21 Mart 2022

Silüet - Tiyatro Mimikri / Pat Atölye


Tek perde /40 dk - Yaş sınırı: 15+
Tür: Performans/ Mim
Yazan-Yöneten-Oynayan: Tuğba EskicioğluYardımcı Yönetmenler: Esin Aslan, Rafiz Mehdizade
Müzik: Uğur Yılmaz
Işık Tasarım: Batuhan Sezer
Kostüm: Semra Eskicioğlu
Sigarasının tüten dumanı, sobasının sönmüş külü, yüzyıllar önce yanan aşkının ateşiydi... Anımsadı!
Hapsolduğu evin penceresinden dökülen sonbaharı, mağarasında örtündüğü yapraktı... Hiç unutmadı!
Koşarken ayakkabılarından çıkan ses, yalın ayak yürüdüğü çalı dikeninin çığlığıydı... Haykırdı!
Baltalanırken bedeninin kuru dalları, kökleri ilkbahar tadındaydı... Doğumu yeniden başladı!
Çağdan çağa atlayan kadının evrimini ve her kadınla yeniden doğan tarihi anlatıyor bize "Silüet"!

14. Ethos Ankara Uluslararası Tiyatro Fetivali kapsamında Yılmaz Güney Sahnesinde plansız bir şekilde dahil olduğum bir organizasyon ile izlediğim oldukça düşük beklentiler ile gidip, çok mutlu ayrıldığım bir sahne sanatı deneyimiydi benim için Silüet.  Bu festivalin 12. yapılırken 'Rulet' isimli bir oyun izlemiş ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım ancak Silüet' in bu anlamda düşüncelerimi değitirdiğini söyleyebilirim. 


'Ethos' un bir açılımı olduğunu düşünüp araştırdım ancak kelime anlamı ile kullanışmış festivalde ve belki benim gibi merak edenler olabileceğini düşündüğüm için açıklamak istedim. Ethos (Yunanca:"Alışkanlık, gelenek, örf, adet, karakter") bir toplum ya da bir kişinin geleneksel anlamdaki eğilimi ve duruşu. Bu durumda festivali ''14. Geleneksel Ankara Uluslarlarası Tiyatro Festivali'' olarak da düşünebiliriz.

Silüete gelince; Oyun künyesinde 'Yazan-Yöneten-Oynayan: Tuğba Eskicioğlu Yardımcı' olduğunu görünce çok hoşlandığımı söyleyemem bu durumdan. Ancak oyun başladıktan çok kısa bir süre sonra künyeyi yanlış okuduğumu anladım. Bu bir pantomim performansıydı.

Pantomimde sanatçı, yüz mimiklerini, el-kol ve beden hareketlerini kullanarak temayı anlatmaya çalışır. Bir anlamda pantomim, evrensel bir tiyatro dili olarak kabul edilir. Milattan önceki dönemlerde Mim sanatının uygulandığı görülmüştür. Zaman zaman "sessiz dil" olarak anılan pantomim, 17. yüzyıldan sonra, bale içinde de yer almaya başlamıştır. Oyunlar, Yeni Çağ ve yeni tiyatroyla beraber mistik konulardan uzaklaşıp gerçekçi dünyaya geçmiştir. Realist akımlar ve akılcılık akımları bunda etkili olmuştur.

Charlie Chaplin ve Laurel ve Hardy dışında çok örneğini görmediğim bu sanatın sahnede başarılı bir örneğini görmek oldukça heyecan vericiydi benim için.


Oyuncumuzu tanıyalım: 1990 doğumlu Tuğba Eskicioğlu Yardımcı, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Pantomim bölümünden mezun olmuş. Eğitim kurumlarında drama ve pantomim dersleri vermekte; 10 yıldır tiyatro, pantomim ve dans topluluklarında oyuncu ve performans unvanlarıyla sahne almaya devam etmektedir. 


Oyun; performans başlangıcında ağaçtan kopardığı elmayı yiyerek cennetten kovulan Havva' nın dünyaya gelişinden başlayarak, yeryüzünde 'kadın' olarak var olmaya çalışan insan figrünün çağlar boyunca geçirdiği evrimi anlatıyor. Gösterinin bende bıraktığı iz; doğuran, üreten, çalışan kadının her çağda maruz kaldığı şiddet odaklıydı. Kadın nesiller boyunca mağaradan, plazaya geçtiği süreçte geldiği noktada hala şiddete maruz kalıyordu. Anlatı, çözüm üretmeyen sadece olanı gözler önüne seren yönü ile bende bazı boşluklar ve çaresizlik hissi bıraktı. Ancak pantomim sanatı anlamında gerçekten oldukça başarılı bulduğumu ve izlediğime çok memnun olduğumu söylemek istiyorum. 


Kostüm tasarımı ve değişimleri konusunda çok efektif bir çalışmaydı. Bu anlamda bir vurgu gerekiyor bence... Ve özellikle sanatçının sağ tarafının tamamen kadın, son tarafının tamamen erkek olduğu; tek bedende iki farklı cinsin birbiri ile mücadele ettiği sahneler çok etkileyiciydi. 

Sahnede farklı deneyimler iyidir.

Perde inmesin, sahne sanatları bitmesin...!


19 Mart 2022

Gece O Kadar Kirliydi Ki İkisi De Kayboldular

Büyük Oyunu 1 Perde - 60 dakika
Yazan Plinio Marcos
Çeviren Orhan Güner
Yöneten Selçuk Göldere
OYUNCULAR:
Tonho Mehmet Demiralp
Paco Eren Oray
OYUNUN KONUSU
Hepimizin kendine özgü bir hikayesi var. Yoksullukla mücadele eden Paco ve Tonho’nun hikayesi, soğuk bir odada başlar. Geçimini pazar yerinde hamallık yaparak sağlayan bu iki adam ne toplumda var olabilir ne de o küçük odada.
Bir çift ayakkabı ya da bir flüt yeni bir hayata başlamaya yeter mi? Dünyanın acımasızlığına karşı gelebilir mi? Bu hikayede bizler için sıradan sayılabilecek isteklerin zamanla nasıl hırsa dönüştüğünü ve işlerin nasıl çıkmaza girdiğini görüyoruz.

Tiyatro izlemeye devam. Önce yazarımızı biraz tanıyalım. Plínio Marcos (1935-1999) Brezilyalı bir yazar, oyuncu ve oyun yazarı. Çalışmaları, sosyal örgütlenme biçimlerine karşı suçlamaları ve protestoları ile dikkat çekmiş. Bu eseri 1966 yılında yazmış. Eser, pazar yerinde çalışan ve harabe bir odayı paylaşmak zorunda kalan iki sığınmacının yoksul ve sefalet içindeki hayat mücadelelerine odaklanıyor. Paco (Eren Oray) ve Tonho (Mehmet Demiralp)' ya...
Oyunu Stüdyo Sahne' de izledim. Oyun, sahne ortasına kurulmuş ringi andıran dört sütunlu bir odada geçiyor. Günün ilerleyişini sabahları Paco ve Tonho' nun giyinmelerinden anlıyoruz. Pazarda çalışıp akşamları bu odaya geliyorlar. Dekor seçimi ve kostümler atmosferi yansıtacak şekilde tasarlanmıştı ve başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
Tonho, liseyi bitirmiş, hamallık yaparak biraz para kazanmayı, güzel giysiler alarak iş başvurusu yapmayı ve memuriyet gibi bir iş bularak hayatını değiştirmeyi isteyen bir taşralı. Onun ailesi var memleketinde, annesi, onu bekleyen bir sevgilisi. Eğer güzel ayakkabıları olursa bir şekilde işe alınabileceğini düşünüyor. Paco ise okumamış, bir şeyler kazanmak için her türlü yolu mubah gören, bundan gocunmayan, yoksulluğu diğerinden biraz daha fazla kabullenmiş, kimsesiz bir müzisyen. Bir flütü varmış ancak çalmışlar. Mızıka çalarak bir işe girebilmesi zor eğer yeniden flüt alabilecek parayı bulursa daha iyi bir işe girebileceğini düşünüyor.
Oyun boyunca Paco ve Tonho' nun birbirlerine destek olarak bu girdaptan kurtulabilecekken neden bu derece paylaşımsız, birbirlerine ezmeye çalışarak, biri bir diğerinin iyiliğini istemeksizin sadece kendi çıkarlarını düşünerek, birlikte yok olmayı tercih ettiklerini, geceyi neden bu derece kirlettiklerini düşündüm. Paco' nun daha ne kadar çirkinleşebileceğini, Tonho' nun daha ne kadar zavallı olabileceğini düşündüm. Ne olurdu Paco bir günlüğüne ayakkabılarını Tonho' ya ödünç verseydi ve Tonho bir işe girip Paco' ya çok istediği flütü alsaydı. Oysa onların seçimi ellerine geçen silahın gücünün baş döndürücülüğü ile suça meyletmek oldu. Onları kötü yapan neydi; koşulları mı, karakterleri mi, kader mi?

İki olağanüstü oyunculuk izlediğimi söylemek istiyorum. Uzun replikler boyunca en ufak bir dil sürçmesi, anlam kayması, vurgu bozukluğu, kopuş olmaksızın rollerine tüm hücreleriyle adapte olabilmiş iki büyük oyuncu izledim. Eren Oray beni karakterine o kadar inandırdı ki Allah' tan çıkışta onunla karşılaşmadım, yoksa ayakkabılarını zorla çıkartmaya kalkışabilirdim :) Mehmet Demiralp performansı da çok gerçek çok başarılıydı. Oyuncuları öncesinde pek çok kez farklı roller ile farklı oyunlarda izleme şansı bulmuştum, bu oyun ile sanatlarını taçlandırdıklarını düşünüyorum. 
Sadece son sahnede cam tabut yadırgadığım bir sekans oldu. Hem ortam atmosferinden, hem oyun kurgusundan uzak, paçavralar içerisindeki dekorun arasında yabancılaştığım bir görüntüydü. 
Herkese hitap etmeyebileceğini düşünsem de Ankaralı tiyatro severlerin görmelerinde fayda var. Oyun süre bakımından da izlemeye oldukça elverişli...
Tüm ekibe alkışlarımla...
Tiyatro bir başka...!

13 Mart 2022

Ah Necmi

Eğer beni birazcık sevseydin, bu kadar surat asmaz o anahtarları neden sakladığımı anlardın. Seni ne kadar düşündüğümü, hedeflerinden şaşma diye, kendine güvenin gelsin diye ne çileler çektiğimi bilirdin. Ben istemiyor muyum sanıyorsun çayın yanında bisküvi yemeyi, kahvenin yanında çikolata götürmeyi? Ama sırf senin canın istemesin, verdiğin üç kiloyu da geri alma diye bir bahane bulup Şükran' da yiyorum kalorili şeyleri... Ah ne güzel gidiyordun o göbeğin biraz inmiş bu sefer zayıflayacağına kanaat getirmiştim ama yine olmadı Necmi. Yine bozdun diyeti... Yüzüne vursam katılmak önemliydi hanım, dersin yine kesin...

Hayır kafana takmasan, kendini üzmesen boş ver diyeceğim, ben seni her türlü severim ama bu sefer sağlığın söz konusu. Ne dedi doktor en az on beş kilo dedi. Ah şu boğazını azıcık tutsan verivereceksin hepsini ama şimdi doğruya doğru iştahının da maşallahı var Necmi... Gücenme ama sen diyet yaparken de kilo alabilme özelliğine sahipsin Necmi. Senin gönlüne göre bir rejim bulabilmek de zor, makarnası olacak, kebabı olacak, tatlısı olacak içinde ayol öyle rejimi kim kaybetmiş de sen bulasın Necmiciğim. Sen diyete başlamadan daha ödül günlerinin pazarlığını yapıyorsun, yeşillik yazan yerde fıstıklı baklava yiyorsun, kan şekerin dakika başı düşüyor, bak bu işin şakası yok, son şişmanlık fayda etmez sonra demedi deme Necmi.

Aslında ne güzeldi başlarda her şey... Evliliğimizin ilk yıllarını dün gibi hatırlıyorum. Vallahi filinta gibiydik ikimiz de. Ne olduysa ben Sedef' e hamile kalınca oldu. Daha test pozitif çıkar çıkmaz sen aşermeye başladın Necmi. Gece beslenmeleri mahvetti bizi. Çikolatalı ekmekler, gece yarısı sahanda yumurtalar, makarna haşlamalar. Ben bir kilo aldıysam sen beş aldın, işte o olmadı Necmi. Bir de sen doğum kilolarını veremedin Necmiciğim, e üstüne bir de Vedat gelince iş çığırından çıktı tabi. Zaten kilidi biz o zamanlarda yaptırmıştık hatırlarsan. Buzdolabına kilit yaptırmak da kusura bakma ama senin fikrindi Necmi.

Sana bir tavsiye vereceğim bak kulağına küpe olsun; her ölümü gör ye, dediklerinde yersen kilo veremezsin. Merak etme öyle diyenlerin hiç biri de ölmüyor Necmi. Bunun türlü bahaneleri var; midem ekşiyor dersin, alırsın tabağına çaktırmadan yemezsin bunları kaç kere konuştuk. Kusura bakma yeri gelmişken söyleyeceğim senin özel günlerin de hiç bitmiyor Necmi, her maç olduğunda çok önemli bir gece oluveriyor o gece sonra gelsin cipsler, patlamış mısırlar... Şükranlarda gitmek mi zor kalmak mı zor diye tartışırlarken senin herkesin içinde 'kilo vermek zor' dediğini de unutamadım Necmi. Böyle gözünde büyütürsen zor tabi kilo vermek ama artık sabrım kalmadı, ya sen diyeti bırakacaksın ya ben seni Necmi. Hazırladığım diyet salatalara zayi olmasın diye mayonez sıkmak zorunda kalmaktan bıktım artık, bu böyle gitmez Necmi. 

Ne dedi diyetisyen hanım, bunun matematiği var dedi. Aldığın kalori harcadığından az olmazsa bu iş olmaz dedi. Hadi boğazını tutamadın bari biraz hareketi artır. Sana mantı açacağım desem kırk takla atarsın ama aldığın verdiğini götürür bir işe yaramaz. Doktor hanım en maliyetsiz spor koşmak dedi ama sen hayallerinin peşinden bile koşmuyorsun ki Necmi. Spor programı izlemek spor yapmanın onda biri kadar kalori harcatsaydı sen tığ gibi olurdun. Her şınavdan sonra tartıya çıkıp kilo vermiş miyim diye bakıyorsun farkında mısın Necmi. Aslında ben biraz anladıysam bu işin sırrı galiba yemek yerine besin demek, önce kafanda bitirmelisin yemekleri. Onlar sadece besin, yemek değil Necmi. 

Evet kabul ediyorum buzdolabının anahtarını ben sakladım ama sor bakalım neden sakladım. Kendimi düşündüğüm için mi? Sarmalar ertesi güne kalsın da Şükran' lardaki güne götüreyim diye mi? -Hayır Necmi... Senin için sakladım. Başka çare bulamadım ve nefsin ile senin aranda bir bariyer olsun istedim. Şimdi bana kızıyorsun biliyorum ama biraz da beni düşün artık dayanacak gücüm kalmadı Necmi. Yoksa bir tencere sarmanın lafı mı olur, asma artık suratını, bak anahtarlar da burada, feda olsun Necmime... 

İllüstrasyonlar:  Fernando Botero