29 Nisan 2010

bugünlerde duyduklarım

-anne çilekli gofreti yiyebilir miyim?
-yemekten sonra yiyebilirsin...
-hmmm.. hayal kırıklığına uğradım ama...

-elif bu şekilde davranmanı istemiyorum...
-ama anne ben miniğim, görmüyo musun boyum kısaa...

-aaaa..calliou gene çıplak ayak geziyoo...

salona gittiğimde eren in elinde pipetli küçük kutu sütlerden, elif:
-dök eyencim, bak şuyaya da dök, buyaya da dök eyencimm..
eren de talimatları direk uyguluyor, her yer süt!

-abam de eyen bi duyim...
-abaaaammmm....

21 Nisan 2010

içimden geldiği gibi...

bu aralar çok çarpıyor gözüme özel sektörde çalışan annelerin ev ve iş hayatı arasında bocamaları, acımasız iş arkadaşları, yüksek beklentili patronlar, uzun mesai saatleri, toplantılar, iş gezileri, aklı evde kalan vicdanı rahatsız anneler... tek bir doğru yok, benim yaptığım en doğru diye bir şey yok, annelerin çalışıp çalışmamaları tamamen koşullara ve tercihlere kalmış... çok donanımlı anneler görüyorum evde olmayı tercih eden ya da az bir maaş için çalışanlar ikisi de doğru kendi koşulları içerisinde değerlendirildiğinde...

liseyi bitirene kadar üniversite sınavını, üniversiteyi bitirene kadar iş bulma sorununu aklıma getirmedim. ileride çocuklarımın okuyacağını bilerek ve üzülerek yazıyorum ki ders çalışmayı, ders dinlemeyi, okul hayatını sevmedim. hedeflerim oldu ama sadece özel yaşantımla ilgiliydi. şu an bunun sebebini kariyer anlamında büyük hırslarım olmamasına bağlıyorum. özel hayatı hep iş yaşantısının üzerinde gördüm. sevdiklerimle geçirdiğim mutlu saatler bana hep çalışarak elde edebileceğim başarılardan daha fazla mutluluk verdi.

ben garip bir şekilde elindekilerle yetinen, genel anlamda özel hayatından memnun bir insanım. evet çok yoruluyorum iki küçük çocukla uğraşırken, evde bir yardımcıya hayır demezdim ya da haftada bir yapılan genel temizliğe ama kafamda pişmanlıklar oluşmuyor hayatıma baktığımda aksine gelmek istediğim noktada görüyorum kendimi. eksikliklerim de var tabi ya da kendimden hoşnutsuzluklarım. bunların başında aktüel olaylardan kopuşum var. eskiden nasıl kızardım haberleri izlemiyorum moralim bozuluyor diyenlere. o noktaya geldim neredeyse. kitap, gazete desen hak getire. çok fazla anne-çocuk siteleri,blogları- çocuk psikolojisi- aile sitelerini okuyorum. bir de sabır konusunda yetersiz buluyorum kendimi... daha sabırlı olmalıyım, daha stratejik yaklaşmalıyım çocuklarımla yaşadığım problemlere...

iş yaşamında rekabet, hırs, stres, kendini gösterme bana uzak kelimeler... sanırım bu sebeplerden özel sektörde başarı şansım da olamazdı. çocuklarım hastayken izin alamamak, yanlarına gidememek bütün annelere olduğu gibi eminim bana da çok ağır gelirdi.

yıllar geçip giderken değiştiremeyeceklerimi düşünüp, üzülmektense elimdekilerle sakin ve huzurlu bir yaşam kurmayı seçtim ben. bu nedenle 9-6 yollarında mutluyum, zinciri boğazımda olmasa da yakınlarımda hissediyorum, ayda yılda bir olsa da kaçamaklarımız, bu kaçamaklarda eğleniyorum, ağlıyorum, gülüyorum, yaşıyorum...

20 Nisan 2010

kreş sergisi

dün elif in kreşinde yıl içinde yapılan çalışmaların gösterildiği bir sergi vardı. çok güzel proje çalışmalar da var içlerinde. hayran kalmamak elde değil. henüz elif i gezdiremedim ama akşam kreşten erken alacağım ve birlikte gezeceğiz.




elifin çalışması. kafa pinpon topu, vücut plastik bardak :)
ve elması...
sevimli ahtapotlar :)
daha önce gramofon kağıtlarından böyle bir çiçek yapmaya çalışmış, ancak bu kadar başarılı olamamıştık. kaleme sarıp sıkıştırılarak yapılıyor.

fırın kabından ve kağıt havlu rulosundan telefon...
eti pufların plastik kaplarının içine gramofon kağıtları koyularak yapılmış trafik lambası :)
gazoz kapaklarından saat...

çöp poşetiyle deniz havası verilmiş, cd lerden balıklarla süslenmiş :)

seramik atölyesi çalışmalarından...

bu da...

pamuktan civcivler :)

çok kolay yapılabilir ve harika görünüyorlar...

kibrit ev, çitlerde yumurta kartonundan...

dondurma çubuklarından kitap ayraçları, mutlaka deneyeceğim :)

bu kutuların üzerindekinin makarna olduğunu anlayınca çok şaşırdım, harika olmuş... ama çocuklar sadece yapıştırmışlar, boyamayı öğretmenler yapmış. boyanın solunmasının zararlı olduğunu söylediler.

atık materyallerle yapılan çalışmaları çok seviyorum. bu da pet inek...

sanırım penguenleri pinpon topundan, igloyu pet şişeyi keserek yapmışlar, yerler pamuk ve köpük...

çok güzel olmuş...

bacaklar tel ama üzeri iple kaplı, bir çok çalışmada kullanmışlar, bulursam alacağım bu malzemeden...

bayıldım bu canavar yumurtalara :)

güneş sistemimiz...

son olarak kozalaktan bir tavus kuşu:)

burada yer alan çalışmalardan sadece 3 tanesi elif e ait. diğerleri büyük sınıfların çalışmaları. 2 yaş grubundan anaokuluna kadar bir çok öğrenci var. bu nedenle sergi çok güzel ve renkliydi...

18 Nisan 2010

yeni oyuncaklarımız

elif dorayı çok seviyor ve sık sık reklamlarda gördüğü bu oyuncağı almamızı istiyordu. yine yumurcak tv reklamlarında tanıştığımız tonton hippolar da istekler listesindeydi. ikisine de kavuştu sonunda :) aşağıdaki fotoğrafın aksine hippoları sadece eren yokken oynuyoruz çünkü hippoların yemlerini yemeye çalışıyor. dorayı ise ikisi de severek oynuyor.
bu sehpalarla çok çeşitli oyunlar oynuyor, uzun süre vakit geçiriyorlar. artık gözden çıkardığım için ben de oynamalarına izin veriyorum. sonunda bugün bir tanesini kırdılar. bana da yenilerini almak için zemin oluştu :)

neler yaptık

el ailemiz :) siyah karton kullandığımız için pek hoş durmadı. renkli kartonlarla yapıldığında, elişi kağıtlarından ağız-göz kesildiğinde çok güzel olabilir. yine de çok sevdik ve elif in odasındaki dolaba astık.
pamuktan kardan adamı sevgili ayşe nin blogunda görmüş ve denemek istemiştim. köpüklerimiz olmadığından kar yağdıramadık ama yine de kavanozun içine koyduk :)

bu balonu yapalı çok oldu aslında, plastik bardağı keserek yaptık. kesme-yapıştırma ve boyama olduğu için yaparken oldukça eğlenmiştik...

14 Nisan 2010

elif le oyunlarımız

elif le son günlerde kelimeler üzerine geliştirdiğimiz iki oyunu paylaşmak istiyorum.

birincisi karşıtlık oyunu, ben bir kelime söylüyorum, elif de karşıt anlamlısını:

ağır-hafif, büyük-küçük, siyah-beyaz, uzun-kısa, alçak-yüksek, şişman-zayıf gibi. genelde tıkanıyorum onun bilebileceği karşıt anlamı olan bir kelime bulmakta...

ikincisi de hikaye tamamlama oyunu. acaba erken mi becerebilir mi bir deneyelim dedim ve gayet güzel oldu...

ben: sabah yatağından kalktı
elif: çok erken uyanmıştı
ben: bugün ne yapsam diye düşündü
elif: ananesine gitmeye karar verdi
ben: hemen yola çıktı
elif: ananesinde oyun oynadı
ben: dedesi de onunla ilgilendi sonra eve dönme vakti geldi
elif: eve geldi
ben: uykusu gelmişti
elif: pijamalarını giyip uyudu

çok kestirmeden hikayeyi bitirdik dallandırıp budaklandırmadan. hemen arkasından tatile gitmekle ilgili bir hikaye oyunu başlattım ama ilgisi çabuk dağıldı. bu oyunu ara ara oynamayı planlıyorum.

13 Nisan 2010

hoşgeldin...

doğduğunda ablan senin kadarmış, 19 aylık... geçen gün eski videolarını izledik ablanın, senin ilk eve gelişini, ilk karşılaşmanızı... "hoşgeldin" diyor, elini tutuyor... dün akşam dışarıda da yine senin elini tutmuş "korkma eyencim, ben seni korurum, yanımda dur" derken sana ilk sözleri geldi aklıma... aradan geçen zaman ve gittikçe artan paylaşımınız :) öğretmenin çok duygusal olduğunu söylüyor. bir arkadaşın ağlasa sen de ağlıyormuşsun... evdeki durumunu düşündüm, eren bir şey istediğinde ve biz vermediğimizde, kardeşin üzülmesin diye hemen koşup getiriyorsun, ona kızdığımızda sen de üzülüyor tepki veriyorsun... özellikle çevrendeki çocukların ağlaması seni etkiliyor. hemen neden ağlıyor anne diye soruyorsun, neye üzülmüş...
büyüklerin hep yaptığı şakalar vardır "gel seni bize götüreyim, bizim kızımız ol", "bu elbisen çok güzelmiş, bana ver, benim olsun", "annenler gitsin sen gel bizde uyu" gibi. bunları gerçek sanıyorsun:
-kızım sana şaka yaptılar, gerçek değil...
-neden anne?
-komik olsun gülelim diye.
-komik değil anne, ben şakaları sevmiyorum...
gerçekle şakanın, dün ile yarının, var ile yokun ayrımında değilsin henüz...

eren sabah erken kalkıp, yanımıza geldi. yanağını bir babasına öptürüyor, bir bana böyle böyle on tur yapmışızdır. annesiz ya da babasız büyümesi gereken çocukları düşündüm, içim acıdı...
sanki bu yaz sizi eve sokmakta sorun yaşayacağız gibi bir duygu var içimde... bir yere gittiğimizde, dönüşe geçeceğimizi anladığında:
-nereye, eve mi gidiyoruz, eve gitmek istemiyorum.
-ama bak geç oldu eve gidelim, yemeğimizi yiyelim...
-burada yiyelim yemeğimizi...
-ama yatağımız evde, oyuncaklarımız evde gibi mantıklı gerekçelerle hiç ikna olmaya niyetin olmuyor... en son bak akşam oldu buralar kapanacak, herkes evine gidecek, uyuyacak deyip karga tulumba atıyoruz arabaya seni...

en küçük kuzeniniz çınar sünnet oldu ve ben bir annenin yavrusunu böyle küçük bir müdehale için bile olsa doktorlara emanet edip, 15-20 dk lığına ondan ayrı kalmasının, içeride onun az da olsa narkoz aldığını bilmenin ne kadar zor olduğu düşündüm... hastalıkların, operasyonların tüm çocuklardan uzak olmasını diliyorum... ama sünnet için de darısı başımıza diyorum...

ailemize yeni biri geliyor :) halanızın bir bebeği olacak. ekim ayında aramızda olmasını bekliyoruz, her şey yolunda gitsin ve miss kokulu minicik bir bebeğimiz olsun, hayatımız yenilensin, biz yenilenelim, sağlıkla sıhhatle minicik yumuk elleriyle, şiş gözleriyle gelsin meleğimiz, bizi şenlendirsin...

8 Nisan 2010

iki kardeş

iki kardeş çok güzel oynuyorsunuz bugünlerde... hele sarmaş dolaş olmuyor musunuz, bakmaya kıyamıyoruz size. sarıldığınızda birbirinizin sırtına pıt pıt vuruyorsunuz. "eyencim, bu minik ayaklar da neee" "hadi eyen gel oynayalım" "ağlama eyen bu oyuncağı mı istiyosun" bir yere giderken "eyen de gelsin", eve geldiğimizde "eyen nerde" bunlar minik ablanın kardeşiyle ilgili sık sık söylediği cümleler. evin bir ucundan bir ucuna koşturuyorsunuz neşeli çığlıklar eşliğinde. yataklara çıkıp zıplıyorsunuz bazen, korkuyoruz bir kaza olacak diye. minik abla ne yaparsa, ne söylerse peşinde aynısını yapmaya çalışan bir öğrencisi oluyor hep.

iyi ki bir kardeşin olmuş kızım, eren iyi ki gelmiş ailemize... kardeş yapmanın gerekliliği konusunda ahkam kesmek değil niyetim, kardeşi olmayan onca mutlu çocuk var sonuçta. ama aynı ortamda aynı ailede büyüyüp, hayata birlikte başlamak, hayatı paylaşmak, bazen oyun arkadaşı, bazen sırdaş olmak, kendini korumayı doğal olarak öğrenmek, sorun çözme becerisi geliştirmek, anne babaya karşı ilk ittifakı kurmak, kardeş olmak, kardeşi olmak bu çok güzel bir kazanım. herkesin kardeşi olduğunu düşünüyorsun sanırım. callio nun kardeşi rosy, charlie nin kardeşi lola, selen in kardeşi eren, ada nın kardeşi deniz :)))

bazen büyüdüğünüzü hayal ediyorum. büyümeniz hayatınız üzerindeki denetimimizin azalması demek, nerede olduğunuzu bilememek, görüştüğünüz insanları belirleyememek, akşamları yatağa yattığınızda aklınızdan geçenleri tahmin edememek, tecrübelerinizi sizin aktardığınız kadarıyla bilmek demek... çocuklarımın en güzel çağlarını yaşadığımı söylediklerinde duyduğum tepki bunları tam olarak anlayamamamdandır belki. şimdi her an yanımdasınız, sadece benim yedirdiklerimle besleniyor, giydirdiklerimi giyiyorsunuz, vücudunuzdaki en ufacık bir kızarıklıktan haberim var, hayatta en çok bizi seviyor, bizimle olmak istiyorsunuz... bu günlerin tadını daha çok çıkartmalıyız, size daha çok sarılmalı, daha çok öpmeli, daha çok koklamalı, daha çok oynamalı, daha çok vakit geçirmeliyiz. zaman geçiyor, çocuklar büyüyor, bizler yaşlanıyoruz...

7 Nisan 2010

kaderimin oyunu


iş yerindeki öğlen kaçamaklarım bana bir nefes alma imkanı sunuyor. iş yerim ankara nın güzel semtlerinden birinde ve öğle tatillerinde yürüyüş imkanı buluyorum. her gün aynı yerler ve hatta aynı yüzlerle karşılaşmak bir süre sonra isteksizlik yaratıyor gerçi. baharın da etkisiyle son günlerde çok yakınımızdaki birkaç parka gitmeye başladım. bu parklar benim lise dönemimde arkadaşlarımla okulu kırıp, çokça vakit geçirdiğim yerler. havaların ısınmasıyla liseliler gene parkları doldurmaya başlamışlar. o zamanlar kendimi nasıl büyük hissettiğimi düşündüm. tek ihtiyacımın karnımın doyması olduğunu ve bu sorunun da simit satarak çok kolay halledilebileceğine inanacak kadar tecrübesiz ve cesurdum. muhtemelen o zamanlar da öğle tatillerini parkta geçiren çalışanlar vardı ve muhtemelen onlar da parkta erkek arkadaşıyla okulu asmış sigara içerken gördükleri öğrencilere kınayıcı bakışlı oklarını fırlatıyorlardı.
hayatın bana oynadığı tuhaf bir oyun var: mekan fakirliği! yaşamın tüm tesadüfleri, ihtimalleri bir araya geliyor ve beni aynı yere sıkıştırıyorlar. ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve iş yerinin ankara gibi büyük bir şehirde aynı semtte olma olasılığı yüzde kaçtır acaba…
neyse ki seviyorum yaşadığım yeri ve ankara yı. beni kollarına alıp büyüten, avutan, eğiten, bazen savuran, yalnız bırakan, bazen âşık eden, ilkbaharıyla sarhoş, sonbaharıyla berduş eden, iş sahibi, evli ve ikinci kez anne yapan ankara, bakalım beni emekli memur ve torun sahibi de yapabilecek mi...

3 Nisan 2010

zamana karşı

hızına yetişemiyorum hayatın. 24 saat 7 gün yetmiyor sanki. yapmam gereken işler, almam gereken şeyler, gitmem gereken yerler, okumak istediğim yazılar, ilgi bekleyen çocuklarım var. kafamda sürekli dönüp dolaşan düşünceler, listeler ve unuttuklarım.. elimde kağıt kalem liste yapma halinde olsam da çok şeyi unutuyorum ne yazık ki... aklıma geldiği an not etmeliyim ya da yapmalıyım. bu yüzden market listelerindeki eksiklikler, makineye atmayı son anda unuttuğum çamaşırlar, aramak aklıma gelip gelip giden arkadaşlarımla barışık olmaya çalışıyorum.

geçen sabah çektim bunları... güneş yeni yeni ısıtmaya başlamışken sabahı ve biz bahar rehavetiyle kreşe giderken...
bunlar elif in objektifinden :) taze taze henüz bu sabah çekildiler..
her cuma elif kreşe bir oyuncak götürüyor, dün büyüteç götürdü. yolda karınca yuvalarını incelerken küçük dedektif edasıyla görülmeye değerdi...duvar çıkartması modasına biz de uyduk ve en beğendiğim motifi elifin odasına yapıştırdık...ne zaman fotoğraf makinesini elime alsam ikisi de almak için üzerime yürüyorlar bu nedenle böyle bir çok fotoğrafları var :) son olarak elif in ilk trambolin tecrübesi...
geçen cumartesi tiyatroya gittik arkadaşlarımızla. daha önce pinokyo ya gitmiştik, bu kez kırmızı başlıklı kıza gittik aynı ekip. oyunu çok beğenmese de prenseslerimiz, birbirimizi görmek çok iyi geldi bize. hele ki sonrasında çay simit keyfi :)))bu işyerindeki bilgisayarımın masaüstü teması. hiçbir dosyayı açmak istemiyorum, öylece seyretmek istiyorum bu manzarayı :)
yazayım yazayım da ne yazayım derken bunlar dökülüverdi klavyeden… birkaç fotoğrafla süslenecek ve yanındaki kelimelerin yalınlığıyla yıllar sonrasında okunmayı bekleyecek...