Görüyorum ki silahsızız hepimiz.. Ve şayet olsaydık Kafka' nın dediği gibi silahlarımız beynimiz olmayacaktı. Silah tamamen bedenimizin dışında, aklımızın ve bizim dışımızda. Ateş edip duran, kazdığım siperlerde beni bulan, gaz bombaları ile soluğumu tutan düşman 'zaman'. Saatler, dakikalar ve saniyeler. Ve tik tak...
Her geçen gün, giderek derinleşen ve koyulaşan bir kuyuya gömülüyorum sanki. Haftalar üzerime toprak atıyor, aylar, mevsimler birikerek durmadan basıncı artırıyor. Giderek taşıdığım yükün ağırlaştığını hissediyorum, öyle ki parmağımı kıpırdatacak, gözlerimi açıp kapayacak kadar bile yerim kalmadı sanki. Burada sıkıştım ben. Ve tik tak...
Dün bir
ağaçkakan sesi duydum, çok baktım ama göremedim dalların arasında. Ne
senkronize ne azimli, ne hayranlık uyandırıcı bir ses.
İnancı uğruna, durmaksızın, hiç ölmeyecekmiş gibi, tereddütsüz çabalıyor, tiktaktiktak... Keşke ben de biraz
inanabilsem. Tüm kaslarımı yerçekimine, tüm saç tellerimi rüzgara ve
bedenimi bu sürüklenişe teslim edebilsem. Çabasız, zahmetsiz, düşünmeden zamanın içinde akabilesem. Ve tik tak...
Küçüktüm, çok koştum, çok oynadım, çok susayıp, çok acıktım. Dünya kocaman bir dondurmaydı, hepsini yalayıp, bitirmek istedim. Öyle büyüktü ki ben bitiremeden o eriyip kayboldu. Şimdi yapışkan, koyu, ıslak bir sıvının içerisinde yüzer gibiyim. Askıda gibi, ne yukarı çıkar, ne dibe çöker. İşine gider, evine döner. Ve tik tak...
Yere düşen ekmeğimi üfleyerek temizleyebildiğime inandığım
günleri özlüyorum. Kirlenen ruhlarını nefesleriyle temizleyebildiklerine
inananların çocuksu ama hafifleten inancı gibi, yaptığımız kötülüğü unutana
kadardır tövbeler. Herkes seni suçladığında masumiyetine tutunmak ne kadar
zorsa, kimse seni suçlamıyorsa masumiyetine inanmak o derece kolaydır çünkü. Hangimiz masum kalabildik günlerimizi öğütüp duran zaman karşısında? Ve tik tak...
Arayışlarıma, hayallerime bir rota belirleyemedim hiç. Asıl karanlığın gözlerde değil daha içerilerde olduğunu hissettim ve içimdeki ışığı izledim bulabildiğim kadar. Samimiyetsiz sevinçler, göstermelik coşkular, ahlak ve erdem şovlarından uzak tuttum yönümü. Yapılan iyiliklerin insanların kendi egosunu büyütebileceğini geç anladım. Oysaki her eylem sadece kişinin kendi tercihi olmalıydı. Yoksa herkesin yutkunup yutamadığı, kursağımda kalan bir hevesi, bir hayal kırıklığı olacaktı. Ve tik tak...
Hayaller kurmayı seviyorum hala, ucu kanadı gerçeğe dokunacak
hayaller. Hayallerimde her şeyim var. Umutlarım, gün doğumlarım, gün
batımlarım, melankolik hüzünlerim, iç çekişlerim, dış sezişlerim, cezayı
kendime kesişlerim, sonra herkesi affedişlerim… Hayallerimin
zamansızlığını, uçsuz bucaksızlığını seviyorum. Zaman orada bulamıyor
beni. Ve tik tak...
Yağmurlu bir sonbahar akşamında, süzülerek dökülen yaprakların hafifliğine inat yüreğim yere düşüp tuzla buz oldu ıslak kaldırımlarda. Buz eriyip yağmur oldu, tuz ruhuma karışıp içime doldu. Mutsuz mu, umutsuz mu, huysuz muydum o gün ayrımsayamadım. Neyse ki sabah oldu...
Not. İllüstrasyonlar Igor Morski' ye aittir.
hımmm trier'in "europa" filmi gibin :)
YanıtlaSilTeşekkürler :)))
SilMerhaba, yazınızla ilgili değil ama sizin görmeniz için yazıyorum bu yorumu... Konuşmuştuk zaten yine. :) Kitapları sevdiğinizi biliyorum, benim de yeni kitabım yayımlandı, blog'umdaki en son yazımda linkini bıraktım. Polisiye ve romantizm. Bir kış romanı. Okursanız uzun uzun detaylı kitap eleştirinizi mutlaka beklerim blog'unuzda. Çok sevgiler! :)
YanıtlaSilTebrik ediyorum...
Sil