21 Ocak 2020

Kanlı Düğün

KANLI DÜĞÜN - İZMİR DT
Büyük Oyunu - 2 Perde - 2 saat 5 dakika
Yazan Federico Garcia Lorca - Çeviren A. Turan Oflazoğlu - Rejisör Bozkurt Kuruç
OYUNUN KONUSU: Kanlı Düğün, İspanyol şair ve yazar Federico García Lorca’ nın Köy Oyunları Üçlemesi' nin ilk oyunudur. Bu şiirsel tragedya, yasak bir aşk ilişkisini anlatır. Oyunda, feodal yapının kırsal kesimde yaşayan halk üzerinde nasıl baskı kurduğu ve bireylerin feodal düzen karşısındaki çaresizlikleri gözler önüne serilir. Simgesel anlatımı ve yazarın özgün şiir diliyle başyapıt özelliği kazanan oyun; yasak aşkı, tutkuyu ve toplum baskısını İspanyol kültürü üzerinden, evrensel ölçüler içinde aktarmaktadır. 
OYUNCULAR: Ana: Şebnem Doğruer - Güvey: M. Asım Tuncay Aynur - Gelin: Nagehan Yazıcı - Kaynana: Emine Sitare Tuna : Leonardo’nun Karısı: Hande Kılıç - Leonardo: Hakan Özgömeç - Gelinin Babası: Ümit Dikmen - Hizmetçi: Süreyya Kilimci - Komşu Kadın: Şenay Ü. Dikmen - Ölüm: Ayşin Kıran - Yardımcı Oyuncular: Deniz Yağcı, Ender Şeviker, Deniz Burak Mersinli, Derya Kara Erk, Gizem Cessur, Hüseyin Kayar, Tolga Erk, Selda Mikkola, Tuğçe Us, Meltem Başınhan, Hülya Yılmaz, Salih Köküz, İlke Can Fulya Gezici - Dansçılar: Yasemin Altınel, Ece Belkıran, Altan Kılıç, Kaan Güler
Devlet Tiyatrolarının 7.Ankara Buluşması Klasikler Haftası için tercih ettiğim üç oyundan sonuncusu Cüneyt Gökçer Sahnesinde gösterilen İzmir Devlet Tiyatrosu' nun Kanlı Düğün isimli oyunuydu.
Kanlı Düğün (Bodas de Sangre) Federico Garcia Lorca' nın bir tragedya oyunudur. Lorca' nın "Köy Trajedileri Üçlemesi" adlı üçlemesinin ilk oyunudur (Diğer iki oyun Yerma ve Bernarda Alba'nın Evi' dir.) Lorca, oyunu 1932'de yazmış ve ilk olarak 1933' te Madrid' te, aynı yıl Buenos Aires'te sahnelenmiştir.
Kanlı Düğün, üçlemenin diğer oyunları gibi 1930'lar Endülüsünde geçer ve geleneksel törelerin, insan doğasına uymadığı ve dolayısıyla özgürlük ve mutluluk getirmediğini anlatır. Oyunda aşk, ölüm gibi temel temalar, şiirsel bir dille ve bolca sembolizm kullanılarak aktarılmıştır. İspanyol edebiyatının kalemi güçlü şairi, oyun yazarı, ressam, piyanist ve aynı zamanda besteci olan Lorca, ardında sayısız güzel şiirler ve oyunlar bırakmıştır. İspanya iç savaşının başladığı Franco döneminde, milliyetçiler -Franco’nun adamları- tarafından 38 yaşında öldürülmüştür. 
İzmir Devlet Tiyatrosunun daha önce 'Yanık' isimli oyununu izleme şansı bulmuştum. Şebnem Doğruer' i ilk orada görmüş ve çok başarılı bulmuştum. Kanlı Düğün' de de oyunu ayakta tutan en sağlam dayanağın kendisi olduğunu düşünüyorum. Deneyimli oyuncu Şebnem Doğruer 'anne' rolünde; sesiyle, ruhuyla, bedeniyle oyuna gerçek anlamda inanan ve sahip çıkan, sahneleri sırtlayıp götüren, lokomotif diyebileceğimiz bir misyona sahipti diyebilirim.
İlk perdenin durağan olay örgüsü, ikinci perdede biraz daha hızlanarak İspanyol müziği ve Flamenko dansları ile hareketlendi. İzmir DOB sanatçılarının sahnede olduğu anlar hem müzikal hem de görsel açıdan oldukça doyurucu ve etkileyiciydi. 
Oyun kırk beşer dakikalık iki perdesi ile oldukça ideal bir süreye sahipti. Rejinin metnin orijinal haline sadık kaldığını söyleyebilirim. Oyunun konusu:
Leonardo' nun ailesi ve Damadın ailesi arasında eskiden beri süre gelen çekişmeden dolayı konusu çok fazla açılmayan bir kan davası vardır .Gelinin düğün günü eski nişanlısı (Leonardo) ile kaçması bu kan davasını dahada bir kuvvetlendirmeye neden olmuştur. Damadın annesi bu kan davası yüzünden kocasını kaybetmiş ve oğlunu 'da (damat) kaybetme korkusu yaşar, Gelin , Leonardo ile daha önce nişanlanmıştır, fakat nişan bozulduktan sonra Leonardo gelinin akrabası ile evlenir. Bu evlilik aralarında bir kıskançlık doğurması ile başlayarak gelin Leonardo' nun kan davalı olduğu ailenin oğlu ile nişanlanır. Bitip tükenmek bilmeyen gelin ve Leonardo arasındaki aşkın sonucu kana bürünmüştür.Damat bu olayı göz ardı edip gelini büyük bir aşkla sevmektedir. Gelinin evliliğini duyan Leonardo' nun çılgına dönmesi bu düğünün bozulmasına neden olarak aileler arasındaki iç savaşın tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur.
Oyunun final repliği biraz havada kaldı ve izleyiciler olarak temsilin bittiğini tam olarak anlayamadık ama aslında bir durum özeti niteliğindeydi :) Töreler her ne kadar tersini söylese de bazen kabahatli yoktur:
GELİN : Sen olsan sen de giderdin. İçi dışı yarayla dolu, arzudan yanıp tutuşan bir kadındım ben; oğlun da, kendisinden çocuklar, toprak, sağlık umduğum bir avuç suydu; ama öteki, çalılıklarla tıkalı, karanlık bir ırmaktı, sazlarının fısıltısını, mırıltılı türküsünü getiriyordu bana. Soğuk sudan bir küçük çocuğa benzeyen oğluna uydum ben de; ötekiyse, yüzlerce kuş saldı üstüme, bu kuşlar yolumu tuttular, beyaz beyaz kırağı bıraktılar yaralarım üzerinde, zavallı, sararıp solmuş bir kadının, ateşle okşanmış bir kızın yaraları üzerinde. İstemezdim, unutma ki, ben de istemezdim! Oğlun benim yazgımdı, ona ihanet etmiş değilim; ama ötekinin kolu, denizin çekmesi, boğanın itmesi gibi sürüklüyordu beni, her zaman da sürükleyecekti, her zaman, her zaman; kocamış bir kadın olsam da, oğullarımın oğulları saçlarımdan tutsa da!
ANA : Kabahat onda değilmiş: bende de değil! Kimde öyleyse?
Diğer oyunculuklar açısından öne çıkan ve akılda kalıcı bir performans göremesem de sadece Şebnem Doğruer, Flamenko dansları, Lorca metni, İspanyol müziği için izlenebilecek bir temsildi.
Teşekkürler İzmir, yine bekleriz :)

19 Ocak 2020

Hırçın Kız

HIRÇIN KIZ - İSTANBUL DT
Büyük Oyunu 2 Perde - 2 saat 30 dakika
Yazan William Shakespeare - Çeviren Nurettin Sevin  - Dramaturgi ve Reji: Yücel Erten
OYUNUN KONUSU: Oyun, Sinyor Battista’nın biri fevkalade hırçın ve dik başlı, diğeri uysal ve uyumlu iki kızının evlilik maceraları çevresinde döner. Battista, huysuz büyük kızı Katerina kocaya varmadan, küçük kızı Bianka’nın evlenmesine izin vermeyeceğini açıklamıştır. Küçük kızın talipleri, bu kilidi açması için Petrukio’ya başvururlar. Petrukio hem evlenip kadının yüklü çeyizine konmak hem de onu terbiye edip uysallaştırma iddiası ile işe girişir. Bu arada Bianka’nın talipleri de türlü yöntemlerle genç kıza yaklaşmaya, gönlünü çelmeye çalışırlar. Katerina’nın erkek egemen çevreye ayak direme çabası ile Bianka’yı elde etmek için kurulan düzenler, bir çeşit anafor oluşturacaktır.
OYUNCULAR: Katerina: Veda Yurtsever  - Petrukio: Hakan Meriçliler - Battista: Uğur Hakan Güneri - Luçentsio: Turan Günay - Gremio: İlkay Akdağlı - Tranio: Fatih Dokgöz - Grumio: Zülfükar Ali Sinan Demir - Ortensio: Burak Altay - Bianka: Çiğdem Yıldız - Biondello: Bilal Ercan - Vinçentsio: Rezzak Aklar - Yolcu: Ahmet Taşdemir - Terzi: Mehmet Emrah Hamşioğlu - Dul Kadın: Seda Özgiş - Finto: Tuba Aydın - Heykeller: Başak Ova, Büşra Saraç, Özlem Karataş, Tuğçe Topçu - Uşaklar: Ahmet Kurt, Erdem Bilgi, Hakan Sivlim, Muhammed Yıldız
Devlet Tiyatrolarının 7.Ankara Buluşması Klasikler Haftası için tercih ettiğim üç oyundan ikincisi Akün Sahnesinde izlediğim Hırçın Kız' dı. Ve üç tercihimin içerisinde en isabetlisi olduğunu yazımın en başında söylemek istiyorum :) Bunun nedeni Hakan Meriçliler' i sahnede izleyebilme şansı bulmamın yanı sıra rejinin verdiği cesur sanat dersiydi aynı zamanda.

Hırçın Kız konusu:
Shakespeare’in erken dönem komedyalarından biri. 1590-1591 yıllarında yazılan ve ilk kez 1593 yılında sahnelenen oyunun orijinal adı “The Taming of the Shrew”. (Huysuz, belalı, şirret kadının yola getirilmesi, ehlileştirilmesi) Oyun, varlıklı baba Baptista’nın Katharina ve Bianca adlı iki kızının evlenme süreçlerini anlatır. Küçük kız Bianca görgülü ve kibardır, pek çok erkek onunla evlenmek ister. Ablası Katharina ise hırçın, huysuz ve isyankar olduğu için talibi yoktur. Baptista, küçük kızı Bianca’nın taliplerine önce büyük kızı Katharina’nın evlenmesi gerektiği söyler ve böylece türlü entrikaların döndüğü bir süreç başlar. Katharina’yla evlenmeye talip olan Petruchio’nun asıl derdi zengin babasının servetidir. Bu evlilik sayesinde önü açılan Bianca’nın taliplerinin rekabetleri ve Petruchio’nun türlü hilelerle ve zorbalıkla Katharina’yı yola getirerek kendisine biat ettirme çabalarının anlatıldığı komedya, dönemin İngiltere’sindeki ilişkiler, evlilikler ve aile yapısı üzerinden “kadının toplumsal konumunu” yansıtır.
 
Oyunun son sahnesinde ise; Petruchio, karısı Katharina üzerinden girdiği itaat bahsini kazanmıştır. Ve Katharina' nın 'kadınların neden kocalarına itaat etmeleri gerektiği' hakkındaki izahatli uzun konuşması ile yazar eserine son vermiştir. 

Son dönemlerde 'Devlet Tiyatrolarında' sahnelenen oyunlar ile ilgili; Hırçın Kız' a erk sahiplerinin 'toplumda kadının yeri' ni gördüğü açıdan baktığımızda,  standartlar içerisinde kalan bir fikre sahip olduğunu görebiliyoruz. İşte onlarca topluluk tarafından sahneye koyulan klasiklerde farkı reji yaratıyor. Yücel Erten' i saygıyla selamlamak isterim bu noktada.
Petruchio' ya hayat veren Hakan Meriçliler' in sık sık izleyici ile temas kurması; sık sık dalgalanan kurlardan, faiz oranlarından bahsedilmesi; havaya atılan altın keselerinin direk muhataplarına değil de dolambaçlı yollardan yerlerine ulaşması; manipülasyon, kumpas, algı oyunu gibi aşina olduğumuz ifadelerin ustaca güldürü unsuru olarak metne yedirilmesi, tam da 'görmek istediğimiz reji hareketleri' olarak hafızalarımızda yer ediyor. Hele ki o herkesi şoke eden son... Yücel Erten tam da benim itiraz etmek istediğim noktalarda itiraz ediyor Shakespeare' e.
İngiliz 16.yy eril hegomanyasının toplumsal yaşamını anlatan Hırçın Kız, Petruchio' nun Katharina' yı ehlileştirerek yola getiren finali ile benim için bir hayal kırıklığı iken, bu reji yorumu tam olarak yüreklere su serpen nitelikte...
Ve Bianca... Katharina ne kadar huysuz, hırçın, asi ise kız kardeşi Bianca o kadar uslu, uysal, söz dinleyen bir kız. Ancak temsil içerisinde zaman zaman onun da ikinci yüzünü, ablasını nasıl çileden çıkartabileceğini görebiliyoruz. Ve nihayet finalde, Katharina, Shakespeare' in ''artık Petruchio' nun egemenliğini kabul edip, tüm kadınların da bunu yapması gerektiğini anlatan'' biat tiradından sonra, hafızalarımızda 'ruhuna sahip çıkmış bir kahraman' olarak kalıyor...
Ve oyunculuklar; Hakan Meriçliler performansını izleyebilmek bir şanstı benim için, keşke daha çok oyunda görebilsem kendisini tam bir sahne insanı... Keza Veda Yurtsever Katharina karakterinin hakkını verdi kesinlikle. Oyunculukların tümü anlamında geri düşen, oyunu aşağı çeken hiç kimse yoktu. Ve bu çok az oluyor gerçekten...  
Dekor, müzik, kostümler kesinlikle ayrı ayrı bütünleyici, işlevsel ve güzeldiler. Çok keyif alarak izledim. Salonun tamamı ayakta dakikalarca alkışladı, tüm izleyicilere dokunduğunu düşünüyorum. Umarım tekrar izleme şansı bulurum. 
Teşekkürler İstanbul Devlet Tiyatrosu, teşekkürler Yücel Erten :)))

16 Ocak 2020

Yanlışlıklar Komedyası

Yanlışlıklar Komedyası - Van DT
Büyük Oyunu 8+ 2 Perde - 1 Saat 40 Dakika
Yazan: William Shakespeare - Çeviren: Bülent Bozkurt
Rejisör: Özgür Avcu - Yöneten: Özgür Avcu
OYUNUN KONUSU:  “Dünyaya kardeş olarak birlikte geldik ve şimdi el ele gidelim.” Diyerek, kardeşlerini bulmak için denizleri aşıp Efes’e gelen Siraküzalı ikizler kendilerini istemsizce yanlış anlaşılmaların içinde bulur. Bir günün yanılgısı, kaderin cilvesi ile birleşince Yanlışlıklar Komedyası doğar.
OYUNCULAR: Efes’li Antipholus: Muharrem Dalfidan - Adriana: Elif Küçükkoyuncu - Sırakuzalı Antipholus: Mustafa Çağatay Turgut - Efes’li Dromio: Tuğrul Ozan Tuğrul  - Sırakuzalı Dromio: Kadir Oğuz - Lucianna: Ceren Erlüle  - Luce-Fahişe: Gülbahar Bozkurt - Tüccar-Doktor-Pinch: Kamil Samet Selçuk - Solinus: İsmail Doğancan Yurdigül  - Egeon: Nedim Salman - Kuyumcu: Muammer Turgut - Tüccar-Balthazar: Erdem Yılmaz - Zındancı-Soytarı: Mustafa Erdem - Emilia: Şerdan Kıpçak - Memur: Nergiz Aydeniz -Tüccar: Barış Demirkıran
Yanlışlıklar Komedyası (The Comedy of Error)
William Shakespeare (1564-1616): Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400 yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Yanlışlıklar Komedyası’nda olay dizisini ikiz kardeşler ve onların ikiz uşaklarının benzerliğinden kaynaklanan yanılgılar üzerine kurmuştur. Birbirini izleyen yanılgıları gülerek izleyen seyirci, oyunun başında öğrendiği acılı bir yaşam öyküsünün nasıl sona ereceğini de merak içinde bekler. Kaderin bir fırtınayla dağıttığı ailenin bireyleri bu gülünç olaylar arasında birbirini bulur. Mutlu son inandırıcı bir gelişmeyi izleyerek ortaya çıkar. Yanlışlıklar Komedyası Shakespeare’in ilk ve kısa komedyalarındandır.
Devlet Tiyatrolarının 7.Ankara Buluşması Klasikler Haftası için tercih ettiğim üç oyundan ilkini dün akşam izledim. Van Devlet Tiyatrosunun sahneye koyduğu eserin izleyici koltuklarında büyük beğeni görmediğini düşündüğümü söyleyebilirim.
Oyun Ephesus kentinde geçer. Syracusa ve Ephesus ticaret yüzünden birbirine düşman iki kent devlettir. Tüccar Egeon, Syracusalılara yasaklanan Ephesus kentine girdiği için tutuklanır. 24 saat içinde fidye tutarını ödeyemediği takdirde ölümle cezalandırılacaktır. Egeon, yıllar önce ailesiyle birlikte geçirdiği bir deniz kazası sonucunda karısını, ikiz oğulları Antipholus' lardan ve gene ikiz olan uşakları Dromio' lardan birini yitirmiştir ve ölüp ölmediklerini bilmemektedir. Syracusa' da babasının yanında büyüyen Antipholus, kölesi Dromio' yu da yanına alarak ikiz kardeşlerini bulmak için yola çıkar. Bir süre sonra oğlundan haber alamayan Egeon da Antipholus'un peşinden gider. Sonunda Syracusalı baba oğul birbirlerinden habersiz diğer ikizlerin yaşadığı Ephesus kentine gelirler. Ephesus' lular ikizleri birbiriyle karıştırır. Kentte ikizlerin varlığı yüzünden yanlışlıklar birbirini kovalar. Ephesus'lu Antipholus'un karısı Adriana bile kocasını ikiz kardeşinden ayırt edemez. Böylece tüccarlar kenti Ephesus' da, ikizlerle ilintili bazı ticari ilişkiler ve parasal dengeler alt üst olur. Borçlarını tahsil edemeyen tüccarlar birbirlerini tutuklattırır. Ephesuslular da tutkulara, aşklara, kıskançlıklara, öfke ve hırslara yenik düşerek bu yanlışlıktan nasibini alacaktır. Ancak her zaman olduğu gibi yanlış anlamaların ağır bedelini gene alt sınıftan köleler ödeyecektir.
Öncelikle eserin getirdiği telaş ve kaos içerisinde replikleri anlamaya çok özen gösterdiğim halde metnin çoğunu yakalayamadığım bir tiyatro akşamı yaşadım. İlk sahnede Tüccar Egeon' un olaylar kurgusunun genel çerçevesini anlattığı açıklayıcı kısım maalesef hiç anlaşılamadı. Oyuncuların sesleri, diksiyonları, vurguları, seslerini kullanışları yetersizdi. Repliklerin altında ezildiklerini düşünüyorum. Metinden, dekordan ve kostümlerin ihtişamından beklenilen sahneye yansıyamadı. 
Oyunculuk anlamında ikiz olan uşak Dramio' ları daha başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Oyunu görmüş olmamın benim için en büyük artısı eser hakkında edindiğim bilgiler ile hafızamı tazelemek oldu. Rejinin metnin orijinal haline sadık kaldığını da ekleyebilirim. 
Hep yeni baştan sahne açılsın, tiyatro hep hayatımızda olsun :)) 

14 Ocak 2020

İyilikle Kal

Mecbur kalmasam bu kadar çaresiz hissetmesem aramazdım seni. Eğer kendim bulabilseydim zihnimi bir fare gibi kemiren soruların cevaplarını çalmazdım hiç kapını. Teslimiyet ve kabullenişle geçen günlerim bir çığlık olup çığ gibi örtmeseydi üzerimi ve nefessiz bırakmasaydı beni, rahatsız etmezdim. Koşarak uzaklaşabilsem, kaçarak kurtulabilsem, unutmayı başarabilseydim; geceler bu kadar uzun, yokluğun bu kadar dayanılmaz olmasaydı keşke...
Hatırlıyor musun bir gün aniden çalıştığım kitapçıya gelmiştin. O anda uydurduğumuz komik ve saçma bir sebeple işten ayrılmıştım ve birlikte çok eğlenmiştik. Hep böyleydin, tahmin edilemez, anlaşılamaz, hem bir parçam hem de çok uzakmışsın gibi. Bazen yanımda olduğun ama çok ulaşılmaz göründüğün sessizlik anlarında seni gerçekten tanıyıp tanımadığımı sorardım kendime. O gün yine böyle bir anda bana söylediklerinin ruhumdaki izdüşümünü hiç unutmuyorum. Hayatın tanımladığım tüm güvenilirliğini temelden sarsan ve kendimi evrenin boşluğunda bir tüy gibi amaçsız hissetmeme neden olan bir şeydi. Hiç doğmamış, hiç yaşamamış, hiç sevmemiş gibi hissetmiştim. Başka bir dünyanın cehenneminde ya da matriksin tam içindeymişim gibi...
Sabaha benzemeyen sabahlara uyanıyorum. Sokak lambaları henüz sönmemiş, gözlerimin ışığı yanmamışken. Tüm şehir gibi belki uyanmıyor da uyanmış gibi yapıyorum. Gün doğmadan okula ve işine giden ışıksız gözlerin içinde kayboluyorum. Sana sorularım var hep içimden tekrar ettiğim. Yürürken, müzik dinlerken, bir bulut geçerken... Hayal kırıklıkları ve tamamlanmamışlıklarla bezeli. Sana sorularım var hangisinden başlarsam başlayayım, bitiremediğim. Oysa dünyanın tüm yanlışlarının yok edemediği bir tek doğru cevap yetecek acılarımı dindirmeye. İnsanın yaptığı hataları hiç öğrenemeyecek olabilme ihtimali diyorum, ne kadar hazin. 
Eğlenmek ve cesaretimizi kanıtlamak için düştüğümüz tüm budalaca durumlar ilişkimizin karakteriydi. Edineceğimiz hiçbir mülk, adımızın önüne gelecek hiçbir unvan, banka hesabımızdaki hiçbir rakam bize bu kadar iyi hissettiremezdi. Hesapsız, plansız, gündelik mutluluklar ve heyecanlarla ve tüm samimiyetimiz ve sahiciliğimizle o günden payımıza düşeni yaşıyorduk sadece. Ne dünden artanları ne de yarından avans alınanları... Hatırlıyor musun bir gün hiç tanımadığımız birinin cenazesine gidelim diye tutturmuştun ve aynı akşam da hiç tanımadığımız birinin düğününe gidecektik. Cenazede kimse kimseye neden ağladığını sormaz demiştin, oysa ki herkes kendi sonuna ağlar aslında... O zamanlar kendi sonunu nasıl hayal ediyordun acaba, keşke sorabilseydim sana.
Herkes gitti biliyor musun? Sadece ben kaldım 2018 yılının Ocak ayında... Her şey aynı; kestaneler sobanın üzerinde, içtiğimiz salebin tadı dudaklarımda ve bıraktığın mektubun mürekkebi hala taze. Bazen şaşırıyorum zamanın sadece benim için durmuş olabilmesine. Zaman durdu, yeni hiçbir şey olmadı sen gittikten sonra. Hala güvercinler karşı çatıya attığım ekmekleri yiyorlar, televizyonun açma kapama düğmesi hala tutukluk yapıyor, hala banyonun kapısı gıcırdıyor ve ben hala yalnız uyumayı sevmiyorum. Yazdıklarını okuyorum bazı geceler, hiç iyi gelmiyor bana. Sen değil de başka biri yazmış gibi, sanki hep hayatın bitmesini dileyen biri.. Ölümü gözleyen, ölmeyi bekleyen, ölüme susamış biri gibi.
Hatırlıyor musun, bir gün çok soğuktu. Gökyüzünün günler süren griliğinden kurtulup, güneşi görebilmek için aniden güneye gitmeye karar vermiştik. Tüm yolculuk boyunca 'güneye giderken' i dinlemiştik. Sonra karşımıza çıkan lacivert sakin denizi, yumuşacık meltemi ve gökyüzündeki ışıl ışıl yıldızları görünce, bana sarılmış 'vasiyetimdir, kalbimi sana bırakıyorum' demiştin. Nasıl anlayamadım. Neden anlayamadım. Ya da anlasam ne yapabilirdim ki...

Eğer hazırsan şunu sormak istiyorum sana. Hangisi daha zor; dibe vurduğunu, her şeyin bittiğini, artık sona geldiğini düşünürken sana değer verenlerle birlikte kalabilmek mi? Yoksa her şeyin yolunda gittiğini zannederken herkes, hep böyle gitsin isterlerken, hep böyle mutlu, tutkulu, eğlenceli, neşeli... bir anda ortadan yok olup, kocaman soru işaretleri bırakmak mı gerinde?
Hatırlıyor musun, bir gece yıldız kaydığında ne dilediğimi sormuştun, ben de söylersem gerçekleşmeyeceğini söylemiştim sana. Bilseydim söylemeyince de gerçekleşmiyor dileklerim, mutlaka kulağına fısıldardım kalbimden geçenleri. Eğer duyuyorsan, şimdi cevap vermek istiyorum sana;
Ne kötüyken kalmak, ne iyiyken gitmek, tek dileğim sadece seninle birlikte hep iyilikle kalmak...

 Not: Görseller Rafal Olbinski, öykü kurgusaldır.

4 Ocak 2020

Temiz Ev

TEMİZ EV - ANKARA DT
Büyük Oyunu -2 Perde - 2 Saat 10 Dakika
Yazan Sarah Ruhl
Çeviren Aclan Büyüktürkoğlu / Yönetmen Aclan Büyüktürkoğlu
OYUNCULAR: Matilde:Ayşe Berna Konur / Virginia:Hicran Yavuz / Lane:Mine Medya Haktanır / Ana:Șeyda Akova Balcıoğlu / Charles:Tolga Tuncer / Anlatıcı: Bengü Atar

OYUNUN KONUSU: Fıkra anlatmayı seven ama temizlik yapmaktan hiç hoşlanmayan Matilde, doktor Lane'nin evinde temizlikçidir. Ancak temizlik yapmak yerine fıkra uydurmaya çalışması Lane’i endişelendirir. Evini temizlemekten başka bir işi olmayan ve kendini çok yalnız hisseden Virginia ise kız kardeşinin evine gelip Matilde'nin yerine evi temizlemek ister. Bu sırada Lane'nin eşi cerrah Charles ameliyat ettiği hastası Ana'ya aşık olur ve onu karısıyla tanıştırmak için eve getirir. Ancak onları bekleyen bir sürpriz vardır.

Yeni bir ADT oyunu olan Temiz Evi, sezonun sekizinci senenin ilk temsili olarak Şinasi Sahnesinde izledim. Oyun hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce metin yazarı Sarah Rulh' tan bahsetmek istiyorum biraz. Kendisi 1974 doğumlu genç bir Amerikalı oyun yazarı, profesör ve denemeciymiş. En popüler oyunları arasında Eurydice, The Clean House ve Next Room yer alıyormuş. Pek çok ödülü olan yazarın aldığı ödüllerden en önemlisi PEN (Uluslararası Yazarlar Birliği) tarafından verilen ‘En İyi Yazar Ödülü’ymüş ve 2001 yılından bu yana on iki tane oyuna imza atmış. Bu noktada ben de metni çok beğendiğimi, açık, anlaşılır oluşunun yanı sıra düşünsel ve duygusal derinliği vermekte oldukça başarılı bulduğumu, olay örgüsü, karakter çizimi, bireysel ve toplumsal bakış açısına dokunuşunu hem mizahi hem dramatik açıdan çok dengeli bir şekilde sunduğunu düşündüğümü söyleyebilirim.
Oyun beş karakter ve bir anlatıcıdan oluşuyor:
Brezilya göçmeni Mathilde (Ayşe Berna Konur), temizlik yapmaktan nefret ediyor ama hayatını temizlik yaparak kazanıyor. Aslında bir komedyen olmak istiyor ve 'kusursuz espri'yi arıyor. Mathilde’ nin çalıştığı evin sahibi 'evini kendisi temizlemek için doktor olmadığını' söyleyen Lane (Mine Medya Haktanır). Lane’in kız kardeşi Virginia (Hicran Yavuz) tam bir temizlik bağımlısı ve hayatta kendini en iyi hissettiği anlar, temizlik yaptığı anlar, o anlar onun sadece evi değil, yaşadığı dünyayı da temizlediği, bir nevi terapi anları, tam bir otokontrol ustası ve eşi kahkahasını beğenmediği için gülmüyor. Lane' nin eşi Charles ise (Tolga Tuncer) çok yoğun çalışan bir cerrah ve hastalarından birine Ana' ya (Șeyda Akova Balcıoğlu) aşık oluyor. 
Lane ve Virginia ilişkilerini çok yüzeysel yaşayan, çok yakın oturmalarına rağmen çok nadir görüşen ve birbirlerinden çok farklı karakterlere sahip iki kız kardeş. Charles' ın Ana' yı eşi ile tanıştırmak istemesi ile güçlü ve mükemmel Lane' nin öz güvenin sarsılışını görebiliyoruz. Ana' nın farklı bir dünyadan gelmişçesine canlı, mutlu, rahat ve sevgi dolu oluşu herkeste hayranlık uyandırıyor. Birbirlerinde çok farklı dört kadının kendi cinsleriyle ve kendileriyle ilişkilerinin çok keyifli bir şekilde aktarıldığı bir oyun olduğunu söyleyebilirim. 
Aclan Büyüktürkoğlu çeviri ve rejisinin farkını ise sanıyorum anlatıcı rolü seçimi ile ortaya koymuş. Beş ana karakterin çevresinde dolanan, sahne giriş ve çıkışlarını aktaran, bazen oyuncuları yönlendiren, seslendirmeye, efektlere katkı sağlayan hem görünmez hem de çok gerekli ve çok keyifli bir unsur olarak şahane kostümü ile karşımıza çıkan anlatıcı rolü ile Bengü Atar hoş bir detay oluşturmuştu. 
Oyunun temposu 2 saat 10 dakika boyunca belirli bir ritimde ve hiç düşmeden devam ediyor. İzleyiciye zaman olgusunu unutturacak ölçüde akıcı, doğal, gerçekçi ve etkileyici bir oyundu. Ses, müzik, ışık, dekor ve kostüm tercihlerini çok işlevsel ve başarılı bulduğumu söylemek istiyorum.

Oyunculukların hepsini çok beğendiğimi, herkesin rolünü olabilecek en üst düzeyde yaşadığını ve izleyiciye yansıttığı düşünmekle birlikte akılda kalıcı ve parlayan biri vardı benim için. Virginia karakteri ile Hicran Yavuz muhteşem bir performanstı. 
Oyunun derin felsefi çıkarımlar, klasik edebi tiradlar, hayatın anlamına dair analizler bekleyenler için yavan kalacağını kabul etmekle birlikte iç görü, empati, toplumsal bakış ya da temizlik metaforu üzerinden verilmek istenenlerin metne oldukça sağlam bir temel oluşturduğunu düşünüyorum.

Çok başarılı, keyifle izlenebilecek, su gibi akan bu güzel temsili gönül rahatlığı ile herkese önerebilirim. 
Bol tiyatrolu bir yıl olsun :)