31 Ocak 2011

uyusun da büyüsün ninni

Hangi konuda kendinizi yeteneksiz bulursunuz diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden müzikal alanda, diye cevaplarım bu soruyu. Öyle ki aynı odada 4 sene çalışıp, odadaki iki telefondan hangisinin çaldığını anlayamayacak kadar yeteneksizim ve tüm şarkıları aynı beste ile söyleyen babama çekmişim bu konuda... Anne olana kadar bu yönümle karşılaşmamak için ağzımı kapalı tutmam yeterliydi. Gel gör ki anne olunca ninni söylemek ya da melodimsi sesler çıkarmak elzem hale geliyor. Bazen kolikli bebeğimin ağlamasını durdurmak için şarkı söylerken, benim susmamla bebeğim susması aynı ana denk geldiğinde, biraz hevesim kırıldı ama pes etmedim :)

1 numara : Annedir yüreği fazla dayanamaz, herkes bıksa benden annem bana doymaz.... 2 numara : Bana bir masal anlat baba, içinde tüm oyunlarım, kurtla kuzu olsun, şekerle bal...
3 numara : Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş, bir bakarsın volkan olmuş....
4 numara : Tepedeki çimenlikte yalınayak dolaşarak, yemyeşille masmavinin ortasında...
5 numara : Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma, ağladığın duyulmasın...
6 numara : Deniz ve mehtap sordular seni neredesin, nasıl derim terketti...
7 numara : Nasıl anlatsam, nerden başlasam, kaç kişiydik o zaman...
8 numara : Elif dedim de dedim, kız ben sana ne dedim, kuş kanadı kalem olsa...
9 numara : Hekimoğlu derler, benim aslıma, aynalı martin yaptırdım da narinim, kendi neslime...
10 numara : Küçücükken başucumda, bana ninni söylerdin...

Çocuklarımı uyuturken onlara şarkı söylemeyi seviyorum. hem benim ruhuma iyi geliyor hem de onları sakinleştiriyor... Bu şarkıları yazmak bile benim uykumu getirdi, söylemenin etkisini görmek istiyorsanız mutlaka deneyin derim :)

25 Ocak 2011

nelerle oynadık, neler yaptık

ilk olarak elif in aile katılımı ödevi: çerçeve süsleme... evdeki düğme stoğunu epeyce azalttık :)
önce sandalyeye yün sardık, sonra kesip, kafa kısmını bağladık. kollarını örüp, ağız-göz yapıştırınca sevimli bir ahtapotumuz oldu :)
meraklı minik in ocak ayı ekinden bu kardanadamlar, öyle güzeller ki... biz şablonlara yapıştırmayı tercih ettik ve çok güzel oldular, sonra da odalarının kapılarına astık :)
çok sevdiğimiz arkadaşlarımızın hediyesi... epeyce zaman geçiriyorlar, alta bir örtü serince dökülme saçılma derdi de olmuyor.
bu basit demirtozu-mıknatıs esasına dayanarak çalışan yazı tahtasını hemen her yerde bulabilirsiniz. çocukluğumdan da hatırlıyorum, eskiden de vardı bunlardan. uzun süre etrafı yazdılar çizdiler diye düşünmeden rahatça oynadılar, çokça vakit geçirdiler. hala evinde olmayan varsa tavsiye ederim.

23 Ocak 2011

anne olmak...

















her an hoş bir süprize hazır olmaktır...

20 Ocak 2011

günlerimiz

Çözülen bir yün yumağı
Akıp giden günlerimiz
Mezar taşlarından suskun
Sessiz sitemsiz
Savrulan yapraklar gibi
Akıp giden günlerimiz
Cenaze törenlerinde
Sessiz sitemsiz
Bir suçluyu aklar gibi
Akıp giden günlerimiz
Sanki bir sır saklar gibi
Sessiz sitemsiz
Bir kitaba başlar gibi
Koşarken yavaşlar gibi
Ölen arkadaşlar gibi
Sessiz sitemsiz
(Zülfü Livaneli)

17 Ocak 2011

müjdat gezen sahnesi - oyuncak hikayeleri

haftasonu oyuncak hikayeleri isimli çocuk tiyatrosuna gittik. oyun panora avm de müjdat gezen sanat merkezinde sahneleniyor. hem müzikal hem görsel olarak çok güzeldi. 3 yaş üzeri için çok uygun olduğunu düşünüyorum. eren de hiç gözünü ayırmadan, sesini çıkarmadan izledi ama olayları tam olarak yakalayamadı.

sahneyi görememek söz konusu değil, çünkü her çocuğa istediği kadar minder veriyorlar.
eren tiyatronun bitiminde oyuncularla hatıra fotoğrafı çektirdi.

bizim civcivler öğle uykusundan kurulmuş gibi aynı saatte uyanıyorlar. bir annenin izlemeye hiç bir zaman doyamayacağı sahne ise çocuklarının birbirlerine sarılıp sevgi yumağı olduğu anlar sanırım...

12 Ocak 2011

uzun vadeli çözümsel yaklaşım-kısa vadeli geleneksel yaklaşıma karşı

Herşey Calliou henüz 4 yaşındayken başlıyor. Bir bölümünde yatağını toplaması sorumlu iş olarak veriliyor kendisine, O da zevkle şevkle topluyor yatağını. Bir lokmacık Rosie bile yemeğini döke saça da olsa kendisi yiyor. Dikkatinizi çekerim, bu çocuklar kendi kendilerine uyuyorlar, çabuk ikna oluyorlar, kendi kendilerine oynuyorlar ve giyiniyorlar, kardeş kavgası minimum düzeyde. Anne babalar ise sakin, mantıklı, sabırlı. İşte tüm ebeveynlere örnek teşkil edecek uyumlu bir aile.

Düşündüm ve onlardan ne farkımız olabileceğini buldum. Biz zamana karşı yarışıyoruz, yetiştirmemiz gereken işlerimiz çok fazla. Kızımın ayakkabısını bağlamasını ve oğlumun yemeğini bitirmesini bekleyecek vaktimiz de sabrımız da yok. Kısa vadeli geleneksel bir yaklaşımla onların bu tür işlerini yaparak zamandan kazandığımızı zannediyoruz. İşin en kötü tarafı ise yaptığımız yanlışın farkında olup, bunu bile bile yapmamız. Çocuklar da bu acelecilikten kaynaklanan zaafımızın farkındalar. Eve gelince ayakkabılarını, paltolarını çıkaracak becerileri olsa da bizim yapmamızı bekliyorlar. Yemeklerini biz yediriyoruz ki dökmeden saçmadan, hızlı bir şekilde, karınları tam olarak doysun. Sonuç ise ortada. Kızım 4 yaşında kendi giyin(e)miyor, yemeğini yi(ye)miyor, kendi başına uyu(ya)mıyor. Kardeşi de onun yolundan emin adımlarla ilerliyor. Akşam uyku zamanlarında yanlarında sızmamışsak kendimize ayırdığımız 1,2 saatin dışında, sürekli onların hizmetinde birer yetişkin olarak yaşıyoruz.

Sorun ve sebepler bunlarsa çözüm ne olabilir? Burada uzun vadeli fazlaca emek isteyen ama meyvelerini vermeye başladığında aileyi çok rahatlatacağı düşünülen çözümsel yaklaşım giriyor devreye. Hani şu hepimizin çok da iyi bildiği ama bir türlü uygulayamadıkları:

Kural 1 : Kendi yapabileceği bir işi sen yapma
Kural 2: Ona fırsat ver, bırak yapamayacak olduğu işleri de yapmayı denesin
Kural 3: Onu dinle, anlamaya çalış, saygı göster
Kural 4: Bir sorunu çözebilmek için fikrini sor
Kural 5: Tehdit etme, tutarlı ol

Aksi takdirde bu işin sonraki adımı okula başlayınca onun adına ödevlerini yapmaktan başlar, mesleğini seçmeye teşebbüs etmeye kadar gider. Ne zaman onun adına karar vermeye başladığımızı, ne zaman onun bazı sorumluluklarını sırtladığımızı unuturuz. Çocuklarımız özgüvenli, sorumluluk sahibi birer yetişkin olsun istiyorsak, şimdi karar vakti...

11 Ocak 2011

büyüme ağrıları

önce baldırlarında bir ağrı olduğundan şikayet etti. sabah uyanır uyanmaz ilk yürümede sorun yaşıyordu. bunun gribal enfeksiyon durumunda ortaya çıkabilecek geçici bir durum olduğunu öğrendim. nitekim üç gün içinde kendiliğinden geçti.

dün ise kreşte ayaklarının ağrıdığını söylemiş, özellikle ayak başparmaklarının. akşam da ağlama boyutuna varacak sızlanmaları devam etti. korktum, üzüldüm ve anlamlandıramadım. aklıma ilk olarak tırnak batması geldi ama en ufak bir deformasyon yok. her iki ayak başparmağında aynı anda ortaya çıkan bir ağrı başka olabilirdi. biraz araştırınca bunun 3-12 yaş aralığında sıklıkla görülebilen, daha çok kol ve bacaklarda hissedilen, iyi huylu büyüme ağrıları olabileceğini düşündüm. büyüme ağrıları ayaklarda da görülebiliyormuş.

ama hiç tatmin olmadım doğrusu. kötü senaryoları düşünüyorum, romatizma mı, dolaşım bozukluğu mu, zaten içe basıyor bariz bir şekilde onunla ilgili bir şey mi diye epeyce bir yordum kendimi. aklımıza çok sevdiği kar botlarının ağır gelebileceği, kreş pantiflerinin rahat olmayabileceği geldi. bugün her ikisini de değiştirdik. daha hafif bir bot ve daha yumuşak bir pantif giyindi. umarım sorun hallolur, umarım ağrısız bir gün olur...

kendi çocukluğumu düşündüm, tüm gün oyun oynar akşam uyku vakti geldiğinde diz kapaklarımın arka kısmındaki ağrılarla boğuşurdum. annemin tedavi yöntemi ise biraz masaj yaptıktan sonra mor renkli ispirtodan sürmek, dizimi yumuşak tülbentlerle bağlamak olurdu ve gerçekten işe yarardı. o ispirtonun kokusu hala burnumda... var mıdır aslı astarı derken de bu yazıya rastladım... tabi ki önermiyorum, şikayetimiz devam ederse soluğu bir ortopedistte alacağız mutlaka...

4 Ocak 2011

ablam

hani çevresinde bir ışıltıyla dolaşan, girdikleri ortamı neşelendiren, çevresinde her yaştan bir hayran kitlesi olan, pozitif insanlar vardır ya onlardan birini anlatacağım bu yazımda...

ben çocukken yeni yıl yaklaştığında "özel yılbaşı eğlence programı" hazırlardık. evet evet kostümler, müzikler, parodiler, sunucular herşeyiyle tam bir program... kime mi, tabi ki begüm apartmanı sakinlerine. 8 daireli apartmanımız sakinleri bir evde toplanır ve 4 çocuğun hazırladığı o amatör skeçleri, şarkıları zevkle izler, yaptığımız yılbaşı çekilişini heyecanla beklerdi... bizi çalıştıran, bu hazırlıkları ve organizasyonu düzenleyen ise yazıma konu olan kişi, yani ablamdı... o zamanlar üniversite öğrencisi olması, çevresinde arkadaşları, okunacak kitapları, çalışacak sınavları olması onu engellemezdi. bizimle birlikte olmaktan, ortaya emek mahsülü bir ürün çıkarmaktan, insanları eğlendirmekten, mutlu etmekten aldığı haz ona yeterdi. hatta bir yılbaşında noel baba kılığında, çevresinde çocuklarla tüm apartmana hediyeler götürecek kadar yaratıcı, özgüvenli, eğlenceli biriydi...
23 nisanlar bizim için gerçekten çocuk bayramıydı. çünkü mutlaka tiyatro, sinema ya da hayvanat bahçesi, lunapark alternatifleriyle o günü bayram gibi yaşamamıza çalışan bir ablamız vardı...

sadece çocukluğumun kahramanı değil, ergenliğimin de en yakın sırdaşı, arkadaşı, can yoldaşıydı. yaptığım en aykırı, kabul edilemez şeyleri onunla paylaştım. şimdi şimdi anlıyorum, dost yaklaşımının aslında koruma kalkanının bir kılıfı olduğunu... pozitif yönlendirmeleri, abla değil arkadaş tavsiyeleriyle, yörüngesinden etki alanından hiç çıkamadım. adeta bir gölgesi ve fanatik bir hayranıydım onun...

evlenmesi hayatımda bir dönüm noktası olmuştu. hele ankara dan ayrılıp farklı bir yerde yaşamaya başlaması beni daha da üzmüştü. her fırsatta her boşlukta onun yanındaydım. ben büyüdüm, içimdeki yeri de büyüdü ablamın... memur atamalarında ona en yakın yerleri tercih ederek ancak 110 km kadar yaklaşabildim yanına ve her haftasonu koşarak gittim havasını solumaya... yalnız bırakmadı beni hiç, yaşamak zor olduğunda, kafam karıştığında, nefessiz kaldığımda ruhumu iyileştirdi, ilacım oldu.

aşık oldum, evlendim, anne oldum, bir kez daha anneliğe hazırlanıyordum ki birbirimizi en çok anlayabileceğimiz şey oldu, anneliği de paylaştı benimle... aralarında sadece 1,5 ay olan çocuklarımız var şuan...
hani yaşam henüz çok yeniyken, henüz siz siz değilken, taşlarınız yerinize oturmamış, kişiliğiniz tamamlanmamışken sizde iz bırakanlar olur; geriye baktığınızda iyi ki hayatıma girmiş, iyi ki tanımışım dedirten insanlar işte onlardan biridir ablam benim, canımdır, ciğerimdir, deli fişeğimdir, bir tanemdir. annemin çok değil ama onun yaş almasını izlemek, durulmasını izlemek beni hüzünlendirir. öğretmen sıfatıyla ders verdiği öğrencilerinden biri olamamak içimde bir kıskançlık rüzgarı estirir. vardır herkesin hayatında böyle yıldızlar, vardır değil mi...