30 Aralık 2010

yılın son sözleri

eren bilgisayar oynamak ister:
elif: "piskiyar değil eyen bil-gi-si-yar" demek suretiyle bu telaffuz hatasını düzeltir :)

eren izin vermediğim bir şeyi yapmak istemektedir, gözgöze geliriz:
-anne sen dit
-nereye gideyim
-işe dit, seni müdür çağırdı

eren yaptığı resmi odasına yapıştırır:
elif: bakayım eyencim düzgün mü yamuk mu
hmm... yamuk! olabilir eyen, sorun değil... diyerek eren in hiç umrunda olmasa da teselli eder kardeşini
.
ve son olarak herkese mutlu yıllar :)

22 Aralık 2010

2010 a fotoğraflarla bir bakış

bu yıl neler oldu neler, eren kreşe başladı
elif ilk ciddi yaralanmasını bu yıl yaşadı
eren haziran ayında sünnet oldu
eşim dayı, ben yenge oldum :)
çekirdek aile olarak 2.yaz tatilimizi 2010 yazında yaptık
eren in tuvalet eğitimini tamamlamasıyla bez sektörüne önemli bir darbe vurduk
elif ilk tiyatro deneyimini bu yıl yaşadı
arkadaşlarının doğumgünü kutlamasına ilk kez katıldılar

2010 yılında kendi adıma gerçekleştirdiğim en iyi şey araba kullanmayı öğrenmek oldu. 2011 de daha da ilerletmek istiyorum şoförlüğü. annelerin dünyasında yazmaya başlamak benim için çok sevindiriciydi. 2010 da eşimle 10.evlilik yıldönümüzü kutladık :) ayrıca bu sene taşınmalar senesiydi önce biz sonra annemler taşındı. çok şükür tüm sevdiklerimin sağlıklı ve mutluydu. 2011 nelere gebe bilmiyorum, kendi adıma süprizler ve büyük değişiklikler beklemiyorum. sakin, dingin, huzurlu geçsin bu yıl da, çocuklarım sağlıkla büyüsün, fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilsinler, hayatımda bana biraz daha fazla alan açılsın, hepsi bu...

20 Aralık 2010

kedicikle tavşancık

bir şirin kedicik,
ve bir küçücük tavşancık,
birlikte annelerinin gönlüne taht kurmuşlar...

15 Aralık 2010

ilk göz ağrım


sevgili yaruze hassas bir konuda, birden fazla çocuğu olan anneler ile ilgili, bir mim başlatmış... adı ilk göz ağrısı ve anneye hissettirdikleri... bu konuda daha önce bir -iki şey söylemiştim ama bu konu bitmez hala söyleyecek sözlerim var :)

-ilk kalp çarpıntısı, ilk heyecandır
-onunla yaşanan her tecrübe yeni, sen hep acemisindir
-emzirirken ona geçen sadece anne sütü değil, vücudundan süzülen sevgi zerrecikleridir
-yüreğin, beynin, gözlerin sadece ona odaklıdır, onunla ilgili düşünürsün...

sonra içinde büyüttüğün ikinci bir can olduğunu öğrenirsin... yaşadığın duygu seli, endişe gene ilk göz ağrınla ilgili olur. çok mu erken oldu dersin, benim zaten bir bebeğim var... acaba onu da böyle sevebilecekmiyim, her şey nasıl olacak...

sonra biter meraklı bekleyiş, gelmiştir ikinci bebek. yaşadığın kargaşa dolu ilk günlerden sonra, hissettiğin bir tamamlanmışlık duygusudur. şimdi tam bir aile olduk dersin...

ilk aylarda sorun yoktur, miniğin dünyadan haberi yoktur çünkü, ne zaman ki hareket kabiliyeti kazanır ve büyüğünün elindeki oyuncağı çekip almaya, emekleyip bin bir özenle diktiği kuleleri yıkmaya, yaptığı resimleri karalamaya, her şeyi kendinin sanmaya, yani dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkar, o zaman başlar çelişkiler, alır anneyi bir düşünce... ne yapsam ne etsem de engellesem ben bu bücürü, ne hakkı var büyüğünün oyunlarını bozmaya... alıp oyalayım der, bu sefer yalnız kalır ablası, muhakkak ki yalnız oynamanın yoktur keyfi... elinde ne varsa ablasının o da almak ister, başlarlar çekiştirmeye... ne kıymetlidir onca oyuncağın içinde kırık bir lego parçası... izin isteyip alacağız der anne ama anlayana... sonra bir bakar can ciğer kuzu sarması olur, kedi yavruları gibi oynaşırlar, bir bakar saç çekmeler, iteklemeler, cırmıklamalar arasında örselenirler. hep dengede durmaya çalışan bir cambaz misalidir anne... bir çift kaçamak bakış eşliğinde sever diğerini, oysaki yeterince büyüktür taşımak için ikisini hem dizleri, hem de yüreği...

hayat yorucudur, bazen yükü ağır gelir, zaten zor olan hayatını daha da zorlaştırmaktadır çocukları... anlayış bekler büyüğünden, ilk göz ağrısından. her ne kadar yaşı küçük de olsa abladırya o, anlarsa o anlar annesini... ve malesef hep patlayışlara maruz kalan o olur. bunu dile getirmek bir yana düşünmek bile yaralar annesini, vicdan azapları eşlik eder gecelerine...

ilk göz ağrım, ilk kalp sızım, meleğim... sana kardeşinle ilgili sorumluluklar vermemeye çalışacağım. kendini ona oyun oynatmak, oyalamak, ders çalıştırmak, korumak zorunluluğunda hissetmeni istemem... ama bil ki hayattaki en büyük arzum birer yetişkin olduğunuzda birbirinizi anlamanız, iletişim içinde olmanız ve birbirinizin zor zamanlarında destek olmanızdır, umarım umarım umarım...

2 Aralık 2010

çocuk ve korku

yakın zamana kadar korku nedir bilmeyen elif, son günlerde karanlıktan, yalnız uyumaktan, bir odada tek başına kalmaktan, tuvalete yalnız gitmekten korkmaya başladı... neden korkuyorsun deyince "odamda yılan var" ya da "elektrik paneli var, elektrik çarpabilir" gibi sebepler söylüyor.. banyoya çeşitli balık çıkartmaları yapıştırmıştık, banyoya girdiğinde"elif, yalnız değilsin bak balıklar var" diyorum, o da tekrar ediyor şimdi her seferinde "burada balıklar var, yalnız değilim"... sık tekrarlanan çizgi filmleri izlerken, birden bire koltuktan kalkıp tv den uzaklaşıyor. o zaman ben orada korktuğu bir bölüm olduğunu anlıyorum. onu korkutan da calliou nun düşmesi, bir çocuğu arı sokması gibi şeyler oluyor. evin içinde bu şekilde davranıyor ancak dışarıda korku nedir bilmiyor, yanımızdan pervasızca uzaklaşmalar, koşturmalar alabildiğine...

eren bir ara elektrik süpürgesi sesinden korkuyordu, bir ara tüylü bir el kuklasından, elif de küçükken palyaçolardan korkuyordu ve matkap sesinden...

bu konuda kısa bir araştırma yaptım. korku yaşa göre farklılık gösteriyormuş:

"2-3 yaş çocukları yüksek seslerden, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesten, gök gürültüsünden korkarlar.
3-4 yaşlarında bu korkulara annenin desteğini kaybetme, yalnızlık, yangın, kaza vb. olaylardan korkma eklenir. bu yaş çocuğu için somut olayların yanı sıra hayal edilen şeyler de korku kaynağı olmaya başlar. bunun nedeni çocuğun gelişmekte olan hayal gücüdür. bu nedenle zeki ve üstün yetenekli olan çocukların korkuları daha çok ve çeşitlidir.
4 yaş civarında çocuğun korkularında yavaş yavaş azalma görülür.
5-6 yaşlarındaki bir çocuk masalların etkisi ile imgeleme dayanan nesnelerden korkar. bu yaş çocuğunun çevre ile etkileşimi ve deneyimi artmıştır. böylece tehlikeli olayları, durumları ve toplumun değer yargılarını öğrenmiştir. hangi davranışlarının başkaları tarafından kabul edilmeyeceğini ya da onaylanmayacağını tahmin edebilir. bu nedenle çocuk zaman zaman davranışlarının başkaları tarafından beğenilmeyeceği korkusunu taşır.
6 yaşta korkularda tekrar artma görülür."

anne babalara öneriler :
+çocukta korkunun uzamasını ve olumsuz etkilerini önlemek için korkunun nedenleri araştırılmalı ve bu nedenler ortadan kaldırılmalıdır.
+anne-babalar çocukların korkularını yok saymamalı, asla küçümsememeli ve alay etmemelidirler.
+korkuları olan çocuğa sabırlı davranmalı, korkularını yenmesi için zaman tanınmalıdır.
+aşırı koruyucu bir tutum ile çocuğu her şeyden korkar hale getirmemelidir.
+çocuğa "aman düşersin!", "sen tek başına karşıya geçemezsin" vb. sözlerle çevrenin tehlikelerle dolu bir yer olduğu duygusu aşılanmamalıdır.
+fiziksel temasın çocuğun korkusunu kontrol altına almasında yardımcı olacağı unutulmamalıdır.
+çocuğun arkadaş grubuna girmesine ve öz güven duygusunu geliştirmesine yardımcı olunmalıdır.
+çocuk korkuları konusunda, konuşmaya hazır olduğu zaman onunla açıkça konuşulmalıdır
+çocuk korktuğu şeye yavaş yavaş alıştırılmalıdır.
+çocuklara korkulu masallar anlatılmamalı, korkulu filmler izletilmemelidir.
+korkuyu hafifletmek amacıyla "erkek adam hiç korkar mı?", "sen artık kocaman oldun" gibi sözlerden kaçınılmalıdır.
+KORKU ASLA BİR DİSİPLİN ARACI OLARAK KULLANILMAMALIDIR!

1 Aralık 2010

o çocuk ben değilim

Hayvanlarla iç içe geçti çocukluğum. Evimiz Karadeniz' in küçük bir ilçesinde, denize nazır, iki katlı, bahçeli, ahşap bir evdi. Arka bahçemizde meyve ağaçları, sebze bahçesi ve bir kümesimiz vardı. Evimizin akıllı kedisi Mestan, babamın balıktan dönüş saatlerini bilir, onu deniz kenarında bekler ve bu bekleyiş taze bir kaç balıkla ödüllendirilirdi. Ben küçükken ağzımda büyüttüğüm lokmalar asla sorun olmazdı, çünkü yemek yerken masanın altında sotede beklerdi Mestan. Her yaz mutlaka doğum yapardı, bu yavrular biraz büyüyüp bağımsızlaşınca babam tarafından, ilçenin çıkışındaki orta okulun bahçesine bırakılmak suretiyle, okula başlatılırdı. Bunun pembe bir yalan olduğunu çok sonraları düşündükçe anlamıştım. Mestan, kışın Ankara' ya gittiğimizde babam tarafından özel olarak kurulan bir düzenekle beslenirdi. Evin muhtelif yerlerine bırakılan fındıkları yemeye gelen farelerle... Evimizde onun girip çıkabileceği özel bir kapı vardı. Bir yaz gittiğimizde onu bir çok sokak kedisiyle evde parti verirken yakalamıştık ve tabi evin pirelerden temizlenmesi epeyce zahmetli olmuştu.

Kümesimizdeki tavuk ve civcivlerle haşır neşir, taze yumurta, babamın kara ve deniz avcılığından dolayı bol bol kuş eti ve balık yiyerek geçti çocukluğum... Hayvanlardan korkmak mı, onlar hayatımızın parçasıydı... Bir arkadaşımın ineği vardı ve beraber onu taze otları yiyebileceği güzel yerlere götürür, o esnada biz de denize girer yüzer, hatta midye toplar pişirir sonra güle oynaya eve dönerdik. Börtü böcekten tiksinmek mi, fındık bahçemizde fındık toplarken envai çeşidi ellerimizde, yüzümüzde yürür kovmaya tenezzül bile etmezdik...

Şimdi kendimi tanıyamıyoyorum... Sanki o çocuk ben değilim gibi uzaklaştım doğadan, betonların arasına hapsettim kendimi... Bu yüzdendir belki avm lerin oyun alanlarını sevmeyişim ve her fırsatta çayır çimene koşuşum... Ne kadar yakınsam toprağa, o kadar iyi hissediyorum kendimi...

30 Kasım 2010

neler oluyor hayatta

...elif...
elif bugünlerde çok hareketli. normal yürümesi bile hoplayıp zıplayarak. yüksek yerlerden atlamaya, eşyaların birinde diğerine atlamaya bayılıyor. tehlikeli şeyler deniyor, sandalyesini koltuğun üzerine koyarak oraya oturmak gibi... tabi onu izleyen ve her yaptığını denemek isteyen 2,5 yaşında bir seyirci olunca, işler daha da tehlikeli bir boyut kazanıyor. haftasonları günü evde geçirmeye tahammülü yok, sabah gözünü açar açmaz planlara başlıyor, anne selen lere gidelim, ahlatlıbel e gidelim, ankamall e gidelim... hala giyim konusunda tercihi yok, daha doğrusu tercihi sınıfındaki ve yaş grubundaki diğer kızlardan çok farklı... hepsi cicili bicili ,etekli tokalı giyinirken, elif sadece beli lastikli eşofmanlardan giymek istiyor :) ben de tam istediği gibi, rahat ettiği gibi giydiriyorum... sözümü dinlemiyor demek istemiyorum, sözümü dinletmek gibi bir çaba içine girmek istemedim hiç ama müdahale etmeden de duramıyorum bazı davranışlarına... 4 yaş çocuğunun genel davranış özelliğiymiş hareketli olmak...
"bu yaşta ışık hızıyla hareket ederler. merdivenleri koşarak çıkarlar, bisiklet ile fırlarlar, evin bir ucundan diğer ucuna tabana kuvvet koşarlar. üç yaşındaki nispeten daha sakin çocuğunuz, bir fişeğe dönüşür. ara sıra davranışları (gürültülü, sert, kavgacı) size yeni yürümeye başladığı çalkantılı dönemdeki davranışları hatırlatabilir. fakat korkmayın. bu zor dönem genellikle kısa sürelidir ve beşinci doğum günlerine ulaştıklarında sakin, aklı başında ve kendine güven duygusuyla dolu olacaklardır. "
bunu okuyunca biraz rahatladım...

fiziksel gelişim : elif 110 cm 20 kg
dil gelişimi : cümlelerinin tamamı anlaşılır, dilbilgisi kurallarına uygun. sürekli birşeyler soruyor ya da anlatıyor... yeni öğrendiği kelimeleri kullanmayı deniyor.

her akşam yatmadan masal kitabından bir öykü dinliyor...

...eren...
eren şuan 2-2,5 yaş döneminde, 4 tane 2.azısının 3 ünü patlatmış durumda... şu son diş de çıksa 6 yaş dönemine kadar diş çıkarma sorununa ara vermiş olacağız... dişler eren i her zaman çok zorladı, tabi bizi de... bu dönemlerde zaten kötü olan gece uykuları daha da içler acısı bir hal alıyor. 2 yaş inatlaşma döneminin tüm olumsuzluklarını görüyoruz eren de... üzerinin değiştirilmesi, ayakkabılarının-montunun giydirilmesi, asansöre-arabaya bindirilmesi ayrı ayrı sorunlar olarak her sabah rutinimizin değişmez parçalarını oluşturuyor.

fiziksel gelişim : eren 90 cm 13 kg
dil gelişimi : biraz yuvarlasa ve çok anlaşılır olmasa da son 2 aydır eren artık baya baya konuşuyor. uzun cümleler kuruyor. tekerlemeler şarkılar söylüyor. vee "annecim seni çok özledim, seni çok seviyorum" diyerek beni mest ediyor...

...birlikte...

tek tek ele alındığında gayet normal görünen bu iki cüce, aynı evin içinde olduklarında inanılmaz bir sinerji yaratarak ve anne-babalarının enerjisini içerek besleniyorlar... kardeş kavgalarını tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil ama birlikte mutlu mesut oyanamaları 10 dk yı geçmiyor. bu sürenin sonunda bir ağlama bir mızırdanmayla birbirlerini şikayet etmeye geliyorlar bize... müdahil olmamaya çalışsak da yapamıyoruz henüz bunu...

geleceğe not: son fotoğrafta elif, eren den onu iteklediği için özür diliyor.

25 Kasım 2010

ankara mogan parkı

konya yolundan gölbaşı na gelmeden haymana yol ayrımına dönüp, dosdoğru ilerlerleyince mogan parkı na ulaşılıyor. park, 602 bin metrekarelik bir alana kurulmuş, piknik alanı var ama yazları ve hafta sonları barbekü ve piknik masalarında yer bulmanın zor olduğunu duymuştum. erken saatlerde gitmekte fayda var. asma köprülerle ulaşılan bir adası varmış ancak görme fırsatım olmadı. küçüklü büyüklü epeyce bir çocuk oyun alanı ve çok çeşitli cafe restoran var. göl kenarındaki ahşap yürüyüş yolu çok güzel. balık tutan da epeyce vardı. biz tüm yaz durduk durduk sonbaharın sonlarında mogan ı keşfettik. sarı yapraklar, göl üzerindeki karabataklar ve sessizlik bize iyi geldi...

24 Kasım 2010

fotoğraf birleştirme ve çerçeve 2

fotoğraf birleştirme ve çerçeve konulu ilk yazımı şubat ayında yazmışım. o zamandan bu zamana öğrendiğim iki programı hemen paylaşmak istiyorum.

son zamanlarda blogda yayınladığım fotoğraflara blogun adını eklemeyi es geçmemeye çalışıyorum. bunu yaparken "picasa 3" programını kullanıyorum. çok rahat bir şekilde indirilip kurulabiliyor. kullanımı da oldukça rahat. bana bir çok açıdan yeterli geliyordu ama çerçeve ekleme ve fotoğraf birleştirme konularında yetersiz buluyordum.
bugün sevgili sardunya nın "photoscape" i tanıtan yazısını görünce hemen programı indirip kurdum. picasa nın özelliklerine ek olarak kolaj ve çerçeve seçenekleri oldukça fazla...

bunlar da ilk etapta photoscape ile yaptığım çalışmalar...

fotoğraflar üzerinde oynama yapmayı sevenler için de photofunia yı tavsiye ederim. herkese bol görselli rengarenk yazılar diliyorum...

12 Kasım 2010

eren le kreşe uyum

eren le kreşe alışma sürecimiz tahmin ettiğimden çok daha kolay oldu. toplam iki haftada adapte olduk yeni düzene...

ilk gün aralıklarla ağladı ama ablasının aynı kreşte oluşu ve sık yapılan abla ziyaretleriyle sanırım, kendini güvende hissetti.

ilk hafta hem sabah ayrılmakta hem kreş içinde zorlandı.

ikinci haftanın başlarında sadece sabah ayrılık vaktinde sorun yaşadık, sonrasındaki uyumu güzeldi.

ikinci haftanın sonundan itibaren öğretmeninin elinden tutup bana baybay yaparak sınıfına gitmeye başladı.

elif in kreşte oluşu bizim için çok büyük bir avantaj oldu. aynı kattalardı ve elif ara ara gidip kardeşinden haber alıyor, akşamları "anne eren yemeğini bitirdi ben gördüm, ağlamadı bugün" diye bana malumat veriyordu. eren için de ablasının kreşte oluşu, beraber gidip, akşam kreşten birlikte çıkmaları çok rahatlatıcıydı.

öğretmenimiz çok duygusal, çok genç, tatlı bir abla. çocuklarla iletişimi harika, iki tane bakıcı anne var ki bir tanesi geçen yıldan kızımın annesiydi. çok da seviyorum kendisini, direk ona teslim ettim eren i ben... sınıf mevcudu 11 kişi. kreşte sosyal hizmet uzmanı, eğitim uzmanı, psikolog, hemşire ve diyetisyen var. aylık yemek listesi internet sitesinde yayınlanıyor. kreş binası, kreş olarak planlanmış ve inşa edilmiş. örneğin hiçbiryerde merdiven yok, fiziksel koşullar oldukça iyi ve güvenli...

2 yaşın getirdiği vurma davranışı tüm çocuklarda var... erkek çocukların doğası böyle derlerdi de inanmazdım. şimdi eren i severken bile bazen umulmadık bir şekilde tokat yapıştırabiliyor size ve sonra en güzel espriyi yapmış gibi gülebiliyor. çok sinir bozucu... öğretmeni tüm çocuklarda bu yaş grubunun yaygın davranış özelliği olduğunu, zamanla törpüleneceğini söylüyor.

elif ise 4 yaş grubunda. fen ve doğa isimli bir kitapları var ayrıca yumurcak yayınevinin şekerlik eğitim setini takip ediyorlar. drama, müzik, resim-seramik ve jimnastik olmak üzere 4 tane etkinlik dersleri var.

eren ler ise 2 yaş grubundalar. onlar için bu yıl özbakım becerilerini geliştirmek ve grupla birlikte hareket etme alışkanlığını kazanmak ön planda. parmak boyama, hamur, halka oyunları ve şarkılar oluyor etkinlikleri daha çok...

iki küçük çocuğum da kreşte... her ne kadar kreşten ve öğretmenlerden çok memnun olsam da burkuluyor içim. kreşte mutlu olduklarını görsem de keşke evde birebir bakım imkanı bulabilseydik diyorum, daha fazla zaman geçirebilseydik...

8 Kasım 2010

eren kreş te

güne eğlenceli bir başlangıç :)
eren favori oyuncağıyla oynuyor...
ne çabuk yemek vakti geldi.
çorbamı bile kendim içerim.
bıyıklarım nasıl :)
ama yıkanınca çıkıyolar.
uyku perisi geldi, eren in yanına kondu...
uyudum mu sanmıştınız :)

27 Ekim 2010

bir blog efsanesi

syrakusa bir garip bankacı blogger... müzik ve sinema bilgisi ayrıca esprili yazma yeteneği ile yarattığı hayran kitlesi artık onu tatmin etmemeye başlar ve bir gün bloglar aleminin gizli kalmış dehlizlerinde gezintiye çıkmaya karar verir... izleyicilerine der ki: bana mesleğini ve blogunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. o da ne bu çağrıya aldığı tepkiler bir çığ gibi büyümekte, kim olduğunu bilmek isteyenlerin sırası, kpss kuyruğunda atama bekleyen öğretmenlerin sırasını geçmektedir.

sirakuzu ise büyük bir sabır, emek, incelik ve özen ile hazırladığı yazılarını sabah saat 08,30 dedin mi yayınlamakta ve izleyicilerini kahkahalara boğmaktadır. günler geçer hem sabahları yazıları bekleyenlerin sayısı hem de kuyruktakilerin sayısı artmaya devam eder. ve bir gün bir mucize gerçekleşir. sirakuzu geri dönüşler almaya başlamıştır. bu yazı dizisini okuyanlar syrakusa yı anlatan yazılar yazmakta ve blogdan bloga yayılan bu dalga bir efsaneye dönüşmektedir. artık blog aleminin sağlam bir ağacıdır o. eğer bir sabah saat 08,30 da kök salmış bir ağacın gün doğumunu izlerken pardesüsünün rüzgarda savrulduğunu görürseniz bilin ki bu sirakuzu nun ta kendisidir...
not: sirakuzu nun anne kaleminden i anlatan yazısı için ise buraya tıklamanız yeterlidir.

kardeş kavgaları 2

kardeş kavgaları ile ilgili yapılabilecek şeyler, alınacak önlemler mevcut:

uzmanlardan öneriler;1-hakem olmayın,
2-kıskançlığa yol açacak şekilde davranmayın, kıskançlık bu kavgalara en büyük sebep,
3-eşit davranmayın, adil davranın, kişiliklerine özel ve ihtiyaçlarına göre davranın,
4-kıyasama yapmayın,
5-konuşmalarına izin verin, (kardeşine oyuncağını geri ver, ödünç alabilir miyim diye sor)
6-sevginizi dışa vurun, gösterin,
7-yetenek ve eğilimlerine göre farklı hobi ya da oyun alanları yaratın.
çocuklar kavga ettiğinde;1. normal çekişmelerde karışmayın. çünkü bir kere müdahale etmeye başladığınızda,çocuklar her seferinde sizi dahil etmeye çalışacaklardır. mümkün olduğunca hakemlik yapmayın.

2. durum ciddi. bir yetişkinin müdahalesi yardımcı olabilir.
a ) öfkelerini onaylayın. bu çok çok önemlidir.
b ) her çocuğun bakış açısını yansıtın. “ yani ayşe,sen köpek yavrusu kollarına yattığı için onun sende kalmasını istiyorsun. ali sense, senin de tutma hakkın olduğunu düşünüyorsun.”
c ) sorunu saygılı bir biçimde tarif edin. “ zor bir durum; iki kardeş ve sadece bir köpek yavrusu.”
d ) çocukların kendi çözümlerini bulabileceklerine dair inancınızı ifade edin. “ikiniz için de adil olan ve köpek için de adil olan bir çözüm bulacağınızdan eminim.”
e ) odayı terk edin.

3. tehlikeli olabilecek bir durum. (kavga ediyor ya da birbirlerine zarar veriyor olabilirler )
a ) onlara sorun."bu bir güreş mi, yoksa gerçekten bir kavga mı? güreşlere izin var ancak gerçek kavgalara izin yok .”
b ) çocuklara belirtin “yalnızca iki taraf da istediği takdirde güreşebilirsiniz.”

4. durum kesinlikle tehlikeli! bir yetişkinin müdahalesi şart.
a ) gördüklerinizi tarif edin.
b ) çocukları ayırın. “ bir arada olmanız güvenli değil,sakinleşmeye ihtiyacınız var, hemen şimdi ikiniz de odalarınıza gidiyorsunuz.”

kardeş kavgaları yardımıyla çocuklar;*nasıl uzlaşabileceklerini,
*n
asıl paylaşabileceklerini,
*kıskançlık ve içerleme duyguları ile baş edebilmeyi,
*problemlerini sözcüklerle nasıl çözebileceklerini öğrenirler. bu deneyimler çocuğunuzun aile dışındaki problemleri çözmesine de yardımcı olur.


kavgasız, gürültüsüz, huzur dolu günler dileğimle...
kaynak : psk. gönül firdes telatar

25 Ekim 2010

kardeş kavgaları 1

çocukluğumdan hatırlıyorum, ben kardeşimle, bizden büyük iki ablam da birbirleriyle ne çok kavga ederdi... yaşımız büyür, sorunlar değişir, kavganın şekli değişir ama hiç bitmezdi. şiddetin türleri cırmıklama, itekleme, ısırma, saç çekmeden bazen sözel saldırılara, laf sokmalara, ispiyonlama tehditine, en hassas noktasından vurmaya kadar geniş bir yelpaze oluştururdu. hatta gizli ittifaklar kurulur, annemler gezmeye gittiğinde kozlar paylaşılırdı. bunda 6 kız çocuklu ailemin sunduğu mozaiğin etkisi büyüktü tabi... aynı evde yaşıyorsanız ve kardeşseniz birbirinizin en gizli sırlarını, en açık yaralarını, en büyük zaaflarını ve en hassas noktalarını biliyorsunuz demektir. bu da kavganın şiddetini artıran en büyük unsur bence.

bu kavgalar babama hiç yansımazdı, annem o anda gelir her iki tarafı da haşlar, kavgayı sonlandırır sonra teke tek nasihat ederdi bize. ömrümün sonuna kadar bir daha konuşmayacağım diye kendime sözler verip, bir-iki saat sonrasında kuzu sarması olurduk kardeşimle... işte böyledir kardeş kavgaları saman alevi gibi bir küs bir barışık, ne onlarla ne onlarsız...

bizim evde de bugünlerde orta dozda aynı sorunlar yaşanıyor. ne zormuş böyle kriz anlarını yönetebilmek. bazen yapmayın, vurulmaz, ısırılmaz, sırayla oynayalım demekten öyle yoruluyorum ki... biliyorum bunlar çok normal ve kaçınılmaz yine de oldukça üzücü ve yıpratıcı...


sıradaki post : kardeş kavgalarına öneriler, çözümler

18 Ekim 2010

evde ayran yapımı

bir kavanoza bir miktar yoğurt, su ve tuz koyulur. elif e verilir, elif çalkalar, yorulup eren e verir, eren çalkalar, yorulup abasına verir, bu bir kaç tur devam ederken, anne karşıya geçip o anı fotoğraflar... sağlıklı sofraların leziz içeceği, bir de çocukların elinden olunca, tadına doyulmaz :)))

13 Ekim 2010

ankara da nostalji

Kızılay'dan Kuğulu'ya yürümeyi ve bu yürüyüşü Kıtır'dan tam karışık kumpirle ödüllendirmeyi,

Anfide ders dinlemeyi ve okul kantinindeki sınav sonrası kritiklerini,

Üstüste birkaç el king oynamayı,

Arkadaşlarımla yaptığımız kısırlı ev partilerini,

Şehirlerarası otobüs yolculuklarını,

Havanın kararmasıyla Yüksel Caddesi'ni dolduran işportacıları,

Dost Kitapevi'nde kitap okumayı,

Kardeşimle kendimize mayonezli zeytinli sandviç hazırlayıp yaptığımız gece sohbetlerini ve girdiğimiz gülme krizlerini,

Her fırsatta Marmaris'e ablamın yanına kaçmayı ve orada geçirdiğim rüya gibi tatilleri,

Her akşam Ankaray'ın Bahçeli durağında inip, eve kadar sevgilimle elele yaptığımız yürüyüşleri,

Isınmak için girdiğimiz izbe kahveleri (o zamanlar devasa avm ler yoktu ne yazık ki),

Fotokopicide çoğalttığımız kitap gibi ders notlarını,

Yükseköğrenim kredisi yatınca kendimize çektiğimiz ziyafetleri,

Yaz tatillerinde deniz keyfi sonrası güneşin tadını çıkarmayı,

Biraz daha dışarıda kalabilmek için bulduğum çeşitli kursları (bu sayede Karaca'nın çeviri-test-komposizyon programını bitirmiştim)

Candostlarda Grup Çığ dinlemeyi ve kurduğum gelecek hayallerini,

Dingin huzurlu kitap okumayı,

Gima'nın ya da PTT nin önünde cep telefonsuz buluşmalarımızı,

Kurduğumuz standları, katıldığımız fuarları özledim...

Ama geri dönmek ister miyim? Hayır. Yuva tadında evimizin, kızımlı oğlumlu saatlerin, anne kelimesinin yaşattığı mutluluğun yerini tutabilir mi, kıyaslanabilir mi? Hayır.

Geçmişi gülümseyerek teslim etmek gerek tarihe...

11 Ekim 2010

duru-landık

minicik gözlerini açtı bir öğle vakti dünyaya... 11-10-2010 saat 13:35 de, ılık bir sonbahar günü, yapraklar düşmeye devam ederken, memurlar işlerine dönme telaşında ve bizler heyecan içinde beklerken geldi. 3.280 gr beyaz bir bebek, pembeler içinde.

hoşgeldin duru bebek aramıza, hep iyi insanlarla karşılaş, güzel dostların olsun, sağlık ve huzur içinde yaşa...

anne tarafından 3 teyzeden 4 kuzen; halamızdan da duru bebek olmak üzere toplamda 5 kuzenleri oldu çocuklarımın.

eşim dayı ben yenge oldum. "yenge" kelimesi bana hep soğuk ve uzak gelmiştir nedense ama ısıtırız seninle birlikte duru bebek ne dersin, doldururuz içini "teyze" gibi sıcacık yaparız...

30 Eylül 2010

bir kısa hikaye

geceden başlamıştı rüzgar fırtına... güneş aydınlık yüzünü kara bulutlarla örtmüştü. sabah oldu mu, hala gece mi anlayamıyordum. pencereyi açıp dışarının ısısını görmek istedim. pencereyi açmamla nemli bir rüzgar doldurdu odanın içini ve masanın üzerinde duran kağıdı havalandırdı. aceleyle kapattım pencereyi, tahminimden daha ılıktı hava. yere düşen kağıda yöneldim, bir not. "akşam 8 de aynı yerde" gülümseyerek cebime koydum.

dün geceyi düşündüm. ne kadarını anlatmıştı bana acaba hayatının. tabi ki dedim sonra, tabi ki ne kadarını bilmemi istiyorsa... bununla yaşamaya alışmalı, çok sormamalı, sadece anlattıklarıyla yetinmeyi öğrenmeliydim. onu tekrar kaybetmek istemiyordum. sahi kaç yıl geçmişti aradan... en son master diyerek gitmiş, sonrasında çalışmaya başlamış ve yıllar geçtikçe aldığım telefonlar, mailler azalmıştı. 20 yıla yaklaşmış olmalıydı. başlarda mutlu olsun yeterler sonraları içimde derin, geniş boşluklar açmaya başladı. bir eksiklikti, bir yoksunluktu, bir hasretti yaşadığım...

nereye gittiğini tahmin etmek zor değildi. hızlıca hazırlanıp, dışarı çıktım. kendimi kapımda yıllardır görmeyi kanıksadığım emektar arabama attım. doğruca o eve gidecektim. bir hesaplaşma olacaksa, gün bugündü. hem söyleyeceklerimi hesaplıyor, hem arabayı kullanıyordum. hızlandım, hararetlendim, düşündüm, kızdım, sürdüm, hızlandım ve bu da ne bu dolmuş da nereden çıkmıştı. gerisi büyük bir gürültü ve sonsuz bir karanlık.

kendime geldiğimde lüks bir hastane odasındaydım. ağrım yoktu ama kımıldayamıyordum. yanımda endişeyle bana bakan birbirinin aynısı bir çift göz gördüm. oğlum ve babası... aradan geçen 20 yıl, bir zamanlar aşkla baktığım, gözleri dışında her yerinde iz bırakmıştı. hafızam gayet berraktı. konuşmak istedim ama yapamadım. eğer yapabilseydim buradan gitmesini isteyecektim. sonra tüm dikkatimi kapıdan giren genç ve güleryüzlü doktora yönelttim. bir süre konuşulanları idrak etmekte zorlandım, başka bir hastadan bahsediyorlardı sanki. neden sonra bahsi geçen ve bundan sonraki hayatında gözleri dışında hiçbir yerini kıpırdatma yetisine sahip olmayacak kişinin kendim olduğunu anladım. ne garip neredeyse ahh yazık tüüh kaç yaşında peki diye sorular yöneltmeye hazırlanıyordum.

bunları tam olarak hazmetmem bir ayımı aldı. ne çok söyleyecek sözüm, yapacak işim, gidecek yerim, kucaklayacak arkadaşım, bitirilecek hesabım vardı... keşke dedim keşke bir şansım daha olsaydı... keşke dedim kendimi anlatabilseydim, aslımı özümü... şimdi neye yarar bunları bilmek ve üzülmek....

not: syrakusa yı okuduktan hemen sonra yazılmıştır.

28 Eylül 2010

elif düşünce

sizi eve götürme telaşındaydım. sorunsuz, ağlamasız rahatça evimize gidelim istiyordum. eve girip, kapıyı kapattığımda bir rahatlama hissediyorum. henüz alışamadım ikinizle birlikte eve dönüş rutinine...

hoplayıp, zıplıyordun yanımda. o küçük kaldırıma zıplayarak çıkmak istedin. olmadı, düştün. kadırdım seni, elin ağzındaydı. elini çekince gördüm üst dudağındaki açılmayı ve kanı tabi... bir yanımda eren, bir yanımda sen ve etrafımızda çoğalmaya başlayan insanlar... selpak uzatıyorlardı bana, sen ağlıyordun, eren korkmuştu, karar mekanizmamı harekete geçirmesi gereken hücreler görevlerini yapmıyorlardı o sırada... ne yapacağımı bilmiyordum. bir taksiye yöneliyordum, bir telefonuma... biri bizimle gelse dedim. saolsun bir arkadaş refakat etti hastaneye kadar.

takside ağlaman yerini kabullenemeyişe bıraktı. "neden düştüm anne, ben düşmek istememiştim, neden dudağım yara oldu, artık zıplamıycam, zıplamayı sevmiyorum, artık hep yürüycem anne. ben oradan atlamak istemiştim düşmek istememiştim, ama düştüm, neden elimden tutmadın anne"

bizi plastik cerrahın dikiş atması daha uygun olur gerekçesiyle üniversite hastanesine yönlendirdiler. neyse ki düşündüğüm kadar kötü değildi, dikişe gerek görülmedi. bir antiseptik sprey, bir antibiyotik. ama gece epeyce bir şişlik vardı. doktor ufak da olsa bir iz kalacağını söyledi. böylece sezeryan esnasında şakağında oluşan neşter izine bir arkadaş eklendi.

sabah dudağındaki şiş azalmıştı."kreşe gitmek istemiyorum, arkadaşlarım yaramı görmesinler" dedin. bugün babannenle berabersin. seni öyle görmek beni çok üzdü ama sen çok güçlü bir çocuksun. "anne üzülüyor musun, ben artık üzülmüyorum, çünkü acımıyor" derken seninle gurur duydum. güzel kuşum, tatlı kızım bununla geçmiş bitmiş olsun. güzel yüzünden acı ve korku uzak dursun...

24 Eylül 2010

kaçınılmaz

ve sonunda elif sorar:
-anne halamın karnına bebek nasıl girmiş??

anne hazırlıklı, daha önce düşünülmüş bir kaç cümleyi sıralamaya başlar:
-halayla eşi çok iyi arkadaşlardı, birbirlerini çok sevdikleri için aynı evde yaşamaya karar verdiler. bir süre sonra bir bebeğimiz olsun istediler ve halanın karnında böylece bir bebek oluşmaya başladı. (umarım daha fazla ayrıntı sormaz)

elif tatmin olmuş bir şekilde:
-peki anne ben de istersem benim karnımda da oluşur mu?

bunu beklemiyordum panik ama kontrollüyüm:
-tabi kızım ama önce büyüyeceksin okula gideceksin, sonra okullarını bitireceksin, sonra işe başlayacaksın, sonra çok sevdiğin biri olacak, o da seni çok sevecek (uzatabildiğim kadar uzatmak istiyorum) o zaman senin de bir bebeğin olabilir.

elif anlayışlı:
-iki tane bebek dolsun karnıma ben kaydıraklı ranza alacağım çünkü (ah çilek odası)


geçenlerde halamızın doktor kontrolünde yanımızdaydı elif. doktora "ne zaman çıkartacaksın bebeği" ve "nasıl çıkartacaksın bebeği" sorularını yöneltirken ona anlattığım bebeğin oluşum ve doğum hikayesi geldi:

"anneyle baba birbirlerini çok sevdiler, aynı evde yaşamaya başladılar, bir elif imiz olsun istediler, sen karnımda oluşmaya başladın. sonra büyüdün büyüdün artık oraya sığamaz oldun ve dışarı çıkmak istedin. doktor amcalar bana yardım ettiler ve seni karnımdan alıp, kucağıma verdiler. seni çok sevdim, canım kızım dedim, öptüm. sonra sütümle beslemeye başladım, kucağımda uyudun ve yavaş yavaş büyüdün"

bu cevaplarla nereye kadar yetinecek hiç bilmiyorum :)

23 Eylül 2010

iletişim

bazen kendimi sürekli eleştirip, uyarıp, tehdit ederken bulduğumda, bunu bir davranış modeli haline getirdiğimi düşünüp, korkuyorum...

-elif, hadi bakalım salonu topluyoruz
-elif, düzgün yürüyoruz kızım öyle tozutma her yeri
-apartmanda gürültü yapmıyoruz bak herkes uyuyo henüz
-annecim lütfen bak kardeşine bu şekilde davranma
-hayır elif çek elini kapıdan çok tehlikeli
-bu şekilde kavgaya devam ederseniz kaldırıyorum bu oyuncağı
-dikkatli olun bakalım, üzmeyin birbirinizi
-hadi hadi geç kaldık çabuk olalım hemen giyelim ayakkabılarımızı, onlar senin değil kızım kendininkileri giy lütfen

aslında sözcükler düşündüğümüzden daha etkili. olumsuza değil olumluya odaklanmak, yıkıcı değil yapıcı ifadeler kullanmak lazım:
-apartmanda gürültü yapma yerine, şimdi sessiz olalım...


hataya değil çözüme odaklanmak lazım:
-burası çok kirlenmiş temizlerken bana yardım etmek ister misin (calliou nun annesi :)

"ama" ların yerine bol bol "ve" kullanmak:
bugün dışarıda çok güzel davrandın, benim kızım artık büyümüş diye düşündüm ama eve gelince odanı toplamadığını gördüm (ama kendinden önce söylenen güzel şeyleri silip götürürmüş) yerine
bugün dışarıda çok güzel davrandın, benim kızım artık büyümüş diye düşündüm ve bundan sonra evdeki dağınıklıkları toplarken de bana yardım edeceğini umuyorum (ve ile iletişime devam)

"ben sana söylemiştim" yerine "demek ki bi dahaki sefere napıyoruz":
-orada zıplama düşersin dememişmiydim yerine bundan sonra yatakta değil şuradaki yastıkta zıplarsan daha güvende olursun gibi...

keşke uygulamak da buraya yazmak kadar olsaydı...
not: bu yazımda dr.bahar eriş in bir seminerinden faydalandım.

22 Eylül 2010

çorap kukla

hem sevimli hem de çok sağlam olan bu kullanışlı oyuncağı herkese tavsiye ediyorum. yapım aşamaları burada.

gözlerini düğmeden değil kumaştan kesip, cd kalemi ile çizdim. keçe yerine de herhangi bir kumaş parçası kullandım.

21 Eylül 2010

hepimiz de -1- boydayız :)

aramızda fiziki benzerlikler var mı yok mu, kim kime ne kadar benziyor, en kolay bebeklikten anlaşılır diye düşündüm. üşenmedim taradım eski fotoğrafları ve hepimizin bir yaşında olduğu bu dört kareye ulaştım.