24 Aralık 2011

ankara da kar

2011 in son günlerinde nihayet beklediğimiz kar yağdı :)
adet olduğu üzere hemen mini kardanadamımızı yaptık :)
calliou nun tüm çocuklarca öğrettiği karda melek izi...
geçen kış hastalıklardan dolayı pek haşır neşir olamamıştık ama kışın başlangıcında karın tadını çıkardık bu sene.... çocuklar mutlu ben huzurlu :)
pek keyifli ama biraz da eziyetli bir mevsim kış. hele ki bizim gibi ankara nın en yüksek semtinin en tepesinde oturuyorsanız. bir km aşağısında bir parmak kar varken biz, arabamızı gömülü olduğu kar yığınından çıkarmak için epey çabalıyoruz. atkılar, bereler, eldivenler, kabanlar ve her sabah bu kargaşada evden çıkıp çocukları kreşe teslim etmek bizim için bir maratondan farksız... gene de seviyorum yaşadığım yeri, kış ı hele ki ankara nın kışını, ayazını, karını :) kimsenin soğukta ayazda üşümediği, tüm minik ayaklarda çorap ve kışlık botun olduğu, sobalarda kömür, ocakta kaynayan bir çorba sıcaklığıyla geçecek güzel bir kış diliyorum...

21 Aralık 2011

2011 e fotoğraflarla bir bakış

bu yıl neler oldu neler :)
eren kreşte ilk yılını, elif ikinci yılını tamamladı
kardeş olmanın keyfine vardılarelif ilk karnesini ve ilk mektubunu bu yıl aldıevde anne baba ol gel partisi düzenledilerüçüncü yaz tatilimizi 2011 yazında yaptıkelif ilk süt dişini bu yıl düşürdüilk müzik gruplarını kurdular :)ilk müze ziyaretlerini yaptılararkadaşlığın tadını çıkardılarilk kez metroya bindilerilk kez buz pateni kaydılarvee ilk yılbaşı ağaçlarını süslediler

2011 yılında çok şükür sevdiklerim sağlıklı ve mutluydu. 2012 yılında da tüm çocukların sağlıkla büyümesini, anne-babaların biraz daha fazla kendilerine vakit ayırabilmelerini, felaketlerin herkesten uzak olmasını diliyorum, şimdiden mutlu seneler :)

not: 2010 yılına fotoğraflarla bir bakış

14 Aralık 2011

teslimiyet

bir sabah uyansam yatağımda ama kalkmasam hemen, biraz gerinsem, esnesem ertelesem kalkmayı... sonra iki kanatlı penceremi açsam sonuna kadar, yemyeşil çimenleri, çiçekli ağaçları görsem, ılık bir bahar sabahı kucaklasa beni... saçlarım açık, dalgalansa rüzgarda ve üzerimde rahat bir kıyafetle beklesem bir süre.

kahvaltım en sağlıklı yiyeceklerle bütünleşmiş bir renk cümbüşü... doğanın bize bahşettiği canlı renkler ve müthiş kokular eşlik etse okuduğum kitabın yapraklarını çevirerek yaptığım kahvaltıma... her bir lokmanın tadına vararak, huzur ve sükunetle sindire sindire geçirsem bu zamanı...
öğleni tenha bir kumsalda yürüyüş yaparak karşılasam ve küçük bir kır kahvesinde taze demli bir çay içsem denizi izleyerek... zaman kavramı olmasa düşüncelerimde, acelem olmasa, ne gitmem gereken bir yer ne bekleyenim, ne yetişmem gereken bir iş, ne yetişmesi gereken işlerim olsa. sadece ben ve hafızam, sadece geçmişim ve şuan... anılarımdan gülümseten bir hatıra düşse aklıma, hüzünlensem. herkes kadar yalnız olduğumu düşünsem, bedenine hapsolmuş bir sürgün olduğumu, beynimin, gücümün sınırlarını ve uzakları, uzaktakileri... bir kabulleniş yaşasam sonra doğum kadar ölümü de hazmetsem, normalleştirsem... her şey, zihnim bir anda aydınlansa, tüm pus silinip berraklaşsa, netleşse... akşam eve dönerken, ruhumda huzur ve sabır; gözlerimde dinginliğin yansıması olsa ve gündeliğin sıkıcı rutinine sımsıkı sarılacak gücü hissetsem tüm benliğimde, şükretsem şükretsem elimdekilere ve teslim olsam kadere...

4 Aralık 2011

anne kaleminden 2 yıl

iki yıldır blog yazıyorum. önceleri kör-sağır bir boşluğa sesleniyormuş gibiydim. sonra yavaş yavaş sessizlikte sesler duyulmaya ve dünyam aydınlanmaya başladı. öyle özel insanlar tanıdım ve öyle güzel yazılar okudum ki çoğu zaman bravolarım eşlik etti okumalarıma. bir gün keşfedileceklerine ya da bir gün kağıttan mürekkepten bir kitapta onlarla karşılaşacağıma inandım hep.

hem çalışıp hem de iki çocukla debelenip durduğum bu hayatta bazen yetemediğimi hissettiğim, bazen isyan ettiğim, hiddetlendiğim, bazen duygularımı taşıyamayıp gözlerimden akıttığım zamanlar oldu. paylaştım olabildiğine kendi sınırlarım dahilinde ve yalnız olmadığımı hissettim her seferinde... farklı dünyalarda gezdim, kah leziz yiyeceklerle doldurdum nefsimi, kah el emeği sanat eseri güzelliğinde muhteşem eserlerle, bazen bir fotoğraf oldu huzur veren ruhuma, bazen bir miniğin masum tebessümü...

kendim saydım, evim bildim, her bir kelimeyi bir diğerinin yanında istifleyerek biriktirdim anılarımı... beşer unutur detayları ama unutmaz burası. özenle saklar, sıralar ve ne zaman dönüp bakmak istesem içeriye alır beni... tanıdık, sıcacık ve güvenli... bir fidan dikip, büyümesini izlemek gibi, bazen toprağını havalandırmak, bazen sulamak, meyve vermesini beklemeksizin onu sevmek ve gölgesinde huzur bulmak gibi... iyi ki başlamışım yazmaya ve iyi ki buradayım!

2 Aralık 2011

düşen ilk süt dişi

kızımın ilk süt dişi sonunda düştü. dün kreşten almaya gittiğimizde haberi heyecanla verdi bize. biz de öpüp tebrik ettik :) ilk sallandığını farkettiğimizden bugüne yaklaşık bir ay geçmiş. ama malesef büyük bir heyecanla yastığının altına koymayı hayal ettiği dişi kaybolmuş. yutmuş ya da oynarken farketmeden düşürmüş olabilir. her neyse ne önemi var ki, kızım büyüyor :)

1 Aralık 2011

çocuklarda argo sözler

bu aralar bizim çocuklar evde çok eğleniyorlar. ama emin olun aralarındaki espirilere ve diyaloglara şahit olmak istemezsiniz. sohbeti eğlenceli yapan kullanılan kelimeler. "kaka, çiş, kusmak, sümük, pis, g.t, b.k vb" kelimeleri muhtelif cümleler içinde ve türlü varyasyonlarla bir araya getirip kendilerinden geçercesine gülüyorlar.
-teyzeme gittik pis ayak: puhahahahhhaa
-çorbanın üzerine kusmak: puhahahaaa
-çişini donuna yapmak: puhahahaaa
-sinekli kaka yapmak: puhahahaaa
o kadar yaratıcılar ki bu konuda sınır tanımıyorlar. evde ve arabada kendi aralarında yaptıkları bu eğlenceye müdehale etmiyorum ama sık sık toplum içinde, yabancılar arasında, apartmanda bu sözcükleri kullanmamaları gerektiğini hatırlatıyorum.

bazen olaylar sinir bozucu bir boyuta varabiliyor şöyle ki;
ben: çoraplar kirlenmiş hemen değiştirelim
onlar:kirli çoraplar puhahahahaaaa
ben:herşeye gülünmez, şimdi ciddi olmanızı istiyorum
onlar:herşeye gülmek puhahahhhaa
ben: yeter artık kesin şunu
onlar:kesin şunu puhahaaaa
genellikle sonuç benim dellenmem sonucu kahkahaların hüzne dönüşmesi oluyor. bu konu üzerine düşünüp ciddi bir kriz yönetimi sergilemem şart sanırım.

3-5 yaş arasında çocukların dil gelişimleri hızlı geliştiği için argo söz kullanımına daha sık rastlanıyormuş. bizimkilerin her ikisi de bu yaş aralığındalar. bir de kreş faktörü var, evde kesinlikle duymadıklarına emin olduğum bazı kelimeleri biliyorlar malesef. bizler çoğu zaman duymamazlıktan gelerek pekiştirici rol oynamamaya çalışıyoruz.bunun da geçici bir dönem olduğunu farzedip, sabırla geçmesini beklemekten başka yol yok gibi...

26 Kasım 2011

tabiat tarihi müzesi - mta

uzun zamandır aklımda olan tabiat tarihi müzesine bugün gidebildik. belki ilgilerini çekmez diye düşünüyorduk ama gayet güzel bir gezi oldu.çabuk gezilebilen, eğlenceli bir müze...

çok güzel yarı değerli taşlar gördük ama en çok hayvanlarla ilgiliydiler.
müzenin giriş bölümünde ağırlığınızın tüm gezegenlerde ne kadar olduğunu öğrenebileceğiniz bir tartı var, mesela ben plütonda sadece 4 kg ymuşum :)
tabiat tarihi müzesi çukurambar da mta içerisinde. pazartesi günleri hariç her gün 09:00-16:00 arasında ücretsiz ziyaretçi kabul ediyor.

10 Kasım 2011

sallanan dişler

bu bayrama damgasını vuran elif in süt dişlerinin sallanmaya başladığını farketmemiz oldu. önce şaşırdım çünkü ilkokul yıllarında değişir bilgisi vardı kafamda. neyseki google amca var :) sordum öğrendim; genellikle 6-7 yaş olmasına rağmen, çocuğa göre değişebiliyormuş. 5 yaşında süt dişlerinin sallanmaya başlaması ise sık rastlanılan bir durummuş.

elif in ilk dişinin çıktığını farkettiğim güne hızlı bir geridönüş yaşadım. hemen hemen aynı hisleri yaşamıştım: "çocuğum ne kadar çabuk büyüyor ilk dişi patladı bile!" ve bugün "çocuğum ne kadar çabuk büyüyor ilk süt dişi sallandı bile!"

2 Kasım 2011

biri-diğeri

aynı hamurdan yapılmış, aynı tavda dövülmüş, aynı dalda olgunlaşmayı bekleyen, aynı ışığı, aynı suyu alan iki cansınız ama nasıl da birbirinizden farklısınız :

-birinizi mumla arayıp zorla bulduk, diğeriniz umulmadık anda süprizle geldi.
-biriniz 10 aylıkken koştu, diğeriniz 14 aylık zor taytay durdu.
-biriniz esmer doğdu süt beyaz oldu, diğeriniz sarışın doğdu karabiber oldu.
-biriniz sınıfının en irisi, diğeriniz en minisi.
-birinizin mülkiyet hissi yok elindekini verir, diğeri kaydığı kaydırağı kendinin bilir.
-biriniz düşse canı yansa iyiyim der kalkar, diğerine az bir şey olsa ortalığı yıkar.
-biriniz hareketli dağınık, diğeriniz temkinli titiz.
-birinizi ikna etmek kolay, diğeriniz unutmaz, inatçı.
-biriniz merhametli, empati kurar, diğeriniz dikkat çekmek için her şeyi yapar.
-biriniz iştahlı yalar yutar, diğeriniz 40 kere çiğner yine ağzında tutar.

ve tabi biriniz canan diğeriniz can...

kardeşleri karşılaştırmayın diyorlar ama bir kereden bir şey olmaz canım :)

24 Ekim 2011

çocuk kitapları

elif e miniş, eren e araba almaktan bıkmıştım. artık bunların yerine kitap almak konusunda anlaştık ya da ben anlaştığımızı düşünüyorum :)feridul oral ın tüm kitaplarını almak istiyorum, çok güzeller.... her gün pirinç lapası yemekten bıkan bir minik ejderhanın ormanda yiyecek aramasını ve bu sayede bulduğu arkadaşlarını doğumgününe davet etmesini anlatıyor.
behiç ak ın "uyurgezer fil" ini öyle çok sevdik ki, karadeniz deki yunus u çok merak ettik...
aslında muğla-milas ın liman kasabası olan güllük te çok benzer bir efsane dinlemiştim. hatta yunus balığı sırtındaki çocuğun heykeli bile vardı denizin ortasında...
karadenizde geçen farklı bir kurgu, resimleri de öykü de çok güzel....

not: felaketler birbirini kovalar sözünü doğrularcasına, van da 7,2 lik bir deprem yaşanması hepimizi sarstı ama bizim de yapabileceğimiz birşeyler var. hem duygularımı hem de yapılabilecekleri anlatan güzel bir yazı, ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar iyi : bir anne doğdu-önce insan olmak.

18 Ekim 2011

bugünlerde...

deneyler kitabına ara ara devam ediyoruz. haftasonu yaptığımız ısınan hava yükselir prensibiyle çalışan ve kaloriferin üzerinde çılgınlar gibi dönen yılan bizi çok eğlendirdi.kesip helezonik yapıyı elde ettikten sonra, kafasından iğneyle iplik geçirdim...
haşhaşlı yaşpasta, favorilerimden :) internette sayısız tarifi var, haşhaşı aktarlardan temin edebiliyoruz.
soğuduktan sonra üzerine kremşanti de koyduk ama fotoğrafını çekmeyi unutmuşum, nefisti :)
sonbaharın son güneşli günlerinden biraz daha faydalanmak istedik ve çekinerek de olsa kızılay turuna karar verdik. elif ve eren in ilk metro deneyimi görülmeye değerdi.
arkasından yemek ve izmir caddesi :)
son olarak kuzenimiz duru nun ilk yaşını hepbirlikte kutladık...

zaman geçiyor, çocuklar hızla büyüyor... bunun ilk çağrışımı yaşlanmak olsa da kendimize daha fazla zaman ayırabiliyoruz. daha hızlı hareket edebiliyor daha özgür plan yapabiliyoruz. biberonlar, bebek bezleri, pusetler hayatımızdan çıktı, gezme çantalarımız iyice küçüldü. yemek ve uyku saatlerimiz sorun olmaktan çıkıp, günlük rutinin olağan parçaları haline geldi.

geriye dönüp baktığımda, çok yol almışız diyorum :)

11 Ekim 2011

mutfak deneyleri

elif, deneylerle bilim kitabından ilk olarak "görünmez mürekkep" i seçti. limona parmaklarını batıra batıra beyaz kağıda birer resim çizdiler. kağıtlar kuruduktan sonra sıcak ütüyle ütüledim.ütülendiğinde görünmez mürekkebin kahverengiye dönmesi gerekiyordu lakin bizimki ancak açık sarıya dönebildi :) bu deney sirkeyle de yapılabiliyormuş aklımızda bulunsun.
ikinci olarak "yıkılan kuleler". öncelikle kesme şekerden kule yaptılar. sonra tabaklara gıda boyası ile hazırladığım renkli sudan koyduk.
renkli suyun nasıl şekerlere tırmandığını ve kuleyi yıktığını gördük.
deney yapmayı ikisi de çok sevdiler ara ara kitabımızdan uygulama yapmaya karar verdik.

27 Eylül 2011

yeni kitaplarımız

çok gürültülü bir şehre uyurgezerliği sayesinde sessizlik getiren bir sirk filini anlatıyor. insanlar fili o kadar seviyorlar ki uyanmasın diye gürültü yapmayı keserek sessizliğin nasıl bir şey olduğunu farkediyorlar.
tubitak ın erken çocukluk kitaplığından...
serinin ilk kitabıyla kuzenimiz tanıştırmıştı bizi. eren inanılmaz sevmiş, elinden hiç düşürmemişti. her ne kadar kahramanı canavarmış gibi görünse de, çok akıllı bir fındık faresinin, zekası sayesinde ormanda nasıl güvenle yaşadığını anlatan, çizimleri anlatımı bir o kadar güzel ve şiirsel bir kitaptı "tostoraman"... serinin ikinci kitabı olarak "tostoraman ın yavrusu" nu görünce almadan duramadım. ilki kadar güzel, ilki kadar zekice, eren in yeni gözdesi oldu :)
tubitak tan 6 yaş üzeri olarak çıkmış, elif de yazın bir başka kuzenimizin sayesinde sevmişti bu kitabı. zevkle okuyoruz henüz uygulamaya geçemedik ama evde kolayca yapabileceğimiz bir çok deney var içinde...
ah ah ne zordur yavru ahtapot olup da her gün sekiz kollu kıyafetler giymek :) diye düşünen bir yavru ahtapotun nihayetinde çok kolunun olmasının velhasıl bir ahtapot olmanın aslında güzel bir şey olduğunu anlamasıyla devam eden güzel bir öykü :) feridun oral ın resimlediği bir de "benekli faremi gördünüz mü" var yapı kredi yayınlarından onu da çok beğeniyoruz...

25 Eylül 2011

birini tanımıştım

yaşamı hiçe sayan, kendini hiçe sayan birini tanımıştım. hep acelesi vardı. çalışırken, yemek yerken, sigara içerken... onun acelesi vardı çünkü biran önce hayattan payını düşeni alıp gitmek istiyordu. günün bitimini de sabahı da iple çekiyordu, biribirini kovalayan haftaları keyifle sigarasından derin nefesler çekerek izliyordu. o ölüme yaklaşmayı, ölümünü çabuklaştırmayı istiyordu. hastasın demişti doktorlar, içmeyeceksin dinleneceksin... tedaviyi reddediyor, yapabileceğinin en iyisini yaparak sigarayla içkiyle daha çok yarenlik ediyordu... ailesi mi, evet vardı ama onun bu azminin karşısında kimse duramazdı.

birini tanımıştım, memuriyetime onun yanında başlamıştım. hiyerarşiden, bürokrasiden hoşlanmazdı. hep gençlere, bizlere dönük yaşardı. çok çalışırdı, sanki hayatındaki başka boşlukları kapatmak istercesine... yolunda gitmeyen, tutmayan bir şeyler mi var, o gece uyuyamazdı.

birini tanımıştım, kimseyi kıramazdı... üstleri kadar astlarının da öfkeli şikayetlerine maruz kalır, arada sıkışsa da sesini çıkarmazdı... evde sorun işte sorun derdi ama ikisi için de iyileştirici bir adım atamazdı. sigarayı bırak deseler, eroine başlarım derdi, öleceksin deseler, kurtuluşum orada derdi. ilerledi hastalığı, kötüleştiği dönemler hastanede yattı, biraz düzelince düzenine devam etti... en son hastanede ziyarete gelen arkadaşıyla peşpeşe üç sigara içti ve o gün çok arzuladığı ölümüyle kucaklaştı...

birini tanımıştım. hep emekli olmak isterdi, her sene bir dilekçe yazar onu sümen altında bekletir bir türlü veremezdi. birini tanımıştım hep emekli olmak isterdi ama emeklilik hayali kilitli bir çekmecede kalakaldı...

22 Eylül 2011

toplantı

ne zaman okulda bir toplantı olsa annem: "gene para isteyeceklerdir" derdi. o sıralar ilkokuldaydım ve annemin o yollardan geçen 4.çocuğuydum. aslında bu, her kademede çocuk okutmuş emekli bir öğretmen için gerçekçi bir yorumdu belki ama ben o yaşlarda bunu anlayabilecek olgunlukta değildim. oysa şimdi kreşten gelen toplantı çağrısının aslında ne anlama geldiğini daha iyi biliyorum. her ne kadar toplantının odak noktası olmamasına çalışılsa da gündem maddeleri arasında en önemli sıralarda yer alıyor. bizim kreşte her sınıf eylül ayında çocukların yaş gruplarına göre oyuncak ve kırtasiye alımı yapıyor. ayrıca sınıfta demirbaş sayılmayan ve yenilenmesi gereken perde, koltuk gibi mefruşat sınıfına giren malzemeler de velilerden toplanan bu bütçeyle karşılanıyor. kızımın toplantısı bugündü ve her veli için belirlenen rakam 200 tl ydi. haftaya da oğlum için aynı tarz bir toplantı daha olacak. üzerinde durulan diğer konular ise şöyle;

-pazartesi kitap, cuma oyuncak günü, unutulmayacak
-pazartesi tırnaklar kesilmiş olarak gelinecek
-çamaşırlar her gün mutlaka değiştirilecek
-kirlenen kıyafetlerin ertesi gün temizi gelecek
-haftada en az 2 kez banyo yapılacak
-saçlar toplanmış olarak okula gelinecek
-eşofman tipi beli lastikli kıyafetler tercih edilecek
-kolye, küpe, bilezik, kemer, askı kullanılmayacak

verilen üstü kapalı mesajlar :
-evde büyüklere yönelik diziler izlettirmeyin (tv saatlerini kısıtlayın)
-pc de kavgalı oyunlar oynamasınlar (pc saatlerini kısıtlayın)
- çocuğunuzun kitaplığını yenileyin, yeni kitaplar alın

17 Eylül 2011

3 yaş...

sen doğduğun zaman ankara da sonbahardı
herkes yaz rahavetinden sıyrılırken, bendeki bir maraton hazırlığıydı
o hastane odasında gördüm seni ilk, maviler içindeki pembe beyaz yüzünü
bilgileri taze, tecrübeli anne güveniyle alırken seni kucağıma
hissettiğim mutluluk ve tamamlanmışlık duygusuydu...

kızım demenin tadından, oğlum demenin farklılığına alıştı önce dilim
sonra pembe kıyafetlere mini mini maviler eklendi yavaş yavaş
sizleri aynı fotoğraf karesinde görmenin gururu, hep gözlerimden taştı
büyümenizi izlemek, seyrettiğim tüm diğer şeylerden harikaydı...

büyüdünüz, bunu en çok bu yaz anladım... bugünlerin kıymetini sık sık hatırlatanların da aslında ne demek istediğini anladım. bağımsızlaşmanın aramıza koyduğu mesafelerden bahsediyorum... şimdilik fiziksel de olsa giderek belirginleşecek boyutlarını artırarak... sırada ise yeni bir süreç var: "3-6 yaş aralığında iki çocukla yaşam" bakalım nasıl olacak...

iyi ki doğdun, iyi ki oğlum oldun...