21 Ekim 2021

Dr.Jekyll İle Bay Hyde

DR.JEKYLL İLE BAY HYDE ANKARA - DT Büyük Oyunu 1 Perde - 1Saat 40 Dakika
Yazan: Robert Louis Stevenson - Çeviren: Şükran Yücel
Uyarlayan: Jeffrey Hatcher - Yönetmen: Ünsal Coşar
OYUNCULAR:
Dr.Henry Jekyll: Gökhan Kutum
Edward Hyde: Sibel Günday Karpuzcu/Barbaros Efe Türkay/Kıvanç Bozkır
Gabriel Utterson: Kadir Anıl Adıgüzel
Elisabeth Jelkes: Meray Tunç
Dr.Lanyon – Müfettiş: Egemen Büyüktanır
Sir Danvers Crew – Uşak Poole: Erdi Erciyas
Dedektif Sanderson – Richard Enfield: Berk Baykut
Fahişe – 1.Kadın Çilem Avunç Sağlam
Anne – Dilenci – Hizmetçi Demet Kızılay
Polis – 1.Öğrenci Engin Baysal
Otel Katibi – 2.Öğrenci- 2. Polis Emre Duran
Küçük Kız – 2.Kadın Berrak Atlı
Sarhoş – 3.Öğrenci Emre Olanca



OYUNUN KONUSU: 1800'lerde İngiltere'de geçen oyun, toplum içinde saygın bir yeri olan bilim insanı Dr. Henry Jekyll'ın bir deney yapmaya karar vermesi ve bununla birlikte gelişen beklenmedik olayları konu alır.

Sezona hızlı bir giriş yaptım ve bu durumdan oldukça memnunum:) İzlediğim bu oyun ise beğeni kriterlerimi oldukça yükseltti diyebilirim çünkü uzun zamandır bu derece keyifli bir tiyatro akşamı geçirmemiştim. Akün Sahnesi, dolunaylı bir sonbahar gecesi, öğrencisi bol bir izleyici kitlesi, çok çalıştığı her detayda belli olan özenli ve genç oyuncu kadrosu, akıllıca kullanılmış sahne ve dekor planlaması ve harika kült bir eser... Sadece koltuklarımıza yerleşip arkamıza yaslanmak bu lezzete ulaşabilmek için yeterli. Tek perdede, bir saat kırk dakikanın nasıl geçip gittiğini anlamayacaksınız bile...

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, İskoçyalı yazar Robert Louis Stevenson tarafından 1886 yılında yayımlanan bir kısa roman. Sayısız defa basılan ve raflardan hiç eksik olmayan bu popüler roman, defalarca kez sinemaya uyarlanmış ve sahnelenmiş. Ancak devlet tiyatrolarında ilk kez sahneye konulduğunu belirtmek isterim.

Saygın ve çok zeki bir bilim insanı olan Dr.Jekyll' ın, her insanın içinde var olan iyi ve kötüyü ayırıp, kötüyü ortadan kaldırarak iyi insan oluşturma amacı ile yaptığı deneysel çalışmalarda denek olarak kendini kullanması ve ortaya Mr.Hyde' ın yani kötü tarafının çıkması ile yaşadığı kişilik bölünmesini anlatan oldukça ilgi çekici bir metin. Ünsal Coşar yorumu ile izlediğimiz bu oyunda Mr.Hyde' ın üç oyuncu ile aynı anda temsil edilmesini ve özellikle bu üçlü ve Mr.Jeykll' ın aynı anda yer aldığı sahneleri çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim.

Psikolojik gerilim türünde tanımlayabileceğim oyunda, sahne ışıklandırması, dekor, müzikler ve ses efektleri bu atmosferin oluşturulmasına katkı sağlamış. Sahnenin her yerine gidebilen büyük tekerlekli kırmızı kapının yorumun, en güçlü metaforu olduğunu düşünüyorum. Hem mekan hem karakter geçişleri hem de Dr.Jekyll ve Mr.Hyde' ın güç savaşları anlatılırken oldukça işlevsel ve estetik bir görsellik sunuyor izleyiciye. Özellikle final sahnesinde kapının çok ustaca ve çarpıcı bir şekilde kullanıldığını söyleyebilirim. Bu noktada sahne arkası sinevizyonundaki boşluklarda kullanılan deseni (porselen deseni)  anlamsız ve rahatsız edici bulduğumu, sokak yansıması dışındaki görüntüleri ise gereksiz bulduğumu ekleyebilirim.

Dr.Jekyll' ın amacı zaman zaman hazırladığı iksiri içip, Mr.Hyde' a kontrollü bir şekilde dönüşmek iken, bir süre sonra Mr.Hyde iksir içmese de kendiliğinden ortaya çıkmaya başlar. Dr.Jekyll' ın aksine fiziksel olarak çirkin, acımasız, zalim bir katildir. Yaptığı kötülüklerin dozu yavaş yavaş artmakta ve kendisi güçlenmektedir. Bu şekliyle her zaman birbiri ile mücadele halinde olan içimizdeki kötülüğün, iyiliği mağlup ettiği düşünülebilir.

İlk kez izlediğim genç oyuncuların çok çalıştıkları, çok emek verdikleri her an hissediliyordu. Dr.Jekyll' a can veren Gökhan Kutum çok başarılı bir performanstı. Her birini tebrik ediyorum. Uyum içerisinde sahnelenen başarılı bir iş çıkarmışlar.

Ve sonunda insanın çok çeşitli, kendi içinde bağdaşamaz ve bağımsız kişiliklerin bir araya gelmesinden başka bir şey olmadığını tahmin etme cüretinde bulundum. Bilinç dünyamda çarpışan ikili yaradılıştan biri ya da öbürü olduğum rahatlıkla söylenebilirse de, bunun ancak tümüyle her ikisi de olduğum için söylenebileceğini anladım.

Kendi benliğimden çekip çıkarmış olduğum Hyde, yaradılış olarak kötü ve alçaktı. Tüm davranışlarında bencilliğin izleri vardı. Hırslarını yontma gereği bile duymuyor, hayvani bir içgüdüyle bir kötülükten diğerine sıçrıyordu. Yüreğinde merhametin kırıntısı bile yoktu. Hyde'ın bu davranışları karşısında tüylerim ürperirdi. Her şey yasalara aykırıydı, onun varlığı bile. bu yüzden çenemi tutmak zorundayım. suçlu hyde idi, ben değil...
Ankara izleyicileri kaçırmasınlar, diğer izleyiciler turneleri takip etsin derim. Sinema havasında izleyebileceğiniz akıcı bir oyun. Ben de sezon bitmeden bir kez daha izleyebilmek istiyorum.

İyi ki tiyatro var :)

18 Ekim 2021

Başvuru Beklemede


BAŞVURU BEKLEMEDE - Eskişehir Şehir Tiyatroları
Tek Perde-1 Saat 15 Dakika
Yazan: Greg EDWARDS ve Andy SANDBERG
Çeviren: Emel ASLAN
Yöneten: Çiğdem ALTUĞ
OYNAYAN: Özlem AKDOĞAN

Konusu: Sıra dışı bir anlatım ve görselliğe sahip olan oyun, yetişkinler ve çocuklar arasındaki iletişimi, Ebeveyn olma halini ve eğitim sistemini sorguluyor.
 
Eskişehir Şehir Tiyatroları' nda izlemeyi istediğim esas oyun 'Macbeth'. Sezon bitmeden onu da izleme şansı bulabilmeyi umuyorum :) 
 
 
Başvuru Beklemede' nin konusunu oyun tanıtımından okuduğumda 'yetişkinler ve çocuklar arasındaki iletişim', 'eğitim sistemi' ve ebeveyn olma hali' gibi odak noktalarıyla oldukça ilgimi çekmişti. Ancak metnin tümüne baktığımızda konuyu bu şekilde tanımlamak ne kadar doğru emin olamıyorum. 
New York’ta pahalı ve kayıt kriterlerinin zor olduğu saygın! bir özel okulun anaokulu bölümünün idari işlerindeyiz. Normalde okulda yardımcı öğretmen olarak çalışan Christine, görevinden ayrılan idari işler birimi personelinin yerine göreve başlıyor. Ve gün boyunca onlarca kişinin kayıt işlemleri ile ilgili telefon ve taleplere, aynı zamanda da okulun sahibinin o akşamki yemekli organizasyonu ile ilgili düzenlemelere karşılık vermeye çalışıyor. Telefon görüşmelerini yaparken Şehir Tiyatroları bünyesinde yer alan otuziki sanatçı, yardımcı oyuncu olarak görüntülü bağlantılar ile Özlem Akdoğan' a eşlik ediyor. Bu noktada oyunun bana Tamamen Doluyuz 'a güçlü çağrışımlar gönderdiğini söyleyebilirim. Yine tek kişilik bir oyun, yine telefonlara cevap vermeye çalışan ve arayan kişilerin görsel olarak sahnede paylaşıldığı tempolu bir performans. 

Christine' e çok da dost canlısı yaklaşmayan çalışma arkadaşları ile mobbing uygulayan patronunu bir tarafa bırakırsak, bu metin içerisine okul bünyesinde uyuşturucu üretimi, patlayıcı yapımı ve patronun seks videosu gibi bağdaştırmakta zorluk çektiğim ve bütünsellik içerisinde hazmedemediğim alt konuların yer almasını yadırgadığımı söyleyebilirim. Bir solo ebeveyn olan ve oğlu dini eğitim veren bir okulda okuyan (yetkili olarak rahibe ile görüntülü konuştuğu için bu çıkarımı yaptım) Christine, akşam cadılar bayramına gidebilmek için oğluna vermiş olduğu sözü, anlayışsız patronunun yemek organizasyonuna katılma zorunluluğu nedeni ile tutabilecek midir?  Ya da bu sözü tutabilmek için uğradığı değişim, karşısına çıkan fırsatları lehine kullanarak adeta şantajcı bir kişiliğe bürünmesi, okulda istediği pozisyona istediği maaş ile geçebiliyor oluşu izleyiciye ne tür mesajlar verecektir? Ancak kendi adıma şunu ekleyebilirim ki, mizah dozu biraz daha yüksek ya da abartılı olabilseydi aklımdaki sorular bu denli rahatsız edici olmayabilirdi. Metnin türüne komedi diyemiyorum ben bir dram izledim...
Özlem Akdoğan yetmişbeş dakika boyunca inandırıcı ve güçlü bir performans sergiledi. Oldukça başarılı bulduğumu söyleyebilirim. karakter değişimlerini, duygusal iniş çıkışları izleyiciye güzel yansıttı. Kendisini farklı oyunlar da izleyebilmeyi diliyorum. 
Görüntülü telefon görüşmeleri ve kullanılan video tekniklerinin görselliği zenginleştirdiğini ve tiyatro ile sinemayı küçük ölçekli de olsa aynı sahnede görebilmenin izleyiciye farklı bir deneyim yaşattığını düşünüyorum. 

İyi ki tiyatro var, yine yeniden...

15 Ekim 2021

Ve tik tak...

Görüyorum ki silahsızız hepimiz.. Ve şayet olsaydık Kafka' nın dediği gibi silahlarımız beynimiz olmayacaktı. Silah tamamen bedenimizin dışında, aklımızın ve bizim dışımızda. Ateş edip duran, kazdığım siperlerde beni bulan, gaz bombaları ile soluğumu tutan düşman 'zaman'. Saatler, dakikalar ve saniyeler. Ve tik tak...

Her geçen gün, giderek derinleşen ve koyulaşan bir kuyuya gömülüyorum sanki. Haftalar üzerime toprak atıyor, aylar, mevsimler birikerek durmadan basıncı artırıyor. Giderek taşıdığım yükün ağırlaştığını hissediyorum, öyle ki parmağımı kıpırdatacak, gözlerimi açıp kapayacak kadar bile yerim kalmadı sanki. Burada sıkıştım ben. Ve tik tak... 

Dün bir ağaçkakan sesi duydum, çok baktım ama göremedim dalların arasında. Ne senkronize ne azimli, ne hayranlık uyandırıcı bir ses. İnancı uğruna, durmaksızın, hiç ölmeyecekmiş gibi, tereddütsüz çabalıyor, tiktaktiktak... Keşke ben de biraz inanabilsem. Tüm kaslarımı yerçekimine, tüm saç tellerimi rüzgara ve bedenimi bu sürüklenişe teslim edebilsem. Çabasız, zahmetsiz, düşünmeden zamanın içinde akabilesem. Ve tik tak...

Küçüktüm, çok koştum, çok oynadım, çok susayıp, çok acıktım. Dünya kocaman bir dondurmaydı, hepsini yalayıp, bitirmek istedim. Öyle büyüktü ki ben bitiremeden o eriyip kayboldu. Şimdi yapışkan, koyu, ıslak bir sıvının içerisinde yüzer gibiyim. Askıda gibi, ne yukarı çıkar, ne dibe çöker. İşine gider, evine döner. Ve tik tak... 


Yere düşen ekmeğimi üfleyerek temizleyebildiğime inandığım günleri özlüyorum. Kirlenen ruhlarını nefesleriyle temizleyebildiklerine inananların çocuksu ama hafifleten inancı gibi, yaptığımız kötülüğü unutana kadardır tövbeler. Herkes seni suçladığında masumiyetine tutunmak ne kadar zorsa, kimse seni suçlamıyorsa masumiyetine inanmak o derece kolaydır çünkü. Hangimiz masum kalabildik günlerimizi öğütüp duran zaman karşısında? Ve tik tak...

Arayışlarıma, hayallerime bir rota belirleyemedim hiç. Asıl karanlığın gözlerde değil daha içerilerde olduğunu hissettim ve içimdeki ışığı izledim bulabildiğim kadar. Samimiyetsiz sevinçler, göstermelik coşkular, ahlak ve erdem şovlarından uzak tuttum yönümü. Yapılan iyiliklerin insanların kendi egosunu büyütebileceğini geç anladım. Oysaki her eylem sadece kişinin kendi tercihi olmalıydı. Yoksa herkesin yutkunup yutamadığı, kursağımda kalan bir hevesi, bir hayal kırıklığı olacaktı. Ve tik tak...


Hayaller kurmayı seviyorum hala, ucu kanadı gerçeğe dokunacak hayaller. Hayallerimde her şeyim var. Umutlarım, gün doğumlarım, gün batımlarım, melankolik hüzünlerim, iç çekişlerim, dış sezişlerim, cezayı kendime kesişlerim, sonra herkesi affedişlerim… Hayallerimin zamansızlığını, uçsuz bucaksızlığını seviyorum. Zaman orada bulamıyor beni. Ve tik tak...

Yağmurlu bir sonbahar akşamında, süzülerek dökülen yaprakların hafifliğine inat yüreğim yere düşüp tuzla buz oldu ıslak kaldırımlarda. Buz eriyip yağmur oldu, tuz ruhuma karışıp içime doldu. Mutsuz mu, umutsuz mu, huysuz muydum o gün ayrımsayamadım. Neyse ki sabah oldu...

Not. İllüstrasyonlar Igor Morski' ye aittir.

13 Ekim 2021

Kadınlarımız

KADINLARIMIZ ANKARA - DTBüyük Oyunu
2 Perde - 1 saat 45 dakika
Yazan Eric Assous
Çeviren Anıl Dursun
Rejisör A. Sinan Pekinton
OYUNCULAR:
Paul: Alper Tazebaş
Simon: Ötüken Hürmüzlü
Max: Esat Tanrıverdi
OYUNUN KONUSU
25 yıllık dostlukları olan Max, Paul ve Simon, poker oynamak için Max’ın evinde toplanırlar. Simon, kırk beş dakikalık gecikme ve evin salonuna bomba gibi düşecek bir haberle gelir. Dostluklarını sorgulayacakları bir yüzleşme başlar. Hayatlarındaki kadınlarla yaşadıkları sorunlar, mutsuzluklar, dostluklarındaki sorgulamalar ve ikilemler… Üç dost, bu gece birbirlerini yeniden tanıyacak, hayatlarında yeni bir döneme başlayacaklardır…


Tıpkı eski günlerdeki gibi... Ankara' da bir sonbahar gününün sonunda bir tiyatro akşamı, Şinasi Sahnesi.. Pandemi etkilerinin hala hissedildiğini, girişte aşı kartı kontrolünün yapıldığını ve aralıklı oturma düzenini saymazsak fazla birşey değişmemiş. Ankara tiyatro izleyicisi üniversitelerin de açılması ile oldukça genç bir kitle. Geçen süre boyunca açık havada izlenen yazlık tiyatro ve bazı özel gösterimleri saymazsak neredeyse hiç sahne görmemenin özlemi fark ediliyor atmosferde... Bilindik melodi ile yapılan 'oyunumuzun başlamasına beş dakika kaldı' anonsu bile herkesi gülümsetmeye yetiyor. Sahnenin kararması ile nefeslerimizi tutup, başka insanların hayatlarına misafir olmaya başlıyoruz.


Sahne modern bir açık mutfak dekoru ile karşılıyor bizi. Önde koltuk takımı sağ taraf mutfak ve bir masa ile. Ev sahibi radyolog Max (Esat Tanrıverdi) ve doktor arkadaşı Paul (Alper Tazebaş)' ı görüyoruz aydınlanan sahnede. Paul çok sakin bir şekilde masada otururken, Max sinirli, telaşlı ve sabırsız bir şekilde yirmibeş yıllık dostluklarının üçüncü kişisi olan kuaför iş adamı Simon (Ötüken Hürmüzlü)' ı beklemektedir. Haftalık rutinler şeklinde bir araya gelip içki eşliğinde poker oynayan üçlü için o gece farklı bir gecedir çünkü Simon buluşma saati hayli geçmiş olmasına karşın gelmemektedir. Geldiğinde ise onları büyük bir şok beklemektedir.


Konunun dinamizmini ve metni beğendiğimi söyleyebilirim. Yönetmen koltuğundaki Sinan Pekinton' un kadın cinayetleri ve alınan cezalara yönelik eleştirel yaklaşımını doğru açıdan ve dozunda bulduğumu söyleyebilirim. Ayrıca konunun izleyiciyi içine aldığını ve 'ben olsaydım ne yapardım' sorgulamasını kaçınılmaz kıldığını düşünüyorum. Üç erkeğin de birbirinin yaşantısına hakim olduğunu, birbirlerinin eşlerini ve Max' in sevgilisi Magali' yi çok iyi tanıdıklarını oyunun ilerleyişinden anlayabiliyoruz. Erkeklerarası bir dedikodu akşamı havasında başlayan diyaloglar zaman ilerleyip, karar verme zorunluluğu ve  gerilim arttıkça derinleşerek, kendilerini, yaşantılarını ve hayatı kökten sorgulayacak bir düzleme evriliyor. Evlilik, arkadaşlık, ebeveylik, dostluk, iş ve statü, adalet duygusu, fedakarlıklar, erdemler, suç aklama gibi pek çok temada alçalıp yükselen, yumuşayıp sertleşen sorular ile çok başarılı bir örüntü oluşturuluyor. Arada küçük durum komedileri ile de alt notalara eğlenceli sekansların serpiştirildiği oyunun izleyiciyi tatmin ettiğini düşünüyorum.

Gece sabaha bağanırken üç arkadaş için artık pek çok şeyin değiştiğini ve artık hiç kimsenin eskisi gibi olamayacağını anlıyoruz. 


Aklımızda kalan replikler:
İnsanları belli bir noktaya kadar tanıyabilirsin.
Max: Magali’yle her şey bir tartışmaya dönüşüyor. Kadının buna yeteneği var. Havadan sudan konuşurken bile bir bakmışsın ortaya koskoca bir dram çıkıvermiş.
Paul: Ben eşek gibi çalışıyorum ama o, kendi köşesinde! Huzurlu bir ilişkimiz var demiştim, ya. Huzurludan da beter, resmen ölü. Sıfır iletişim.
Simon: Artık bir cinsel hayatımız olmamasına rağmen haftada altı gün spor yapıyor; jogging, yüzme, karın-kalça egzersizleri… Tüm bu çaba boşuna değil, herhalde. Mutlaka birilerinin işine yaraması gerekiyor.

 

Oyunculukları genel anlamda başarılı ve inandırıcı bulduğumu sadece Esat Tanrıverdi' nin sık tekrarlayan dil sürçmelerinin izleyici rahatsız edebileceğini düşündüğümü söyleyebilirim.

 

Ben tiyatro izleyici koltuklarını ve bu izlenimleri paylaşmayı çok özlemişim. Umarım harika bir sezon olur. 

İyi seyirler!

 

Not. Bir önceki yazıma yapılan yorumların teknik bir neden ile geri dönüşü olamayacak şekilde silindiğini ve bu konuda üzgün olduğumu söylemek istiyorum.