30 Aralık 2010

yılın son sözleri

eren bilgisayar oynamak ister:
elif: "piskiyar değil eyen bil-gi-si-yar" demek suretiyle bu telaffuz hatasını düzeltir :)

eren izin vermediğim bir şeyi yapmak istemektedir, gözgöze geliriz:
-anne sen dit
-nereye gideyim
-işe dit, seni müdür çağırdı

eren yaptığı resmi odasına yapıştırır:
elif: bakayım eyencim düzgün mü yamuk mu
hmm... yamuk! olabilir eyen, sorun değil... diyerek eren in hiç umrunda olmasa da teselli eder kardeşini
.
ve son olarak herkese mutlu yıllar :)

22 Aralık 2010

2010 a fotoğraflarla bir bakış

bu yıl neler oldu neler, eren kreşe başladı
elif ilk ciddi yaralanmasını bu yıl yaşadı
eren haziran ayında sünnet oldu
eşim dayı, ben yenge oldum :)
çekirdek aile olarak 2.yaz tatilimizi 2010 yazında yaptık
eren in tuvalet eğitimini tamamlamasıyla bez sektörüne önemli bir darbe vurduk
elif ilk tiyatro deneyimini bu yıl yaşadı
arkadaşlarının doğumgünü kutlamasına ilk kez katıldılar

2010 yılında kendi adıma gerçekleştirdiğim en iyi şey araba kullanmayı öğrenmek oldu. 2011 de daha da ilerletmek istiyorum şoförlüğü. annelerin dünyasında yazmaya başlamak benim için çok sevindiriciydi. 2010 da eşimle 10.evlilik yıldönümüzü kutladık :) ayrıca bu sene taşınmalar senesiydi önce biz sonra annemler taşındı. çok şükür tüm sevdiklerimin sağlıklı ve mutluydu. 2011 nelere gebe bilmiyorum, kendi adıma süprizler ve büyük değişiklikler beklemiyorum. sakin, dingin, huzurlu geçsin bu yıl da, çocuklarım sağlıkla büyüsün, fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilsinler, hayatımda bana biraz daha fazla alan açılsın, hepsi bu...

20 Aralık 2010

kedicikle tavşancık

bir şirin kedicik,
ve bir küçücük tavşancık,
birlikte annelerinin gönlüne taht kurmuşlar...

15 Aralık 2010

ilk göz ağrım


sevgili yaruze hassas bir konuda, birden fazla çocuğu olan anneler ile ilgili, bir mim başlatmış... adı ilk göz ağrısı ve anneye hissettirdikleri... bu konuda daha önce bir -iki şey söylemiştim ama bu konu bitmez hala söyleyecek sözlerim var :)

-ilk kalp çarpıntısı, ilk heyecandır
-onunla yaşanan her tecrübe yeni, sen hep acemisindir
-emzirirken ona geçen sadece anne sütü değil, vücudundan süzülen sevgi zerrecikleridir
-yüreğin, beynin, gözlerin sadece ona odaklıdır, onunla ilgili düşünürsün...

sonra içinde büyüttüğün ikinci bir can olduğunu öğrenirsin... yaşadığın duygu seli, endişe gene ilk göz ağrınla ilgili olur. çok mu erken oldu dersin, benim zaten bir bebeğim var... acaba onu da böyle sevebilecekmiyim, her şey nasıl olacak...

sonra biter meraklı bekleyiş, gelmiştir ikinci bebek. yaşadığın kargaşa dolu ilk günlerden sonra, hissettiğin bir tamamlanmışlık duygusudur. şimdi tam bir aile olduk dersin...

ilk aylarda sorun yoktur, miniğin dünyadan haberi yoktur çünkü, ne zaman ki hareket kabiliyeti kazanır ve büyüğünün elindeki oyuncağı çekip almaya, emekleyip bin bir özenle diktiği kuleleri yıkmaya, yaptığı resimleri karalamaya, her şeyi kendinin sanmaya, yani dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkar, o zaman başlar çelişkiler, alır anneyi bir düşünce... ne yapsam ne etsem de engellesem ben bu bücürü, ne hakkı var büyüğünün oyunlarını bozmaya... alıp oyalayım der, bu sefer yalnız kalır ablası, muhakkak ki yalnız oynamanın yoktur keyfi... elinde ne varsa ablasının o da almak ister, başlarlar çekiştirmeye... ne kıymetlidir onca oyuncağın içinde kırık bir lego parçası... izin isteyip alacağız der anne ama anlayana... sonra bir bakar can ciğer kuzu sarması olur, kedi yavruları gibi oynaşırlar, bir bakar saç çekmeler, iteklemeler, cırmıklamalar arasında örselenirler. hep dengede durmaya çalışan bir cambaz misalidir anne... bir çift kaçamak bakış eşliğinde sever diğerini, oysaki yeterince büyüktür taşımak için ikisini hem dizleri, hem de yüreği...

hayat yorucudur, bazen yükü ağır gelir, zaten zor olan hayatını daha da zorlaştırmaktadır çocukları... anlayış bekler büyüğünden, ilk göz ağrısından. her ne kadar yaşı küçük de olsa abladırya o, anlarsa o anlar annesini... ve malesef hep patlayışlara maruz kalan o olur. bunu dile getirmek bir yana düşünmek bile yaralar annesini, vicdan azapları eşlik eder gecelerine...

ilk göz ağrım, ilk kalp sızım, meleğim... sana kardeşinle ilgili sorumluluklar vermemeye çalışacağım. kendini ona oyun oynatmak, oyalamak, ders çalıştırmak, korumak zorunluluğunda hissetmeni istemem... ama bil ki hayattaki en büyük arzum birer yetişkin olduğunuzda birbirinizi anlamanız, iletişim içinde olmanız ve birbirinizin zor zamanlarında destek olmanızdır, umarım umarım umarım...

2 Aralık 2010

çocuk ve korku

yakın zamana kadar korku nedir bilmeyen elif, son günlerde karanlıktan, yalnız uyumaktan, bir odada tek başına kalmaktan, tuvalete yalnız gitmekten korkmaya başladı... neden korkuyorsun deyince "odamda yılan var" ya da "elektrik paneli var, elektrik çarpabilir" gibi sebepler söylüyor.. banyoya çeşitli balık çıkartmaları yapıştırmıştık, banyoya girdiğinde"elif, yalnız değilsin bak balıklar var" diyorum, o da tekrar ediyor şimdi her seferinde "burada balıklar var, yalnız değilim"... sık tekrarlanan çizgi filmleri izlerken, birden bire koltuktan kalkıp tv den uzaklaşıyor. o zaman ben orada korktuğu bir bölüm olduğunu anlıyorum. onu korkutan da calliou nun düşmesi, bir çocuğu arı sokması gibi şeyler oluyor. evin içinde bu şekilde davranıyor ancak dışarıda korku nedir bilmiyor, yanımızdan pervasızca uzaklaşmalar, koşturmalar alabildiğine...

eren bir ara elektrik süpürgesi sesinden korkuyordu, bir ara tüylü bir el kuklasından, elif de küçükken palyaçolardan korkuyordu ve matkap sesinden...

bu konuda kısa bir araştırma yaptım. korku yaşa göre farklılık gösteriyormuş:

"2-3 yaş çocukları yüksek seslerden, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesten, gök gürültüsünden korkarlar.
3-4 yaşlarında bu korkulara annenin desteğini kaybetme, yalnızlık, yangın, kaza vb. olaylardan korkma eklenir. bu yaş çocuğu için somut olayların yanı sıra hayal edilen şeyler de korku kaynağı olmaya başlar. bunun nedeni çocuğun gelişmekte olan hayal gücüdür. bu nedenle zeki ve üstün yetenekli olan çocukların korkuları daha çok ve çeşitlidir.
4 yaş civarında çocuğun korkularında yavaş yavaş azalma görülür.
5-6 yaşlarındaki bir çocuk masalların etkisi ile imgeleme dayanan nesnelerden korkar. bu yaş çocuğunun çevre ile etkileşimi ve deneyimi artmıştır. böylece tehlikeli olayları, durumları ve toplumun değer yargılarını öğrenmiştir. hangi davranışlarının başkaları tarafından kabul edilmeyeceğini ya da onaylanmayacağını tahmin edebilir. bu nedenle çocuk zaman zaman davranışlarının başkaları tarafından beğenilmeyeceği korkusunu taşır.
6 yaşta korkularda tekrar artma görülür."

anne babalara öneriler :
+çocukta korkunun uzamasını ve olumsuz etkilerini önlemek için korkunun nedenleri araştırılmalı ve bu nedenler ortadan kaldırılmalıdır.
+anne-babalar çocukların korkularını yok saymamalı, asla küçümsememeli ve alay etmemelidirler.
+korkuları olan çocuğa sabırlı davranmalı, korkularını yenmesi için zaman tanınmalıdır.
+aşırı koruyucu bir tutum ile çocuğu her şeyden korkar hale getirmemelidir.
+çocuğa "aman düşersin!", "sen tek başına karşıya geçemezsin" vb. sözlerle çevrenin tehlikelerle dolu bir yer olduğu duygusu aşılanmamalıdır.
+fiziksel temasın çocuğun korkusunu kontrol altına almasında yardımcı olacağı unutulmamalıdır.
+çocuğun arkadaş grubuna girmesine ve öz güven duygusunu geliştirmesine yardımcı olunmalıdır.
+çocuk korkuları konusunda, konuşmaya hazır olduğu zaman onunla açıkça konuşulmalıdır
+çocuk korktuğu şeye yavaş yavaş alıştırılmalıdır.
+çocuklara korkulu masallar anlatılmamalı, korkulu filmler izletilmemelidir.
+korkuyu hafifletmek amacıyla "erkek adam hiç korkar mı?", "sen artık kocaman oldun" gibi sözlerden kaçınılmalıdır.
+KORKU ASLA BİR DİSİPLİN ARACI OLARAK KULLANILMAMALIDIR!

1 Aralık 2010

o çocuk ben değilim

Hayvanlarla iç içe geçti çocukluğum. Evimiz Karadeniz' in küçük bir ilçesinde, denize nazır, iki katlı, bahçeli, ahşap bir evdi. Arka bahçemizde meyve ağaçları, sebze bahçesi ve bir kümesimiz vardı. Evimizin akıllı kedisi Mestan, babamın balıktan dönüş saatlerini bilir, onu deniz kenarında bekler ve bu bekleyiş taze bir kaç balıkla ödüllendirilirdi. Ben küçükken ağzımda büyüttüğüm lokmalar asla sorun olmazdı, çünkü yemek yerken masanın altında sotede beklerdi Mestan. Her yaz mutlaka doğum yapardı, bu yavrular biraz büyüyüp bağımsızlaşınca babam tarafından, ilçenin çıkışındaki orta okulun bahçesine bırakılmak suretiyle, okula başlatılırdı. Bunun pembe bir yalan olduğunu çok sonraları düşündükçe anlamıştım. Mestan, kışın Ankara' ya gittiğimizde babam tarafından özel olarak kurulan bir düzenekle beslenirdi. Evin muhtelif yerlerine bırakılan fındıkları yemeye gelen farelerle... Evimizde onun girip çıkabileceği özel bir kapı vardı. Bir yaz gittiğimizde onu bir çok sokak kedisiyle evde parti verirken yakalamıştık ve tabi evin pirelerden temizlenmesi epeyce zahmetli olmuştu.

Kümesimizdeki tavuk ve civcivlerle haşır neşir, taze yumurta, babamın kara ve deniz avcılığından dolayı bol bol kuş eti ve balık yiyerek geçti çocukluğum... Hayvanlardan korkmak mı, onlar hayatımızın parçasıydı... Bir arkadaşımın ineği vardı ve beraber onu taze otları yiyebileceği güzel yerlere götürür, o esnada biz de denize girer yüzer, hatta midye toplar pişirir sonra güle oynaya eve dönerdik. Börtü böcekten tiksinmek mi, fındık bahçemizde fındık toplarken envai çeşidi ellerimizde, yüzümüzde yürür kovmaya tenezzül bile etmezdik...

Şimdi kendimi tanıyamıyoyorum... Sanki o çocuk ben değilim gibi uzaklaştım doğadan, betonların arasına hapsettim kendimi... Bu yüzdendir belki avm lerin oyun alanlarını sevmeyişim ve her fırsatta çayır çimene koşuşum... Ne kadar yakınsam toprağa, o kadar iyi hissediyorum kendimi...