28 Nisan 2018

Amasya-Sinop

Çocuk ile gezme fikri kulağa çok hoş gelmese de biz son bir yıldır bunu keyifle yapmaya başladık. İlk olarak geçen Mayıs ayında Amasra' ya gittik. Yazın Çanakkale ve Bozcaada' ya gittik. Bu Nisan' da ise işi biraz geliştirip bir gece Amasya bir gece Sinop olmak üzere üç günlük kısa bir gezi yaptık.
Çocuklar onlardan beklenmeyecek ölçüde uyumlu, sorunsuz ve mutluydular :) Bu durum bizi gelecek gezi planları için oldukça cesaretlendirdi. 
Amasya' ya Ferhat Şirin Aşıklar Müzesi ile giriş yaptık. Yolu geçenlerin uğramasını tavsiye ediyorum. Kralkaya Mezarları, Alçak Köprü, saat kulesi, Amasya Kalesi, Arkeoloji Müzesi, Hazeranlar Konağı Amasya' da gezilmesi gereken yerler. Beyazid Külliyesi maalesef tadilattaydı. 
Konaklamak için Yeşilırmak kenarındaki Uluhan Otel' i tercih ettik ve çok memnun kaldık. Yöresel lezzetler sunan Amesia Mutfağı yemek için tatmin ediciydi. Ve Galip Amasya Çörekçisi' nden de Amasya çöreği ve yağlısı almayı ihmal etmedik.
Kahvaltıdan sonra Havza, Samsun üzerinden Sinop' a doğru yola çıktık. Sinop' a geldiğimizde öğlen olmuştu. İlk gün Sinop Cezaevi, Sinop Kalesi (mutlaka Burç Cafede bir mola verin), Paşa Tabyaları ve Şahin Tepesini gördük.
Yemek tercihimizi Teyzenin Yeri Mantı Salonunda karışık mantıdan yana kullandık. Acayip lezzetliydi sırf bunun için tekrar Sinop' a gidebilirim :) Barınak Cafe, Yalı Cafe ve Karakum yürüyüş yolu hoşumuza giden yerlerdi.
Ertesi gün Demirkollar Ekmek Fırınından meşhur nokul ve Sinop katlaması alıp sahil cafelerinden birinde martılarla kahvaltımızı yaptık :)
Rotamızı Akliman, Hamsilos ve İnceburun' a kırdık. Önce Akliman sonrasında İnceburun ile Türkiye' nin en kuzeyinde olmayı deneyimledik. 
Sonrasında ise Hamsilos Koyu ile Sinop fiyordlarını gördük. Sinop inanılmaz güzel bir şehir olarak hafızalarımızda yerini aldı. Gerçekten görülmeye değerdi. Zaman sıkışıklığı nedeni ile Erfelek Şelalelerini göremedik.
Harika üç günün sonunda yorgun ama muzaffer komutanlar olarak evimize sağ salim döndük. Hep yolculuk temalı bir yaşam tarzı nasıl olurdu ya da ne kadar süre ile bu şekilde yaşayabilirdim diye düşünmeden edemedim :)

20 Nisan 2018

Mikado'nun Çöpleri

MİKADO'NUN ÇÖPLERİ | ANKARA DT
2 perde | 2 saat
Yazan : MELİH CEVDET ANDAY | | Yöneten : SUAT ÖZTURNA
KONU : Karlı bir kış gecesi, rastlantı sonucu karşılaşan iki kişi... 
Bir kadın, bir erkek... 
Ceplerinde yalnızca hayat hikâyeleri yok. Birbirlerini sarsmadan arındırma, iç sıkıntılarının çözümünde yardımcı olma, Mikado oyunu oynarken yaşamlarıyla yüzleşme var. Ayakta durma çabası, sistemin karşısında yer alma gayreti, yalnızlıkla baş etme sancısı var. Aşkta yenilgiye rağmen direnme, kendini açıklarken zaman zaman gerçekliği sorgulama, düşleriyle nefes alma tutkusu var. Gece bittiğinde, mavilik odaya dolarken, yepyeni bir dünyada var olma heyecanı var. 
OYUNCULAR: BAŞAK ANAT ÖZCAN - ÇAĞRI TURAN


Artık sezonun son oyunları. Bu sene 15 Mayıs' ta perdeler kapanıyor :(
Şinasi Sahnesinde, çok yüksek beklentilerle gitmeyip çok mutlu bir şekilde ayrıldığım başarılı bir temsil izledim dün akşam.
Melih Cevdet Anday' ın yazmış olduğu bu eser gerçekten çok güçlü bir etki yaratıyor izleyici üzerinde. Çok sağlam, felsefi, derinliği olan, bakış açısı sunan güzel bir metin. Tüm oyunun tek mekanda ve iki kişinin diyaloğu ile geçtiğini düşünürsek metnin önemi yadsınamaz. Zaten ilk perde su gibi akıyor. Karakterlerin arkasında yaratılan gizem sürekli korunuyor ve izleyici hep bir merak içerisinde kalıyor. İlk perdedeki güçlü erkek, zayıf kadın imajı ikinci perde ile birlikte bir değişime uğruyor. Bu karakter değişimi öyle güzel verilmiş ki... İkinci perdede kadının güçlü yönlerini ve erkeğin zayıf yönlerini görmeye başlıyoruz.
Çağrı Turan' ı daha önce Son Tango' da ve Çalıkuşu' nda izlemiştim. Ancak buradaki erkek rolü üzerine öylesine oturmuş ki çok ama çok başarılı buldum kendisini. Ses tonu, vücut dili, mimikleri, sahnede duruşu harikaydı gerçekten. 

Başak Anat Özcan' ı ise ilk kez izledim. Ve oyunculuğunu beğendiğimi söyleyebilirim. Dekor, müzikler, ışıklar, ses kullanımı oldukça başarılıydı. Yönetmen Suat Özturna da bir alkışı hak ediyor.
Yer yer komik yer yer düşündürücü sezonun başarılı temsillerinden Mikado' nun Çöpleri' ni kaçırmamanızı öneririm.

Hayat bazen tiyatro ve iyi ki tiyatro var!

14 Nisan 2018

Kaç Baba Kaç

KAÇ BABA KAÇ | ANKARA DT
2 perde | 2 saat 10 dakika
Yazan : RAY COONEY | Çeviren : HALDUN DORMEN - KEMAL UZUN | Yöneten : NEJAT ARMUTÇU
KONU: Dr. David Morgan, kariyerinin en önemli konferansına hazırlanmaktadır. Çalıştığı hastanenin doktorlar odasında yapacağı konuşmayı prova ederken, kariyerinin en önemli günü, hayatının en zor gününe dönüşür. Yıllar önce küçük bir kaçamak yaşadığı hemşire Tate, David'den olan oğlu Leslie ile çıkagelir.
David; yeni tanıştığı oğlu, eski sevgilisi, polis komiseri, noel hazırlıkları, rektör ve karısı ile uğraşmak zorunda kalır. Hem de konferansına dakikalar kala...
OYUNCULAR : TOLGA TUNCER - MELTEM KESKİN - ELVAN EKER - ZUHAL TAŞAR - CAN ÖZTOPÇU - BAŞAK GÜRDAL - ARSAL MAZMANOĞLU - TANSEL AYTEKİN - CEYHUN BECERİKLİ - ALİ KARACA -  ERDAL OZAN METİN

Altındağ Tiyatrosuna ilk kez gittim. Tiyatronun yeri biraz sapa, her zaman bulunduğum çevreden biraz farklı ve muhit olarak biraz sıkıntılı. Biz taksi ile ulaşımı tercih ettik ve hiç sorun yaşamadık ulaşım konusunda. Bu sahneye gitmeyi düşünenlere de küçük bir bilgi olsun istedim.
Vodvil, toplumsal sorunları, mizahi bir yaklaşımla hicveden tiyatro türüdür.Vodvil türü, 18. yüzyılda sınıf farkının oluşması sonucu Fransa`da ortaya çıktı. İçinde müzikal bölümler, dialoglar, monologlar, ve pandomim gibi değişik gösteri türleri barındırabilir. Komedi`nin alt türlerinden biri olduğu için komediyle pek çok ortak tarafı vardır. Ama bazı yönleriyle komediden ayrılır. Vodvilleri, genellikle mutlu sonla biterler. Hikayenin sonucunda olayların kaynaklandığı sosyal sorunlar ortaya çıkarılmaya çalışılır. Vodvil kişilerinin karakterleri detaylarıyla belirtilmez, belli özellikleri öne çıkarılmış abartılı karakterlerdir. Vodvil adının ``voix de ville (şehrin sesi)`` tamlamasından türetildiği düşünülmektedir.20. yüzyılda sinema türünün popülerlik kazanmasıyla, vodvil de tarihe karışmaya başladı. Sinemaya uyarlanmaya çalışılan vodvillerin de pek azı (Buster Keaton, Marx Kardeşler, Edgar Bergen, Al Johnsonhalk ve Charlie Chaplin`in oynadıkları) halk ve eleştirmenlerden beğeni topladı.
Konu oyun tanıtımında gayet yeterli açıklanmış. Bu tip oyunlarda metin, mesaj üzerine çok fazla düşünmek doğru olmayacaktır. Daha çok birbiri ile iç içe geçmiş olaylar örgüsü içerisinde, çözmeye çalışırken iyice karışan ve içinden çıkılmaz bir hale gelen komik durumlar etrafında dönen ve izleyiciye keyifli anlar yaşatan bir oyundu. Oyundan çıktığınızda iyi oyunculuklar izlediğiniz ve eğlendiğiniz için mutlu hissediyorsunuz ancak yanınızda eve taşıyabileceğiniz bir etki bırakmıyor üzerinizde.
Eklemek isterim ki ilk kez bu türde bir oyun izledim ve ilk kez tiyatroda bu kadar güldüm :) Oyun iki perde iki saat boyunca hiç tempo kaybetmedi. Sağdan, soldan, karşıdaki pencereden sahneye sürekli giriş yapan oyuncular, bitmeyen bir enerji, sürekli bir hareket, çok komik tiplemelerle oldukça eğlenceli iki saat geçirdiğimi söylemeliyim.
Oyunculardan daha önce sahnede izlediğim olmamıştı. Ve oyuncu isimlerinden yola çıkarak araştırdığımda da kimin kim olduğunu tam olarak çözemedim maalesef. Ancak bir kaç oyuncuyu Ankara dizilerinin bazılarından anımsıyorum. Dr. David Morgan' ı canlandıran Tolga Tuncer, Behzat Ç. olay yeri inceleme Sıtkı' ydı mesela :) Oyunculuğu gerçekten çok başarılıydı. 
Oğlu Leslie' yi canlandıran oyuncuyu (Ceyhun Becerikli olabileceğini düşünüyorum) çok beğendim :) Başhemşire rolü ile Elvan Eker başarılıydı. Meltem Keskin, Dr.Morgan' ın karısı rolündeydi. Başak Gürdal ise Tate' i yani Leslie' nin annesini canlandırıyordu. Zuhal Taşar hem yardımcı hemşire hem de büyükanneyi oynadı. Tansel Aytekin' in polis komiseri olabileceğini tahmin ediyorum. Daha da fazla tahmin yürütmeyeyim isabet oranım çok az da olabilir çünkü :)
İzlerken oyuncuların yaptıkları işten fazlasıyla keyif aldıklarını hissettiğinizde, sizin de aldığınız keyif oldukça tatmin edici oluyor. Ve ben burada yüksek sinerjili harika bir ekip çalışması gördüm. Tiyatrodan az hoşlanıyor bile olsanız çok rahat beğenebileceğiniz bu güzel oyunu kaçırmayın derim :)

8 Nisan 2018

Mevsimler ve Sen

Gittiğinde ilkbahardı. Ankara' da çağla ağaçları ilk beyaz çiçeklerini göstermeye başlamıştı. Çok kısa sürede patlamış mısır gibi tüm ağaçlar beyaz, pembe çiçeklerle dolacaktı. Mor leylaklara vardı daha, en az üç hafta sonra sıra gelecekti onlara. Caddeler henüz mont hafifliğine geçmemiş, ağır kabanların altındaydı. Çevrede yalancı güneşlere aldanıp, şifayı kapanların hastalık mevsimi tanıları uçuşuyordu. Oysa benim için, en tehlikeli hastalıkların bedende değil, zihinde olduğunu öğreneli çok olmuştu. Nisan, Mayıs törenlerinin ardından, son karneler piyasaya çıktı. 

Yokluğun beni yok etmeye başladığında yazdı. Okullar kapanıp, şehir boşalmaya yüz tuttuğunda içimin de boşaldığını hissetmeye başlamıştım. Ankara esnafı dükkanların önüne masaları, sandalyeleri koyup, zar atmaya başladığında ise içimde kan pompalamak için atma hevesini giderek kaybeden bir kalp ile dolaşıyordum. Yaz gecelerini bira ile şenlendirip, kokoreç ile sonlandıran gençlere boğazımda bir türlü yutamadığım kocaman bir yumru ile bakıyordum. Boğazım acıyor acıyor ama bir türlü o yutamama hissi geçmiyordu. Koca bir yaz hiçlikle dopdolu tükeniyordu. Sadece birlikte yürüdüğümüz sokakları amaçsızca adımlıyor, yutkunmaya çalışıyordum. Sararan ilk yaprak kalbime düştü.
Diple buluşmam sonbaharda oldu. Okullar açılıyordu. Ancak bırak okulu tuvalete gidecek kadar bile isteğim yoktu. Eli silahlı duygularım durmadan bana ateş ediyordu. Gözlerimi bir hastane odasında açtım. Dip akıntıları çok güçlüydü. Ama kapılıp gitmeyim diye beni sıkı sıkıya antidepresanlı halatlara bağladılar. Dönüp kendimi yeniden inşa etmem için de şiir verdiler bana. Şiir varsa, hayat vardı. Ruhumu Ankara' nın sarı yapraklarını çıtırdatarak şiir ile tedavi etmeye çalıştım. ''Üşüyor musun? Üzülme be! Gel yanıma. O kadar yaktın ki canımı. Isınırsın. Üşümezsin bir daha'' diyordu Cemal Süreya. ''Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal'' diye cevaplıyordu Özdemir Asaf. ''Seni anlatabilsem seni. Yokluğun, cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini'' diye Ahmed Arif çıkıveriyodu ortaya. ''Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. O olmazsa yaşayamam, demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü'' diye noktayı koyuyordu Can Yücel... İlk kar alnıma düştü.

Döndüğünde kıştı. Hayatımda bıraktığın boşluk yoğun kar yağışı ile dolmaya başlamıştı. Enkazım kar altında kalmış, şiirsel bembeyaz bir düzlük olmuştum. Kentsel dönüşümde yerle bir olan bedenim yeni bir yatırıma dönüşüyordu. Saçlarımı kestirip, ışıltılar kattırmış, topukluların en yükseğine çıkmış, zayıflamış, pırıltılar içerisinde okulun girişinde öğrencilerime kavuşmak üzereydim. Kalbim sonunda yeniden heyecanla atmaya başlamıştı. Oradaydın. Vakur, mağrur, acımasız bir bozguncu. Hayatıma düşen bir göktaşı. Dönüşün buzdan kristalleşen karları savuran sert bir rüzgarın beyazlığında flulaştı ve yok oldu. Okul kapısından içeri girdiğimde mevsimlerden mutluluktu.

2 Nisan 2018

Rulet- Perde Sanat Tiyatrosu

Oyun Özeti
Oyun, 1943 yılının mart ayında Stalingrad’ın doğu bölgesinde Rus kontrolünde bulunan ve Alman savaş esirlerinin bulunduğu küçük bir tutuk evinde geçer.
Alman hücum kıtaları bu sıralarda Stalingrad dolaylarından çarpışarak Berlin’e doğru çekilmeyi sürdürmektedirler.

Olayın geçtiği tarih Almanların, Stalingrad’ı bir milyona yakın askerle ısrarla kuşatmak istediği, fakat taktik hatalar ve ısrar sonucu kaybetmeye başladığı dönemde geçer. Hızla büyük Nazi rüyası sona doğru sürüklenmektedir. Bu sırada Alman 22. tabur komutanı olan Binbaşı ve aynı birlikteki bir Başçavuş müthiş bir çarpışmadan sonra taburdan sağ kalanlarla kontrollü bir şekilde geri çekilmeye çalışırken; bir Rus birliğince pusuya düşürülür ve etrafı çevrilir. Çatışmaya devam eden ve teslim olmayı kabul etmeyen Almanlar, neredeyse birliğin tüm mevcudunu kaybederler.

Çatışma sonunda birkaç subay, Binbaşı ve Başçavuş yaralı olarak yakalanır, bir Onbaşı ve iki Er de ağır yaralı olarak kurtarılır. Ağır yaralılar birkaç gün içerisinde hayatlarını kaybederler. Binbaşı ile Başçavuş ise iyileşme belirtileri göstermektedirler: Bunun üzerine Rus birlikleri bu iki askeri kendi kontrollerindeki kafatası tümenine getirip hapsederler.
Acaba burası gerçekten Rus askeri cezaevi midir?

Yaş Sınırı: +13
Süre: 1 Perde, 80 Dakika
Tür: Dram
Yaş Sınırı: +13
Süre: 1 Perde, 70 Dakika
Yazan: Kosta Kortidis
Yöneten: Talha Kalovov
Oyuncular: İbrahim Sevinç – Caner Karadağ – Mustafa Selçik

ALDIĞI ÖDÜLLER
1. CEVDET KUDRET EDEBİYAT ÖDÜLLERİ 2012 FİNALİSTİ
1. (D.T. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ EDEBİ KURUL KARARI – 17.11.2011- OY BİRLİĞİ İLE REPERTUVARA ALINMIŞTIR)
1. (İ.B.Ş.T. REPERTUVAR KURULU KARARI – 29.06.2011- OY BİRLİĞİ İLE REPERTUVARA ALINMIŞTIR)
1. DÜNYA PRÖMİYERİ 09.10.2014 TARİHİNDE TRABZON DEVLET TİYATROSUNDA GERÇEKLEŞMİŞTİR
1. 2015 DİREKLERARASI SEYİRCİ ÖDÜLLERİ YILIN EN BAŞARILI OYUN YAZARI
1. 2014 KÜLTÜR BAKANLIĞI ÖZEL ÖDÜLÜ

12. ETHOS Ankara Uluslararası Tiyatro Festivali Programı kapsamında Akün Sahnesinde izleme imkanı bulduğum bir oyundu. Aldığı ödülleri görünce gerçekten heyecanlanmış ve konunun cazibesine kapılmıştım. Yalnız üzülerek söylüyorum yetmiş dakika boyunca beni etkileyecek tek bir cümle ile karşılaşmadım. Metin oldukça sıradan repliklerle doluydu. Gerilimin ve seslerin anlamsızca yükseltildiği, rahatsız edici müzikler, abartılı mimikler, repliklerini şaşırıp dili sürçen aksanlı oyuncularla geçen bir yetmiş dakikaydı. Oldukça amatör bulduğumu ancak yine de her şeye rağmen bağımsız tiyatroların desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Tiyatro hayattır. İyi ki tiyatro var!