27 Şubat 2019

Cimri

CİMRİ | ANKARA DT
2 perde | 2 saat 25 dakika
Yazan : JEAN - BAPTISTE POQUELIN MOLIERE | Çeviren : SABAHATTİN EYÜBOĞLU | Yöneten : IŞIL KASAPOĞLU
KONU: Moliere'in Cimri'si Paris’li burjuva kesiminin çılgınlık düzeyine ulaşmış para tutkusunun komedyasıdır. Parayı bütün yaşamsal değerlerin üzerinde tutan, bu yüzden kendi insani özüne ve çevresine yabancılaşan, insanın içine düştüğü çelişkileri, gülünç ve zavallı durumu sergiler.
Oyun bu içeriğiyle, parayı temel değer ve yaşamın tek ölçü birimi sayan yaşam anlayışına eleştirel bir bakış sunmasıyla hala güncelliğini korumaktadır.
"Dünyadaki insanların en az insan olanı; yeryüzündeki canlıların en katı yüreklisi, pintilerin en pintisidir. Onun sevmesinden kuru, onun okşamasından kısır bir şey olamaz. Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır; yalnız alır..."
Gerçekten de dedikleri kadar acımasız, katı yürekli, pinti ve kötü müdür Harpagon ? İnsan doğuştan mı böyle olur? Yoksa Harpagon sadece yazılmış bir karakter midir?
OYUNCULAR:
HARPAGON : MUSTAFA KURT - CLEANTE : TOLGA TECER - ELISE : GÜLİN ERSOY - VALERE : SANLI BAYKENT - MARIANNE : AYŞE SEVAL ERSU - ANSELME : KAYHAN SARIGÖLLÜ - FROSİNE :  FULYA KOÇAK - SİMON EFENDİ : GÜRKAN GORBİL - JAQUES USTA : İSMET NUMANOĞLU - LA FLECHE : EDA AYDINLI - CLAUDE KADIN : TUBA ERKAN TAZEBAŞ  - LA MERLUCHE/ KOMİSER 1 : GÖKHAN KUTUM - BRİNDAVOİNE/ KOMİSER 2 : BARBAROS EFE TÜRKAY

Çok keyifli çok eğlenceli bir oyun izledim dün akşam Küçük Tiyatro' da. Daha düşük bir beklenti ile gidip, çok daha fazlasını bulduğum oyunları çok seviyorum. Cimri de onlardan biri oldu benim için. 
HARPAGON: Zorba bir aile reisi, Cléante ve Elise'in babası, Mariane'a aşık. Cimri.
CLÉANTE: Harpagon'un oğlu, Mariane'in sevgilisi. Babasının cimriliğinden bıkmış, güzel görünmeye hevesli. Aşık.
VALÈRE: Anselme'in oğlu, Mariane'in erkek kardeşi, Élise'e aşık. Soylu.
FROSİNE: Çöpçatan. Entrikacı bir kadın. La Flèche'in yeğeni. İşini ve insanları seven ama aynı zamanda parayı da.
LA FLÈCHE: Cléante'in uşağı. Zıpır ve zeki.
JACQUES USTA: Harpagon'un aşçısı ve arabacısı.(Aynı role bürünerek oynar.). Biraz taşralı, kendi iyiliğini düşünür. İki işte çalıştırıldığına da itiraz edemez.
ÉLİSE: Harpagon'un kızı. Valère'e aşık. Babasının cimriliğinden bıkmış. Utangaç.
SİNYOR ANSELME: Valère ve Mariane'in babası. Hasta ve kocasını kaybettiğini sanıp yas tutan bir kadın.
SİMON USTA : Tefeci. Paragöz.
BRİNDAVOİNE VE LA MERLUCHE: Harpagon'un dalkavukları.
BİR SUBAY VE YAZICISI.
MARİANE: Anselme'in kizi. Valère'in kız kardeşi. Cléante'a aşık. Evlenirken babasının da sözünü alacak kadar soylu(o günün şartlarına göre konuşuyorum tabi) bir genç kadın.
MİSTRESS CLAUDE: Harpagon'un hizmetkarı.
Harpagon karakteri ile Mustafa Kurt' u Troya' da anlatıcı olarak izlemiştim. Kendisi aynı zamanda Devlet Tiyatroları genel müdürü. Ben kendisini başarılı buldum ve çok beğendim. Oldukça kaliteli ve doyurucu bir başrol izledik kendisinden. 
Oyunculukları ayrı ayrı ve bir bütün içerisinde başarılı bulduğumu söylemeliyim. Benim için ön plana çıkan Cleante rolü ile Tolga Tecer (kendisini ilk kez izledim, ancak herkes onu Susam Sokağı'ndaki Hakan Abi olarak biliyormuş:), Frosine rolü ile Fulya Koçak (İkinci Katil'deki olağanüstü performansı ile tanımıştım kendisini, burada da çok başarılıydı), La Fleche tiplemesi ile Eda Aydınlı (İkinci Katil' de üç cadıdan birini oynamıştı) harikaydı ve son olarak Jaques Usta rolü ile sanıyorum ilk kez izlediğim İsmet Numanoğlu' nu çok başarılı buldum.
Işıl Kasapoğlu farkının sahneye yine yansıdığını düşünüyorum. Ve şu ana kadar edindiğim deneyim ile kendisinin rejide olduğu oyunlara gözüm kapalı gidebileceğimi düşünüyorum. 
Sahne, dekorlar, kostümler ve müzik de oldukça başarılıydı. Sahne geçişleri, koreografi, kurgusal bütünlük ve teknik detaylar oyuna kalite katan, izleyici beğenisini de bir kaç düzey yukarı taşıyan unsurlardı.  
Cimri, Ankara Devlet Tiyatrosu yorumunun; baştan sona çok eğlenceli, çok renkli, çok hareketli, asla saatinize bakmayı düşünmeyeceğiniz, zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağınız, beğeni garantili, başarılı bir komedi olduğunu söyleyebilirim. 
Ve bu sezon izlediklerim içinde tiyatral anlamda bende çok güzel bir tat bırakan en iyi oyunlardan biri oldu. 
Sakın kaçırmayın diyorum :)

24 Şubat 2019

Hep Yanındayım

''Abla gel gel, başladı.'' dedi. Bir tası evin zeminine, kulağını da tasa dayamıştı. ''Aman ne önemli, ne önemli.'' dedim, suratıma tuhaf tuhaf bakmasına aldırmadan umursamaz bir havayla. O dinlemeye devam etti, ben masanın başına oturdum somurtarak. Akşamları alt komşumuz Nadya Teyze' nin oğlu Ömer Abi' nin çalıp söylediği canlı performanslar ile ne hülyalara dalmış ne hayaller kurmuştum oysaki. İlk canlı gitar dinletisi deneyimimi Ömer Abi' nin Avrupai sesi ve akustik gitarı ile bastığı akorlarda yaşamıştım. Nadya Teyze Alman' dı. Bir Türk ile evlenmiş daha sonra boşanmış ancak ülkesine dönmek yerine oğluyla Türkiye' de yaşamayı seçmişti. Ömer Abi kumral saçları, renkli gözleri ve düzgün fiziği ile mahalledeki tüm genç kızların hedefindeydi. Normalde şu an benim kulağımın da bir tasa dayalı olması gerekirdi ancak o gün aksiliğim üzerimdeydi. Okuldan geldiğimde çekmecemde sakladığım gizli mektubu bulamamıştım ve bu işin sorumlusu da muhtemelen şu an gözleri kapalı şarkı dinleyen Nazlı' dan başkası değildi. Ve kuşkusuz bu davranışının sebebi, geçen Salı okulu astığını annemlere söylemekle tehdit ettiğim için alması gerektiğini düşündüğü bir tedbirdi. Elimizde sayısız kozlar, şahitler, dosyalar, bilgiler ve arşivler ile adeta satranç oynuyorduk kardeşimle. Örneğin sigara içtiğimi annemlere söylememesi karşılığında, karnesindeki devamsızlıkları çamaşır suyuyla kazıyıp sildiğini saklamıştım ben de ve Alişan ile çıktığımı söylememesi için, altın zincirini satıp arkadaşlarıyla harcadığını.
Nazlı benden iki yaş küçüktü ve aramızdaki iletişim dışarıdan her ne kadar kedi köpek gibi görünse de aslında dengeli ve derindi. Çoğu zaman birbirimizi anlıyor ve koruyorduk. Özellikle de annemle babamın kavga ettiği kabus anlarında. Batmak üzere olan bir gemideki iki miço gibiydik ve gemi giderek su ile doluyordu. Kaptan gemiyi terk etmek üzere, yardımcı kaptan ise çaresizlikten delirmek üzereydi. Biz zavallı miçolar ise ne yapacağımızı bilmez halde ellerimizde kovalar, dışarıya su atmak gibi nafile bir çaba içerisindeydik.

Öğlen okuldan döndüğümüz vakitler genellikle annem ve üç numarada oturan Sebahat Teyze' nin kahve saatine denk gelirdi. Annem, babamla ilgili kendisini üzen ne varsa O' na anlatırdı. Sebahat Teyze apartmanda herkesin akıl danıştığı, bilgili, kültürlü, çalışmış, emekli olmuş hala hayır cemiyetlerinde faydalı olmaya çalışan, herkesin derdine derman olan çok yardımsever, çok iyi bir insandı. Yine de anneme telkinleri hep; 'sabır yavrum, çocuklarının yüzü suyu hürmetine, dayan kızım, geçer, hepimiz yaşadık o zor günleri, çocuklarına sarıl, onlarla ilgilen biraz', şeklinde olurdu. Bunları duymak annemi değilse de Nazlı ve beni çok rahatlatırdı.

Nazlı' yla birbirimize çok benziyorduk, hem fiziksel olarak hem de karakter olarak. Derslerdeki başarımız, ilgi alanlarımız, sevdiğimiz yemekler, nefret ettiğimiz dersler hep ortaktı. Tek kişi gibiydik. O mu daha çok bana yaklaşmaya çalışırdı, ben mi O' na benzemeye çabalardım ya da birbirimize doğru attığımız adımlar eşit miydi, hiç bilemedim. Hatta geçen yıllar içerisinde neredeyse hiç konuşmadan birbirimizi anlayabilecek kadar yakınlaşmıştık. Leb demeden leblebiyi anlıyorduk hep. Aramızda şöyle diyaloglar sıklıkla geçerdi. ''Nazlııııı.. - Tamam abla kıstıımmm.'', ''Ablaaa... -Mayonezli mi olsun?'', ''Hani bir şarkı vardı ya, kadın terk edip gitmiş... -Tanju Okan 'Hasret' mi?''

İkimiz de lisedeydik, hayat önümüzde keşfedilmeyi bekleyen uçsuz bucaksız bir ormandı. Bizler ise ormandaki her şeyi görüp öğrenmek ve her şeye dokunmak isteyen, kendini avcı zanneden birer meraklı kaşiftik. Sınıf birincisi olmasak da derslerimiz iyiydi, başarılıydık. Hem dersleri hem hayatı yönetebilecek kadar zekiydik. Birbirimizi çok iyi tanıdığımız için en çok neyden incineceğimizi çok iyi bilirdik ve bu yüzden kavgalarımız da çok kıyasıya ve acımasız olurdu. En nihayetinde tehditlerimiz ''babama anlatırım'' a varır ve o andan sonra Pandora' nın Kutusu açılırdı.

Babam Nazlı ve bana karşı oldukça anlayışlı ve sevecen olmuştu hep. Her yaz gittiğimiz Orman Bakanlığı kamplarında bizimle tavla, satranç oynar, bazen dördümüz okey oynarız ama okeyde ben hep Nazlı' yla olurum bir dördüncü ararız. En derine dalma ve yüzme yarışında bir ben, bir Nazlı galip gelir, babam hakem olur, annem kıyıdan bağırır: ''Çok derine gitmeyiiin, korkuyorum.'' Annem hep korkar.
Ömer Abi' ye mahalledeki tüm kızlar hayran ama ben değilim. Çünkü O' nu Şişman Pastanesi' nde gördüm. Şişman Pastanesi' nin arka masaları, hayatı keşfetmek için okulu asan liseli çiftler ile kimseye görünmek istemeyen ve gidecek yeri olmayan yasak aşıklara rezervedir. Bunu herkes bilir. O sabah Ömer Abi' yi, Defne Kırtasiye' nin oğlu Suat ile aynı masada görünce Alişan ile pastaneye girmekten hemen vazgeçtim tabi ama gördüğüm şeye emin olmak için de pastaneden çıkıp, tekrar geri döndüm. Ve hiç kimsenin görmediğini, hiç kimsenin bilmediğini öğrenmiş oldum. Tabii ki bunu Nazlı' ya söyledim. Bu büyük sırrı ona verdim; bir gece evden çıkmama ve fark edilmeden eve geri girmeme yardımcı olması karşılığında. 

Babam, sık sık seyahate çıkıyor; annem, ben, Nazlı kalıyoruz evde. Annem bizimle konuşmuyor genellikle Sebahat Teyze' yle beraber. Sebahat Teyze bizi ondan daha çok önemsiyor gibi. Anneme hadi çocuklarla pide yemeye gidelim diyor ya da sinemaya yeni film gelmiş hadi ona gidelim diyor. Annem hep yorgun, hasta; hep şikayetçi babamdan ve hayattan, hep bir yerleri ağrıyor. Böyle günler, Nazlı' yla en çok birbirimize yaklaştığımız günler.

Yine öyle bir gün, odamızda sıkılıyoruz. ''Nazlı'' diyorum; ''Doğruluk mu, cesaret mi?'' ''-Cesaret tabii'' diyor. ''Balkon demirlerinin arka tarafına geçeceksin o zaman.'' diyorum. Karşılığında hemen gidip bakkaldan ''Vienetta'' alacağım, diyorum. ''Tamam'' diyor, gülümseyerek. Nazlı balkon demirlerinin arkasında, annem geliyor. Gözleri fal taşı gibi açılmış: ''Sedaaa, buraya gel, komşular yetişiin, Sedaaaaa içeri gel kızım.'' ''Anne, diyorum ben buradayım zaten, dışarıdaki Nazlı, ben değilim, ben buradayım.'' Nadya Teyze ve Ömer Abi çarşaf bir şeyle uğraşıyorlar Nazlı aşağıya düşerse diye. Sebahat Teyze geliyor eve, ''Ah kızım Sedaa, gel yanımıza, düşeceksin yavrum, bak düzelecek her şey.'' diyor, ''Sebahat Teyze ben buradayım, dışarıdaki Nazlı.'' diyorum. Kimse duymuyor beni, kimse görmüyor. Herkes Nazlı' yla meşgul.

Nasıl oluyorsa Ömer Abi' yle Suat, yakalıyorlar Nazlı' yı, içeri çekiyorlar. Anne diyorum, bu kadar tantanaya ne gerek var, gidip bir 'vienetta' alacağım, içeri gelir Nazlı. Herkes Nazlı' ya benim adımla sesleniyor; ''Sedaa, Seda, iyi misin kızım?'' Nazlı hafif bir baygınlık ve buhran içerisinde gibi. Babam geliyor odaya. ''Ya anne'' diyorum, ''Oyun oynuyorduk biz, babamı neden çağırdınız, işinden gücünden, toplantısı vardır onun.'' Kimse ama kimse beni görmüyor. Nazlı kendine gelir gibi olurken, sayıklıyor, ''Sedaa, aldın mı pastayı, sözünü tuttun mu?'' ''Evet, diyorum evet hemen alıyorum Nazlı' cım sen dinlen bir tanem, canım kardeşim benim.'' Kimse beni duymuyor. ''Seda sensin diyorlar, sensin diyorlar Nazlı' ya.'' 
O gece, odamızdayız Nazlı ve ben. ''Nasıl bir şeye bulaştık böyle'' diye soruyor Nazlı. ''İnanabiliyor musun abla, diyor, benim var olmadığımı düşünüyorlar, hem de hepsi.'' ''Film gibi...'' diyorum. ''Ne yapacağız peki?'' diyor, çok endişeli. Tam cevaplayacağım, babam giriyor odaya, Nazlı' ya yöneliyor. ''Seda' cığım, diyor, biliyorum kafan karışık, biliyorum çok yanında olamadım son zamanlarda, ama bil ki tatlım sen benim için hep ilk sıradasın, bundan sonrası çok farklı olacak göreceksin, yaşa ve gör, şimdilik iyi geceler'' diyor ve çıkıyor. Biraz sessizlik... Sonrasında ''Nazlı, diyorum; Senin var olduğunu ben biliyorum, yetmez mi?'' ''Yeter'', diyor, ''Sen bil, bana yeter...''

Annem ve babam birer cephe arkadaşı oldular. Birbirlerine nasıl sarıldılar, kader birlikteliği içerisinde, nasıl bağlandılar birbirlerine, inanamıyorum. Beni Nazlı diye birinin olmadığına iyice ikna etmek için gösterdikleri çaba olağanüstü. Tek kızlarının ben olduğuna ve Nazlı' nın olmadığına o kadar inanmışlardı ki, onlar ve herkes. Tabii ki biz de bu oyunu bozmuyoruz, çünkü görüyoruz ki annem ve babam hiç olmadıkları kadar inançlı, bir arada ve mutlular. Peki dedim, Nazlı yok. Sizin tek kızınızım ben. Aslında epeyce de işime geldi bu durum, onca sır, dosya, şahit, tehdit hepsinden tek kalemde kurtulmuştum. ''Değil mi'', dedim: ''Nazlı' ya gülümseyerek'' Göz kırptı, ''Abla dedi, Sen ne dediğinin farkında mısın acaba? Onlar yok bilsinler, dokunma, boş ver. Ama sen ayağını denk al, ben yanındayım daima...'' 


Not: Kurgu tamamen hayal ürünü olup, gerçek hayatımla ilgisi bulunmamaktadır.

İllüstirasyonlar Nicoletta Ceccoli' ye aittir.

16 Şubat 2019

Gidiş Dönüş(Retro)

GİDİŞ DÖNÜŞ (RETRO) | ANKARA DT
2 perde | 2 saat
Yazan : ALEXANDER GALİN | Çeviren : HALE KUNTAY | Yöneten : ALİ HÜROL
KONU:Yıllarca köyde yaşayıp, köy hayatına alışan kahramanımız Çmutin, Moskova'ya gelip kızı ve damadı ile yaşamaya başlayınca mutsuzluğa sürüklenir. Şehrin karmaşası, köydeki sakin ve huzurlu yaşamına özlemini arttırır.
Çmutin'in evden gitmesini isteyen damadı Leonid'in, eve üç tane gelin adayı getirmesiyle olaylar karışık bir hal alır. Bir kuş gibi özgürlüğe uçmak isteyen Çmutin yalnızlığa hazır mıdır?
OYUNCULAR:
NİKOLAY MİHAYLOVİÇ ÇMUTİN - ŞAHAP SAYILGAN / LUDMİLLA - FUNDA METE / LEONİD - CEM BALCI / NİNA İVANOVNA - SEDA OKSAL ELSAİD / ROSA ALEXANDROVNA - ALEV BUHARALI / DİANA VLADİMİROVNA - AYŞE YILDIZ AKINSAL

Küçük tiyatronun muhteşem akustik ve atmosferinde izlediğim Gidiş Dönüş(Retro) oyununa yüksek beklentilerle gitmediğimi söylemeliyim en başta. Konu biraz tereddüt yaşamama neden olsa da +8 olması nedeni ile bu sene benimle birlikte bir kaç oyun gören Eren ve Elif ile birlikte izlemek istedim. Ve bu karardan pişmanlık yaşamadığımı, oyunun onlar tarafından da beğeni kazandığını belirtmeliyim :)
Konu tanıtım bülteninden fazlası değil. Yani metinde bir derinlik, bakış açısı, açılım, sorgulama yok. Belki biraz emeklilik dönemine yaklaşan, ileri yaşlardaki yaşantısı ile ilgili bazı endişeler taşıyan yaş grubuna daha fazla hitap edebilecek bir metin. Hatta ataerkil aile düzenine yakın duruşu, evliliği bir alışverişe yaklaştıran diyalogları ile eleştirilebilecek pek çok yan da bulunabilir. Tür olarak komediye yakın bir tür olduğunu söyleyebilirim. Kahkahalar attırmasa da tebessümle izlenebilecek düzeyde bir espri kalitesine sahip olduğunu düşünüyorum. 
Dekor, kostüm, ses, ışık, müzik ve diğer unsurlar olarak olumsuz bir şey bulamadığımı belirtmeliyim kesinlikle. Sahne geçişleri, zamanlama, dramatik örgünün yansıtılışı, çatışmaların yerli yerinde kararınca verilmesini başarılı buldum, reji anlamında güçlü bir alkışı hak ettiğini düşünüyorum temsilin.
Ve oyunculuklara gelirsek; oyuncuların profesyonelliğinin getirdiği keyfi izleyici olarak sonuna kadar yaşadığımı söylemek isterim. Oyuncuların ayrı ayrı gösterdikleri performansın çok başarılı olmasının yanı sıra birlikte oluşturdukları sinerji ve tablo da çok lezzetliydi benim için. Alev Buharalı' nın Rosa karakteri ile oldukça sempati topladığını düşünüyorum izleyiciden:)
Şahap Sayılgan' ı Ferhunde Hanımlar dizisinde damat Bülent olarak hatırlıyoruz. Nikolay Mihayloviç Çmutin performansı ile de kesinlikle başarılı ve akılda kalıcıydı, sahnede yer aldığı tüm anlarda enerjisini izleyiciye geçirdi, kendisini tebrik ediyorum.
Ankara tiyatro izleyicisi oyunu ayakta alkışlamasa da, ilginin ilk andan son ana kadar hep ayakta kaldığı, pek çok yerde gülme seslerinin duyulduğu, keyifle izlenecek, tebessümle anımsanacak oldukça başarılı bir oyun izledim bugün.
Tüm oyunculara ayrı ayrı alkışlarımı sunarken, renkli ve eğlenceli bulduğum bu temsili 'tavsiye edebileceğim oyunlar' kategorisine yazıyorum :)

13 Şubat 2019

Suç ve Ceza

SUÇ VE CEZA | ANKARA DT
2 perde | 2 saat 35 dakika
Yazan : FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ |
Çeviren : BERTAN ONARAN Oyunlaştıran : GASTON BATY  
Rejisör : PROF. M. BOZKURT KURUÇ
KONU: 
“Her şey insanın içinde yaşadığı ortama, koşullara bağlıdır. Her şeyi belirleyen ortamdır, insansa bir hiçtir.” Dostoyevski
Bir yanıyla özverili, idealist bir genç olarak görünen hukuk öğrencisi Raskolnikov, karanlık doğasının onu sürüklediği kanlı bir eylem hazırlığındadır. Yaşlı tefeci Alyona İvanovna’yı öldürmeyi planlayan Raskolnikov, eyleminin karanlık biçimini içsel olarak reddetmekte ve düşüncelerinde eylemini meşrulaştırmaktadır. Raskolnikov, kendini bozuk bir devlet sistemi ile yönetilen fakir Rusya’da, kadınların vücutlarını pazarladığı bir yaşam alanında, açlığın kol gezdiği sokaklarda, sürüden farklı görmektedir. Kanlı eylemi ile çarpık ve yoz sisteme karşı büyük bir savaş açacağını düşünmektedir.
Raskolnikov, kanlı eylemi ile kendini bir nevi “kahraman” diye olumlamakta ancak büyük bir yanılgının içine hızla düşmektedir. Raskolnikov aslında insan vicdanına karşı gelen bir “köle”dir. Sonuçta vicdanına yenilen Raskolnikov, Dostoyevski’nin eşsiz olay örgüsünde gerçeği er ya da geç görecektir.
OYUNCULAR:
RASKOLNİKOV:BUĞRA KOÇTEPE - PORFİR:NİHAT HAKAN GÜNEY - RAZUMİKİN:ORHAN ÖZYİĞİT - DARYA PAVLONA:FERAHNUR BARUT - MARMELADOV:TUNCER YIĞCI - LUJİN:ÜMİT HASRET ASLAN - BAYAN  - İPPEWECHSEL:NİLGÜN ÇORAĞAN ÇİLİNGİROĞLU - İHTİYAR:ENGİN ÖZSAYIN - NİKOLA:ESAT TANRIVERDİ - KOH:ÖZGÜR ÖZTÜRK - BAYAN RASKOLNİKOV:GÖNÜL ORBEY - İLYA PETROVİÇ:CAN ÖZTOPÇU - KATERİNA:BUKET İNGER - ARABACI:ERKAN ALPAGO - PATRON:GÜVEN BESİMOĞLU - SONYA:BAŞAK VURAL - DUNYA:CEREN SARAÇOĞLU -  DİMİTRİ:ARSAL MAZMANOĞLU - POLYA:MÜJGAN AKSOY - LUŞENKA:ESİN ERCAN - DUKLİDA:BEGÜM SARP - PESTRİAKOV:TAYGUN SUNGAR - NASTASYA:EKİN YEŞER - KÂTİP:ALİ KARACA - MAŞA:YEŞİMGÜL ALAYDIN - DAŞENKA:YASEMİN ASLAN GÜRZ - ALYONA:ORİDA YILDIRAN - POLOVOY:SELİM ÖZTÜRK - KAPICI:CEYHUN BECERİKLİ - SİYAHLI KADIN:SENEM TOPKAYA - BİR ADAM:DİLER ÖZTÜRK - JANDARMA:ATİLLA KILIÇ - BİR KADIN:DUYGU YILDIZ YAVUZ
Dün akşam tadilattan çıkan Büyük Tiyatro' da izleme şansı buldum Suç ve Ceza' yı. Büyük Tiyatro, Opera Sahnesi, Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu tarihi dokuları nedeni ile Ankara' da en sevdiğim sahneler. Hep kapalı gişe devam eden ve bilet bulmakta zorluk yaşanan bir oyun olduğunu da eklemek istiyorum.
Suç ve Ceza kadro olarak tiyatroya çok emek vermiş değerli sanatçılardan oluşuyor. Rejisör Bozkurt Kuruç tiyatroya bir ömür vermiş çok değerli bir isim. Raskolnikov' u Yastık Adam' daki Michal performansından çok etkilendiğim Buğra Koçtepe oynuyor. Savcı Rolü ile Nihat Hakan Güney kesinlikle temsilin yıldızıydı diyebilirim. Raskolnikov' un yakın arkadaşı Razumikin' i ise Orhan Özyiğit canlandırıyor. Diğer oyuncular da pek çok oyunda yer almış deneyimli sanatçılar.
Suç ve Ceza' nın geniş özetlerini okusam da kitabını okumadım. Ancak oyunun; tiyatro uyarlamasının sadece tanıtım yazısına bakarak bile temsil ile ilgili oluşabilecek beklentinin oldukça altında kaldığını söyleyebilirim. Bir cinayet olumlaması, ahlak sorgulaması, suç ve cezanın farklı yorumlanışı ve iç çatışmalarla dolu bir kahraman beklerken yaşadığım bir hayal kırıklığı oldu. Raskolnikov' un hiç bir ruhsal değişimi izleyiciye geçemedi. Oyuncuların genel isteksizliğini hissetmek tiyatro izleyicisi için gerçekten çok üzücü. 
Temsil ikinci perdenin ikinci yarısından itibaren biraz daha dokunmaya başlıyor izleyiciye. Burada da en önemli faktörün savcı rolü ile Nihat Hakan Güney olduğunu düşünüyorum. Oyunculuğu diğerlerinin arasında o kadar parladı ki, duruşu, oturuşu, sesini kullanışı kesinlikle harikaydı. Bu bölümde Raskolnikov cinayetin ardından bir iç hesaplaşma yaşamaya başlıyor ve savcı ile sorgulama sırasındaki diyalogları temsilin en başarılı sahnesiydi bence. Raskolnikov bu sorgulamadan çok etkilenip neredeyse suçunu itiraf edecek noktaya geliyor.
Oyun kostüm ve dekor anlamında da hep çok karamsar hem de yetersizdi diye düşünüyorum. 
Bazen en güzel şeyler bir araya gelse de ortaya çıkan sonuç beklenen lezzeti vermez ya, öyle bir tat bıraktı Suç ve Ceza bende. Ancak her şeye rağmen Büyük Tiyatro' nun atmosferi, izlemekten keyif aldığım anlar ve tiyatronun oyuncular ve izleyici arasındaki muhteşem iletişimi bende memnuniyetle anımsanan bir tiyatro akşamı anısı bıraktı.
İyi ki tiyatro var...
Perde hiç inmesin :)