kesinlikle çok başarılı bir performans sundu. Özellikle izleyici ile kurduğu iletişim, mimikleri ve doğaçlama tepkilerinde harikaydı. İzleyiciyi kolaylıkla yakalayabilecek özel bir yetenek olduğunu düşünüyorum kendisinin. 
Özlem Gündoğdu hemşire ruh, merhumenin kız kardeşi Sevgi rolünde eğlenceliydi. Daha önce kendisi İkinci Katil, Annemin Son Çılgınlıkları ve Yeşilçam oyunlarında izlemiştim. 
Küçük gelin Canan rolü ile Selver Kınık' ı ilk kez izledim sanırım ve oldukça başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
Ortanca gelin Sevda rolü ile Derya Keyf' i de daha önce İkinci Katil ve Annemin Son Çılgınlıkları' nda izlemiştim. Yine büyük gelin Hatice rolü ile Gülçin Yaşaroğlu' nu etkileyici buldum. Oyunda yer alan diğer tüm oyuncular da oldukça deneyimli tiyatroya yıllarını vermiş başarılı sanatçılardı. 
Metin her ne kadar klişe espriler ve komikliklere yer verse de rejiye bazı alanlarda esneklik bırakmıştı ve bunun ustaca oyuna yedirilişini beğendiğimi söylemeliyim. Örneğin ''kahramanlara ihtiyaç duymayan bir toplum özlemi'' nin dile getirilişi ya da ''insanları tanıdıkça kedilere daha çok bağlandım'' replikleri umut vericiydi. Tek perde 90 dakikalık Oyun Odası' nı, 8 yaş üzeri çocuğunuzla birlikte ya da tiyatroyu mesafeli duranlara sevdirmek ya da hoşça vakit geçirmek amacıyla, beklentiyi çok yükseltmeden gidip izleyebilir, kendinize güzel bir eğlence alternatifi yaratabilirsiniz. İyi seyirler...

29 Mart 2019

Kıyamam ki Sana Ben

''Kıyamam ki sana ben.'' derdi bana hep. Aynı yaştaydık ama benden çok daha olgun ve bilinçliydi. Tüm aşırılıklarıma katlanır, şımarıklıklarımı çeker, çocukluklarımı görmezden gelirdi. Ne yaparsam yapayım onu kızdıramazdım. Bazen sınırlarını bilerek zorlar, ne zaman kızacağını bulabilmek için yaptıklarımın dozunu artırır yine de bunu başaramazdım. Bakışlarından görebildiğim sadece tevekkülle harmanlanmış bir sevgi ve hayranlıkla karışık bir zaaftı.

Annemin bana verdiği tüm işleri yapardı. Toz alma, bahçeyi süpürme, arka mahalledeki fırından ekmek alma, anneanneme yemek götürme işlerini gönüllü olarak seve seve yapar, bunları yaparken sadece yakınlarında olmamı önemserdi. Ben yanındaysam dünyanın bütün işlerini yapabileceğini düşünürdüm. Bir kabahatim olsa annemin bana kızmasına hiç müsaade etmez, tüm suçlarımı üzerine alırdı. Aramızdaki bu dile getirilmemiş gizli sözleşmeye ikimiz de sıkı sıkıya bağlıydık.
Normalde sessiz, durgun bir çocuktum. Anne ve babamın beni çok sevdiklerini bilsem de sürekli üzerimde olan gözleri, sözel eleştirileri, alaycı tavırları, despotluğa varan disiplin anlayışları içime kapanmama ve onlarla duygusal etkileşimimi minimuma indirmeme neden olmuştu. Kendimi en rahat ve olduğum gibi hissettiğim yer Rahmet' in yanıydı. Onun yanında bambaşka biri olurdum. İçime neşe böceği kaçmış gibi zıp zıp, kıpır kıpır, capcanlı... Dışarıda, beni korur, kollar, her türlü koşulda hep benim için en iyisi olsun diye çabalardı. Saklambaç oynarken önce beni en güvenli yere saklar sonra kendisi saklanırdı, o sobelenir beni sobeletmezdi, hep dondurmanın çoğunu bana denk getirir, grup oyunlarına beni güçlü takıma sokmaya çalışır, rakipsek bilerek yenilirdi bana. Bunu bilirdim, hissederdim. Belki o da bildiğimi ama ses etmediğimi anlardı. Dedim ya aramızdaki sessiz anlaşmayı kalbimizin derinliklerinde imzalamış, mühürlemiştik.

Ne güzel bir duyguydu; insanın her istediğinin yapılacağını bilmesi. Böyle koşulsuz böyle olduğu gibi sevilmesi. Aramızdaki arkadaşlığın ibresi benden yana olsa da ben de onun sevdiği ve hoşlanacağı şeyleri çok iyi bilir, onun istediği gibi olmaya çalışırdım. En çok küslük oyununu severdi. Dudaklarımı büzüp; ''Ben sana küstüm'' derdim kollarımı birbirine bağlar. Bana bakışından sevgi ve kabullenişin izlerini okurdum. ''Kıyamam ki sana ben, istediğin gibi olsun madem'' derdi. Ona hissettirmeden onu mutlu etmeye çalışmanın gizemli ve heyecanlı bir yanı vardı benim için. Verdiğim değeri açık etmek istemez gizliden gizliye sunardım istediklerini ona.

Arkadaşlığımız hiç bitmedi, Rahmet hep hayatımda oldu. Hayatımın bir kenarında köşesinde, bazen tam ortasında; fırtınalarda kaçtığım bir sığınak, aranıyorken sığındığım bir yuva, hayat beni yerlerde sürüklediğinde sıcak bir döşek oldu... Ruhum yerle yeksan olduğunda, kalbim kırıklardan yara bere içinde ve atmaya mecal bulamadığında o cümle ile iyileştirdi beni: ''A canım, kıyamam ki sana ben, gel bir çay yapayım sana en güzelinden.''
Biz büyüdük, çok büyüdük. Geriye bakıp da çocukluğumuzda hissettiklerimizin nedenlerini analiz edebilecek kadar, gençliğimizde düştüğümüz hataların bedellerini anlayabilecek kadar, keşke değmezlere verdiğim değeri hak edenlere verseydim, keşke o kıymetli olduğunu bilemediğim vaktimi çöp etmeseydim diyebilecek kadar büyüdük.

Rahmet evlendi, bir kızı oldu... Bir dönem biraz uzaklaştık birbirimizden. Tamamen kendime ve yapabileceklerime odaklandığım, her anımı okuyarak, tartışarak, düşünerek, yazarak geçirdiğim bir dönemdi. Çok aktiftim, okulumu bitirmiş, mesleğimde ilk adımlarımı atıyor, her eylemde, her basın açıklamasında, her olayda boy gösteriyordum. Annem ve babam nerede hata yaptıklarını araya dursun onlara uzaklığım konusunda en ufak bir ipucu vermekten kaçınıyordum. Bana ulaşmaları ruhen zaten olanaksızdı, fiziken ise ana haber bültenlerini dikkatle izler, mücadelemizi anlatan yayınları takip ederlerse eh işte olasıydı. O sıralar hayatımda çok büyük bir yeri olan, herkesin saygı ve hayranlık beslediği bir meslek odası başkanımız vardı; Turgut. Ona aşık olmuştum. Ama ne aşık. Kendime bile itiraf edemediğim bir aşk, kör kütük, deli divane. Aşk; nasıl bir çaresizlik... Özlüyorum, çok özlüyorum. Bana ilgisi var, farkındayım ama adam evli, ailesine bağlı, bana zaman ayıramıyor, deliriyorum. Doyamıyorum hiç, fark ediyorum, gözlerindeki ateşi yakalıyorum, vücut dilini okuyorum ama yok... Yok, yok, yok... Kendime kızıyorum, kararlar alıyorum, düşünmeyeceğim diye ama karşılaştığım an tüm gardım düşüyor. Aklımdan çıkaramıyorum. 
Yine bir gece hayati bir davaya yasal dayanaklar ararken kanunlar, maddeler arasında; dedim senin dayanağın kim? Rahmet düştü aklıma... Hesap ettim dokuz ay olmuş görüşmeyeli, en son bana kızının resmini atmış 13.yaş gününde. Aldım elime telefonu, aradım. Saat 23.14, Rahmet uykulu, yorgun açtı: ''Alooo, kız ben sana kıyamam ki hiç, nereden düştüm aklına diyiver balım...'' Söyleyemedim bir çaresiz aşka düştüm, yandım yandım sönemedim, küle dönemedim... Onun yerine sen anlat dedim Rahmet' im hep ben anlattım. Bu zamana kadar hep benim derdim, şımarıklığım. Sıra sende şimdi seni duymak istiyorum. Anlat da kendi derdimi unutayım biraz. ''Anlatacağım'' dedi. Ama olmaz böyle telefondan atla gel Samsun' a. Tamam diyorum, en kısa zamanda diyorum, kem diyorum, küm diyorum. Ama biliyorum, gidemeyeceğim. Bu kadar işin gücün arasında nasıl gideyim, olanaksız. Cız ediyor içim düşündükçe; ne derdi var acaba diye sonra o yoğunlukta unutuyorum, koşturmaktan. Birdenbire bir hayat boşluğunda Rahmet düşüyor aklıma, takvime bakıyorum, 3 hafta geçmiş, bir daha bakıyorum 3 ay geçmiş konuşmamızın üzerinden. Zaman geçiyor, zaman çok hızlı. Ben kendimi; kendime ve Turgut' a beğendirmek için durmadan çalışıyorum

Gece gündüz çalışıyorum aklımda ne aylar, ne mevsimler sadece dava tarihleri var; Ne geceler ne gündüzler sadece dava saatleri var. Tükenmişliğin dibindeyim farkında değilim, kimse de dur demiyor bana. Bir gün ofisin penceresinden dışarıyı izliyor, kafamı boşaltmaya çalışıyorken gözümün önüne Rahmet ile olan bir anımız geliyor. Deniz kenarında birlikte oturuyoruz, denize taş atıyoruz amaçsızca. Biraz açıkta küçük bir tekne var, altı kırmızı boyalı, hafif hafif salınıyor, demir atmış. Rahmet hiç bir şey söylemeden ayağa kalkıyor, soyunuyor, denize atlıyor ve tekneye doğru kulaç atmaya başlıyor. Hiç düşünmeden ben de soyunup peşinden atlıyorum denize. Ve tüm öğleden sonra birlikte tekneye çıkıp, denize atlıyoruz. Harika bir anı; pırıl pırıl bir güneş, açık mavi bir deniz, neşe, kahkaha. Gülümsüyorum ve birden içimde uzun yola çıkmak için inanılmaz bir istek oluşuyor. Yeter artık diyorum, gitmek istiyorum, sadece gitmek, uzaklaşmak... Yol olsun, araba olsun, müzik olsun, kahve olsun, ben gideyim. Yollar cazip ve karşı konulmaz çekiciliği ile önümde kıvrılıyor, beni çağırıyor, içine çekiyor. İzin kullanmaya karar veriyorum. Gideceğim, neresi olursa, bir iki gezi sitesine bakıyorum, planlar yapıyorum, kentler, rotalar, festivaller...

O gece telefonum çalıyor. Rahmet arıyor ama ses onun değil. Kızı, annemi bugün kaybettik diyor. Kansermiş, kötü huyluymuş, hızlı yayılmış, geç fark edilmiş, tedavi istememiş Rahmet' im. ''Kıyamam ki sana ben...'' cümlesi dökülüyor acıyla dudaklarımdan, bir mengene kalbimi sıkıyor, sıkıyor, sıkıyor, bırakmıyor. Ve ben uzun yola çıkıyorum. Samsun' a doğru Rahmet' e gidiyorum.

Not.İllüstrasyonlar Cecile Veilhan' a aittir.
Hikaye kurgusal olup, gerçek yaşantımla ilgisi bulunmamaktadır.

16 Mart 2019

Çökme Tehlikesi Var-Ezilmiş Petunyalar Olayı

ÇÖKME TEHLİKESİ VAR - EZİLMİŞ PETUNYALAR OLAYI | ANKARA DT
2 perde | 1 saat 5 dakika
Yazan : TENNESSEE WILLIAMS | Çeviren : ÇÖKME TEHLİKESİ VAR: TUNÇ YALMAN - EZİLMİŞ PETUNYALAR OLAYI: ADNAN BERK | Rejisör : MUSTAFA KURT
KONU:
ÇÖKME TEHLİKESİ VAR
“Öyle yükseklerde ki rüzgâr, biz duymuyoruz... Taa taa tepede... Tavan arasındaki eşyaların tozunu savuruyor.”
“Şimdi ev öyle sessiz ki... Bak o taraftan hiçbir ses duyulmuyor değil mi? Bir ben varım… Kocaman levha astılar... BU EVE GİRMEK YASAKTIR, ÇÖKME TEHLİKESİ VAR”
EZİLMİŞ PETUNYALAR OLAYI
“Geçenlerde rakip bir firma türedi ülke dışında. Adı ‘ÖLÜM’, ‘SINIRSIZ SORUMLU’. ‘SAVAŞ’ damgalı paketler içinde geliyor ürünleri. En büyük satış noktalarından biri de ‘HEYECAN’.”
ÇÖKME TEHLİKESİ VAR OYUNCULARI: WİLLİE : CANSUNUR ŞİMŞEK - TOM : EFE ÇETİNEL 
EZİLMİŞ PETUNYALAR OLAYI OYUNCULARI : MİSS DOROTHY BASİT : DAMLA ECE DERELİ - GENÇ ADAM : ÖZGÜR DENİZ KAYA - POLİS : EFE ÇETİNEL - MRS. DONUK : CEMRE BURCU TOSUN

Tennessee WILLIAMS 1911-1983 tarihlerinde Amerika' da yaşamış seçkin bir oyun yazarı. En bilinen oyunları Kızgın Damdaki Kedi, Arzu Tramvayı, Sırça Kümes. İzlediğim; yazarın iki kısa oyunun birer perde olarak peş peşe verildiği farklı bir uygulamaydı. Ben bu fikri sevdim. Böylece 30-40 dakikalık kısa oyunları sahneleyebilmek adına güzel alternatifler bulunabileceğini görmüş olduk. Yönetmen koltuğunda bu aralar çok sık karşılaştığımız Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt var. Deneyimli sanatçıyı tebrik ediyorum; genç oyunculara, kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir alan bıraktığı ve yaptıklarına inananmalarını sağlayan bu motivasyonu sağlayabildiği için... Bu bile büyük bir alkışı hak ediyor diye düşünüyorum. 
Çökme Tehlikesi Var;
Sahne; arka planında güzel bir gökyüzü, tren rayları, bir ağaç ve bir sokak lambasından oluşuyor. Tren rayları üzerinde en uzun yürüme rekorunu kırmaya çalışan Willie(Cansunur Şimşek) sahneye giriyor, metnin ilerleyişinden 13 yaşlarında olduğunu çıkarıyoruz. Ve 15 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz, uçurtmasını uçurmaya çalışan Tom(Efe Çetinel) ile karşılaşıyorlar. Aralarında gelişen diyalogdan Willie' nin annesinin makinist ile gittiğini, babasının alkolik olup ortadan yok olduğunu ve hayatının merkezine koyduğu kendisinden iki yaş büyük ablası Alva ile bir zamanlar pansiyon olarak işlettikleri evde beraber yaşadıklarını anlıyoruz. Ablası Alva bir idol, hayata tutunduğu en güçlü nokta olmuş Willie' nin, ancak onu da akciğer rahatsızlığı sonucunda kaybedince yapayalnız kalmış. Üstelik yaşadığı eve girilemez, çökme tehlikesi var, levhası asılmış. Willie tüm bunları Tom' a anlatırken, içerisinde bulunduğu durumun zorluklarının hiç farkında değilmiş ve bir rüyayı yaşıyormuş gibi saf, temiz, coşkulu ve inandırıcı... Metin, Tom hakkında çok fazla detay barındırmıyor ancak Willie' yi çok yakından tanıma ve anlama şansı sunuyor bize...
Bu tüm dramatikliğine karşın umudu ve neşeyi hep koruyan oyundan aklımızda bir şarkı sözü kalıyor, Willie' nin sürekli söylediği Alva' nın en sevdiği şarkı; bir yıldızsın sen, mavi göğünde, bir göz kırpsana, bana..
Her iki oyuncu da oldukça genç, oyunculuklarında hevesli, enerjik ve heyecanlılardı. Çok yalın, çok doğallardı. Yaptıkları işe inanan oyuncuların ışıltısı kesinlikle belli oluyor ve ben de buna bayılıyorum. Efe Çetinel' i AST' de Beni Bekleme' de izlemiş ve çok başarılı bulmuştum. Diğer oyunda da polis rolünde olan genç oyuncuyu çok ama çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Cansunur Şimşek' i ilk kez izledim, Onun da oyunculuğunu ve performansını oldukça başarılı ve keyifli buldum.

Ezilmiş Petunyalar Olayı;
Çok şık, çiçekli, kuşlu, eğlenceli bir dekora sahip sahne ile başlıyoruz: karşımızda Basit Ivır Zıvır Tuafiye Dükkanı ve Miss.Basit(Damla Ece Dereli). Temsil, Miss. Basit' in hunharca ezilmiş petunyalarının sorumlusunu bulmak için polise(Efe Çetinel) yaptığı şikayet ile başlıyor. Miss. Basit'in hayatı bir fanus içerisinde, korunaklı ve naif bir şekilde yaşayan kırılgan, hassas bir kadın olduğunu görüyoruz. Sonrasında 'yaşam işletmeciliği'nden dükkanı ziyarete gelen genç adam (Özgür Deniz Kaya), petunyalarını ezdiğini cesurca ve rahatça açıklıyor. Ancak bunu, örmüş olduğu petunyadan duvarları yıkıp, duvarların ardını gösterebilmek; yaşadığı kısır ve küçük dünyanın dışına, gerçek yaşama; daha güzel daha karmaşık çok daha heyecanlı bir yaşama Onu davet etmek için yaptığını anlatıyor. Petunyaların yerine yaban gülleri ekmesini öneriyor. Hem petunyalarını hem de kanaryanı serbest bırak.. Bırak ki sen de gerçek özgürlükle tanış ve yaşa...
Metaforla dolu çok güçlü ve derin bir metin olduğunu düşünüyorum bu oyunun. 
Genç oyuncular yine harikaydılar. Özellikle Damla Ece Dereli, kendisiyle tanıştığıma memnun oldum, takipçisi olacağım, çok beğendim inandırıcılığını ve duru oyunculuğunu. Yine Özgür Deniz Kaya da kesinlikle parlıyordu...
Altındağ Devlet Tiyatrosu Sahnesinde izlediğim bu oyun uzunca da bir ara vermiş olmamdan sanırım, bende çok hoş bir tat bıraktı... 

Hayat bir sahne, sen de bir rol seç kendine :) Tiyatro diyorum, iyi ki var...