30 Mart 2016

9 Yaş ın Getirdikleri

Düşünüyorum da, çocukların duygusal gelişimleri ile ilgili olarak yaptığım tüm araştırmalar Elif için. Eren daha ılımlı, uyumlu, kolay disipline olan, sınırları zorlamayan bir çocuk. Elif ise tam tersi. En son 7 yaş döneminde böyle bir sorun yaşamışım. Bugünlerde aramızdaki sürtüşmeler artınca kendimi tekrar çocuk gelişim sitelerinde buldum. Son zamanlarda Elif' le birlikteyken kendimi o kadar müdahaleci, eleştiren, uyaran bir anne olarak buluyorum ki insan ister istemez ters giden şeyler olduğunu düşünüyor. 
9 YAŞ; 9 yaş çocuğu, tedirgin ve huzursuz bir evreye girer.O kendi faaliyetleriyle öylesine meşguldür ki; çoğu zaman annesinin kendisine seslenmesini bile duyamaz ya da duymazlıktan gelir. Annesinin beden temizliğiyle ilgili uyarılarına olumsuz tepkide bulunur. 9 yaş; çocuğu babasına karşı da mesafelidir. O ebeveynin otoritesine karşı olumsuz tepkisini, emir veren ebeveynin yüzüne boş boş bakarak, ebeveynin bir isteğini yerine getirirken, yüksek sesle şikâyet ederek veya bilfiil karşı koyarak göstermeye çalışır. 9 yaş çocuğu, kendi doğruları yönünde hareket etmek ister, ödül veya övgü için değil, kendi kendini tatmin etmek amacıyla bazı şeyleri yapmak ister. Dürüstlük konusunda aşırı duyarlıdır. 9 yaş, diğer yaşlara kıyasla, bireysel farklılığın en fazla ortaya çıktığı bir yaştır. Örneğin bazı çocuklar bu yaşta, akranlarına kıyasla daha fazla şiddet filmlerine merak salabilirler. Bazıları, yine bu yaşta paraya, akranlarından daha fazla düşkün olabilirler. Buna bağlı olarak, bazıları bonkör olurken, bazıları cimri olabilir. Sosyal ve duygusal gelişimine ek olarak;  • Çok şikâyet ederler ve eleştirirler. • Kendi cinsiyetinden arkadaşları ile çalışmayı tercih ederler.  • Abartarak konuşmaktan, şakalar kullanmaktan hoşlanırlar.   • Liderleri çekemezler, kuralları kendileri koymak isterler.   • Sırdaşlığa önem verirler ancak sır saklayamazlar. 

Okuduğumda çok şaşırdım çünkü bizim durumumuzla tam örtüşüyor tarif. Doğru mu yaptım bilmiyorum ama bunları dün akşam Elif' le birlikte okuduk, kahkahalar eşliğinde. Nasıl hoşuna gitti anlatamam. Anne nereden biliyorlar bunları diye soruyor bana. Demek ki dedim bu sadece sana özgü değil bulunduğun yaş ile ilgili çocuğum :) Sonra diyorum ki 'Kızım şimdi beden temizliğinle ilgili bir şey söyleyeceğim hazır mısın, burnunu temizler misin, ellerini yıkar mısın, dişlerini fırçalar mısın vb' 'Şimdi sana sesleneceğim ama yaşının gereği beni duymayabilirsin, kulaklarını dört aç' 'Elif' cim bu şikayetlerinin bir gün sonu gelecek, ne zaman biliyor musun? 10 yaşında :) gibi... Gerçekten de 10 yaş için yazılan bölüm çok ferahlatıcı :
10 YAŞ; 10 yaşındaki bir çocuk, ailesine 9 yaş çocuğundan daha fazla bağlıdır ve onları sever. Genellikle birlikte yapılan her şeye bu yaşta katılmaya hazırdır. Anne ile 10 yaş çocuğu arasında doğrudan sorunsuz, dürüst ve güven dolu bir ilişki vardır. Bu yaş elde edilen bilgilerin özümsendiği, huzurlu ve düzenli bir evredir. 10 yaş, gelişimin dengelendiği bir altın çağıdır. Tüm bedensel ve ruhsal sistemlerin dinamiği ve olgunluğu açısından bu yaş çocuğu, 9 yaş çocuğundan daha gelişmiştir. İlgileri daha çeşitlidir. 9 yaşındaki gerginlik gitmiş, onun yerine uysallık ve uyumluluk gelmiştir. Bu da 10 yaş çocuğunu daha hoş görülü yapmıştır. 10 yaş çocuğunun sosyal ilişkilerinde, öğretmeni, arkadaşları ve özellikle annesi ile kurduğu yakın ilişkiler ön plana geçer. Bu ilişkiler, çocuğun diğer ilişkilerini de etkiler. O, benmerkezci değildir. Evde anne babasının yakınında bulunduğu zaman kendisini daha güçlü hisseder.
Eveet, napıyoruz yine sabrediyoruz, ya sabır çekiyoruz, bugünler de geçecek diye kendimizi sakinleştiriyoruz. Veee seviyoruz sınırsızca, koşulsuz... 

15 Mart 2016

Ölmeden Eve Dönelim Bugün

Eve dönmek için otobüs durağında beklerken, ılık bir bahar günü çocuğumuzla gezerken, bir sınav çıkışı stres atarken, ekmek parası için simit satarken, okuldan çıkıp yurda dönerken, iş çıkışı servisin hareketini beklerken ölmeyelim bugün. Bugün sağ salim eve dönelim hepimiz.

Dün sabah yağmur vardı Ankara' da. Sabahtan akşama kadar durmaksızın yağarak temizlemeye çalıştı sanki kötülüğü.  Alışveriş merkezi, metro, Bahçelievler, kavşaklar, meydanlar nereye dönsem korku. İnsanlarımız, gençlerimiz yok oldu gitti. Biz güvercin olduk. Hepimiz korkuyoruz. Canlı bombaları, bomba yüklü araç plakalarını listeler halinde yayınlıyorlar. Tabi giden canlarımızı da. Ne zaman bir listeye girecek bir yakınımız diye bekliyoruz. Gri Ankara artık kıpkırmızı. 

Çocuklarımızla defalarca kez geçtiğimiz, yürüdüğümüz her yer tehlikeli şimdi. Güzel ahlaklı, eğitimli çocuklar yetiştirmeye çalışmanın can güvenliğimiz olmaksızın ne anlamı var ki. Büyüdüklerinde cafeye, sinemaya gidiyorum dediklerinde onları nasıl durdurabileceğim. Tek istediğim korkmadan yaşamak artık.

Acı, gözyaşı, elimiz kolumuz kalkmıyor, konuşamıyoruz, alışamıyoruz. Hayattayız diye sevinirken insanlığımızdan utanıyoruz. Artık yeter. Kimden hangi nedenle gelirse gelsin terörü kınıyorum. Keşke yapabileceğim daha iyi bir şey olabilseydi.

11 Mart 2016

Futbolcu Kartları

Elif' in 9. yaş doğum gününe kadar hediye listesinde daima istekleri oldu. Hatta aylar öncesinden yerini yapardı. Oyuncakçıya götürdüğümüzde seçimleri hep bizim için yüksek bedelli oldu. Mesela miniş kolleksiyonu yapardı, ponny kolleksiyonu yapardı. O kolleksiyonları ister istemez TL olarak hesap ederdim kaç para vermişiz bunlara diye :)

Eren ise talepleri olmayan bir çocuk oldu. En çok hayvan figürleri biriktirmeyi sevdi. Çocuğu doğum günü hediyesi için oyuncakçıya götürdüğümüzde en ucuzlarıydı seçimleri. Bazen ben bir şey beğenmedim deyip almadan çıktığı bile oluyordu. Bu duruma üzülüp onu hotwheels araba kolleksiyonuna yönlendirmişliğim de olmuştu :)
Geldiğimiz noktada artık Elif oyuncaklardan çok kitaplarla ilgili. Ancak Eren tüm geçmişin öcünü alırcasına öyle gereksiz bulduğum bir şeye merak saldı ki durduramıyorum! Bu futbolcu kartı olayı nedir arkadaş? Bu karton parçalarına dünya kadar para döküyoruz hiç bir eğitici geliştirici yanını da göremiyorum. Başlarda bir hevestir geçer diye aldığımız kartlar şimdi metal kutularda alınmak isteniyor. Harçlıklar biriktirilip kartlara yatırılıyor.  İyi güzel de bu işin sonu da yok ki. 
Dosyaları da var, hatta bir tane yetmedi de ikinciyi bile aldık. Ay o kutuları açarken heyecanını görmelisiniz. En son Messi çıktı diye evde bağıra bağıra dört döndü ne olduğunu bile anlayamadık. Meğer Messi çıkmış. Ronaldo' ya da pek sevinmişti. Bu kartlarda farklı renklerde puanlar var ben bilmiyorum ama sanırım bir anlamı var puanların. Sadece Eren değil sınıfındaki diğer erkek çocukları da aynı batağa batmış durumda. Okula götürüp oynadıkları için en sonunda öğretmen tamamen yasakladı. Kafalarını gereksiz bir sürü yerli yabacı futbolcu ve takım isimleriyle boş yere doldurmaları da cabası. Sevgili erkek anneleri Allah kurtarsın dediğinizi duyar gibiyim. Ben de son günlerde çocuğumu bu bataklıktan çekip kurtamanın yollarını arıyorum :)

4 Mart 2016

Woyzeck Masalı


90 Dakika Tek Perde +13
İnsan nedir? “Biraz toprak, biraz toz, biraz et, biraz kan” mı? İnsanı “insan” yapan nedir? Georg Büchner, dünya tiyatro literatürünün en önemli oyunlarından biri olan Woyzeck’te “insan olmak” olgusunu; erdem, ahlâk ve iyilik kavramları üzerinden sorguluyor. Her zaman zorunlu ve haklı görülen savaşta; yoksulluk, sınıf farklılıkları, toplum baskısı içinde, insan daha fazla uçuruma sürüklenmeden insan olabilmeyi ve insan kalabilmeyi ne kadar başarır? Gerçekliğin saptığı böyle kaypak bir dünyada insan ne içindir?

Yönetmen: Erdal Beşikçioğlu                       
Kompozitör: Onur Yüce
Koreograf: Binnaz Dorkip
Yön.Yrd. : Elvin Beşikçioğlu

Oyuncular:
Adem Aydil-Korhan Başaran-Ayça Eren-Aytek Şayan-Mertcan Semerci-Berkan Şal-Burcu Özberk-Buse Kara-Burak Küçükosman-Deniz Atlı-Güneş Uydaş-Müjde Kızılkan-Metehan Güler-Melih Efeçınar-Onur Yüce-Okan Eken-Onur Dilek-Zülal Süer

Müzisyenler:
Gitar Süleyman Bağcıoğlu-Davul: Barış Menküer-Klavye: Murat Köselioğlu-Bass: Mehmet Öztürk-Saksafon: Onur Yüce
Wikipedia:
Woyzeck, Georg Büchner'in 1836 yılında yazmaya başladığı tahmin edilen, ölümüyle yarım kalan tiyatro oyunu. Oyun, daha sonra diğer bazı yazarlar, editörler ve çevirmenler tarafından farklı şekillerde sonlandırıldı. Alman tiyatrolarının repertuvarlarında sıkça yer alan oyun yine aynı kapsamda en çok sahnelenen oyunlardan biridir.
Büchner'in bu oyunu 1836 yılının Haziran ve Eylül ayları arasında yazmaya başladığı tahmin edilmektedir. Yazarın 1837 yılında erken ölümüyle oyun parçalar halinde ve eksik kaldı. Woyzeck ilk olarak 1879 yılında, Karl Emil Franzos tarafından üzerinde tekrar çalışılmış haliyle yayımlandı; ilk gösterimi ise 8 Kasım 1913'te Münih'teki Residenztheater'da yapılmıştır.
Oyun, ordunun ve doktorların genç bir adam üzerinde bıraktığı, insanlıktan uzaklaştıran etkilerini konu alır. Çoğu kez bir işçi sınıfı veya çalışan kesim trajedisi olarak ele alınan Woyzeck bir başka açıdan da "İnsan doğasına dair olan çekememezliğin, hasetin uzun trajedisini" sergilemektedir. Alman doğalcı yazar Gerhart Hauptmann ve dışavurumcu diğer bazı yazarların beğenisini kazandı. Oyun bir ölçüde daha sonra asker olan Leipzig'li perukçu Johann Christian Woyzeck'in gerçek yaşam hikâyesine dayanmaktadır. Johann Christian Woyzeck 1821 yılında bir çekememezlik sonucu beraber yaşadığı kadını öldürmüş ve alenen boynu vurularak cezalandırılmıştır.
Konusu :
Franz Woyzeck, Almanya'da, taşradaki bir kasabada görevini yapmakta olan düşük rütbeli bir asker, metresi Marie'den olan gayrimeşru bir çocuğun da babasıdır. Daha fazla para kazanmak amacıyla yüzbaşı için adi işler yapmakta, doktorun hazırladığı tıbbi deneylerde denek olarak yer almaktadır. Deneylerinden birinde doktor Woyzeck'e bundan böyle sadece bezelye yemesi gerektiğini söyler. Woyzeck'in akıl sağlığı bozulur ve bir dizi varsanı görmeye başlar. Bu arada Marie, Woyzeck'ten sıkılmış ve ilgisi yakışıklı askeri bando şefine kaymıştır. Ancak Marie, tartışmasız bir şekilde, şefin tecavüzüne uğrayacaktır.
Gittikçe yükselen, kıskançlıkla dolu şüpheleri sonunda Woyzeck'i bando şefi ile yüzleştirir. Ancak Woyzeck şefin aşağılamalarına maruz kalacak ve pataklanacaktır. Sonunda Woyzeck olanlara dayanamayarak Marie'yi küçük bir göletin kenarında bıçaklar.
Bazıları, oyunun üçüncü sahnesi olarak "duruşma"nın orijinal konseptte yer aldığını iddia etse de, Büchner oyunu Woyzeck'in bıçağı gölete bıraktığı anda bitirir. Oyunun tahmine dayandırılmış çoğu yorumunda ise Woyzeck, bıçağı göletin sularına attıktan sonra üzerindeki kanı temizlerken boğulmaktadır. 

Müzikal Ankara Tatbikat Sahnesinde gösteriliyor. Tatbikat Sahnesinin bana göre en büyük sorunu plastik sandalyeler. Bir süre sonra gerçekten rahatsız edici olabiliyor çünkü. Bir de temsilin afişte 90 dk yazmasına rağmen 70 dk sürdüğünü de ilave etmeliyim.

Özel tiyatrolar kısıtlı bütçelerle büyük ve cesur işler yapmaya çalışıyorlar. Woyzeck Masalı da onlardan biri.  Benim için rock müzik konserine gitmek gibiydi. Metin yok, diyalog yok. Konuyu takip etmek için şarkıların sözlerini anlamak gerekiyor ama tam olarak sözleri yakalayamadığımı söylemeliyim. Gitmeden önce konunun okunması çok faydalı olacaktır. 

Böyle hakkını vererek bir rock müzikali yapmak herkesin harcı değil diye düşünüyorum. Şarkılar bu oyun için hazırlanmış, kostümler cesur, müzisyenler mükemmel, vokaller, sesler çok güzeldi. Ama söylemeliyim ki her tiyatro izleyicisine hitap edebilecek bir gösteri değil. Hele bu tarz müzikten hoşlanmayanların alabileceği fazla bir şey yok oyundan.

Woyzeck Masalı masal kıvamında olmuş. Tiyatro izleyicisine farklı bir deneyim yaşatmak, farklı bir bakış açısı sunmak adına çok yaratıcı ve başarılı buldum.   Tüm ekibi tebrik ediyorum. Ve daha fazla tiyatro diyorum.

3 Mart 2016

Kavramlar

Bu sabah yağan bahar yağmurlarında yıkadım yüzümü. Rüzgarın estiği yöne döndüm, uzun saçlarımı taradım parmaklarımla. Üzerime son zamanlarda daha çok tercih ettiğim ölçülülük pantolonu ile umut gömleğini giydim. Kahvaltı için ıhlamur ağaçlarının taze dallarındaki kokularla bir çay demledim kendime. Samimiyet fidelerinin yeni çıkardıkları sebzeleri toplayarak, dürüstlük fırınından çıkmış mis kokulu ekmekle karnımı doyurdum. 

Yağmurlu bir sabahta vicdan şemsiyesini açıp yürümeye başladım. Kimileri paçaları çamur olmasın diye sorumluluk çizmelerini giymiş işlerine yetişmeye çalışıyordu. Aklıma eski günlerimin telaşlı halleri geldi. Çocukların küçük olduğu zamanlar. Okul, ödev, sınav, kurs, sosyal etkinlikler, hastalıklar ile nasıl geçtiğini fark edememiş olduğum o günleri anımsadım. Bir zamanlar hep dakikliği gösteren saatim şimdi sonsuz bir kayıtsızlığı gösteriyordu. Bunun rahatlığı ile özgürlük bulvarına dönüp, esaret plazalarının önünden yürümeye devam ettim.   

Bir kahve molası için bilgelik kafesinde durakladım. Almış olduğum utanç gazetelerini okurken cesaret aromalı kahvemi yudumladım. Bir gazete haberi dikkatimi çekti. Ahlak lisesine devam eden öğrecilerin adalet üniversitesini; rekabet lisesine devam edenlerin ise öfke üniversitesini kazandıklarına dair istatistiksel bir haberdi. Bugünlerde sosyal araştırmalara merak sarmıştım, tercihler ve sonuçları ise özel ilgi alanımdı. 

Canım sıkılmaya başlamıştı. Açgözlülük marka telefonumun çıkar listesinden buluşabileceğim bir arkadaş aradım. Sonra vazgeçip bir kahve daha sipariş ettim. Diğer müşterileri incelemeye başladım. Etrafa sevgi dalgaları yayacağını düşündüğüm bir çifte odaklandım. Kıskançlık çayı içerek tartışıyorlardı. Biraz kulak kabartınca evlilikten bahsettiklerini anladım. Evlerine alacakları mobilyaları biri kibir mağazasından, diğeri ise hoşgörü mağazasından almak istiyordu.

Eve dönme zamanı gelmişti. Dönüş için miskinlik sokağını tercih ettim. Yolda önünden geçtiğim dükkanların tabelalarını okumak alışkanlığım olmuştu. Güvenilir kasap, dayanışma market, tevazu manav, ketumiyet büfe en sevdiklerimdi.

Apartmanın önüne geldiğimde bulutlar dağılmış, güneş parlamaya başlamıştı. Evime çıkan mutluluk merdivenlerinden ağır ağır tırmandım. Bacaklarımın artık beni taşımak istemediğinin farkındaydım. Anahtarımı çevirip yalnızlık kilidini açarken, yorgunlukla içeri girdim.  

görsel: edvard munch