29 Ekim 2019

Evrenle Tanışmam

Kalabalıklar arasında bir olasılıktı dünyaya fırlatılışım. Fırlatılıp da öylece ortada bırakılışım. Acılarım çoğaldıkça sıradanlaştı. Kalbimin çoktan durmuş olduğunu ise çok sonraları fark ettim. Hiç sevilmemişliği kabullenişim kolay olmadı. Bazen sevilebilme ihtimalinin heyecanına kapılıp, yanılgı içinde olduğumu anladığım anlar, beni buna hazırladı. 
Kendi ayaklarım üzerinde durup, doğrulup, etrafa baktığımda; duygusal olarak diğer insanlardan çok daha yüksekteydim. Hiç kimseye hiç bir anlamda ihtiyaç duymuyordum. Tüm ilişkilere bakışım profesyoneldi. Yalnızlığımdan ve acılarımdan doğmuş, üç hamle sonrasının başıma gelebilecek tüm olası kötülüklerini hesaplayabilecek yeteneğe sahip olmuştum. Öyle kalın bir zırhtı ki kuşandığım, kimseyi yanıma yaklaştırmadım. Yaklaştırmaya değer de kimseyi bulamadım.
Hiç değişmez denilen yazgılar da değişebiliyormuş, Onu tanıyınca anladım. Nasıl dünyanın kirinden pasından uzak kalabilmiş bunca yıl şaşırdım. Bir marazı çıkacak diye temkinliydim ama zaman geçtikçe ilk şaşkınlığım yerini hayranlığa bıraktı. Gayet gerçek, hayatın içinde, dosdoğru bir insan. Eğer bir kitap olsaydı, ilk cümlesi 'gözlerindeki deniz' olurdu. Nasıl ki herkes izleyebilmek için sandalyesini denize çevirirse, ben de yönümü hep Ona çevirdim. Dudaklarından dökülen iyot kokulu, umut dolu sözleri dinledim. Hayat güzel, insanlar daha iyi görünmeye başladı gözüme, kalbim yeniden ısındı.

Göz göze geldiğimizde, gülümseyişlerimizle uzayan anlar; her seferinde gözlerindeki uçuruma düşmemle son buluyordu. Bu düşüş, kalbimin hızlanarak aşağıya doğru çekilmesiyle başlayan top yekun bir düşüştü. İnsanın soluğunu kesen bir düşüş. Buna engel olmak istediğimde, düşmemek için gözlerine tutunduğumda ise bir nehir gibi içine çekildiğimi ve ona doğru aktığımı fark ediyordum. Şairin de dediği gibi: ''Bende sizinle su olup, dünyaya akmak arzusu var...'' Hangisi daha iyiydi acaba, düşmek mi akmak mı...
Gündeliğin rutininde yanımda olmadığı zamanlarda hep aklımdaydı. Ve o aklımdayken bende engelleyemediğim yerleşik bir gülümseme vardı. Beni insanlara inandıracak kadar gerçeküstüydü. Tamamen tutarlı, her şeyi ile kendini destekleyen, özünden beslenen, cesur, bağımsız, tutkulu, heyecanlı, dürüst ve iyi bir insan. Bir numuneydi ve Onu kaybetmeye hiç niyetim yoktu. Ancak hep derler ya 'hayat siz planlar yaparken, başınıza gelenlermiş' diye, çok doğru...

Hayatıma girişi kadar çıkışı da ani oldu. Gelişi nasıl delice bir tusunami etkisi yaratıp hayatımı ters yüz etmişse, gidişi de benzerdi. Önüme serdiği tüm güzellikleri tek tek toplayıp, geride hiçbir iz bırakmadan, denizin kıyıdan çekilişi gibi hayatımdan çekilmişti. Öyle büyük bir boşluk bıraktı ki ardında, bu giderek daha iyi anlayabileceğim, çok büyük bir görüş perspektifi demekti benim için aynı zamanda. 
Yıkılmıştım... Tüm evren bana küsmüştü. Onu unutmaya çalışmak nafile bir çabaydı. Zaten unutmak değil, hatırlamak, hayallerimde de olsa her anını tekrar tekrar yaşamak istiyordum. Seversin, kavuşamazsın aşk olurdu ama bazen de şiir olurdu ve ben şair olmuştum:)
.........Tekrar gülümser mi güneş bana, yıldızlar göz kırpar mı, üzerime yağmur yağar mı? Dolunay denizdeki oyunlarını gösterir mi bir kez daha. Bir sisin ardından gördüğüm bu dünya, barışır mı yeniden benimle. Ayağımda karamsarlığın tozu, kalbimde ipince bir sızı; ''gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi'' ve ben o geminin geceye attığı işaret fişeklerini yeni bir hayat zannetmeyeceğim bundan sonra. Olduğundan fazla anlamlar yükleyip sonra kumdan kalelerimin yıkılışı izlemeyeceğim. Benden kaçış yok, buradan çıkış yok, kapıları kapatırsan, duvarları yıkarım; yeni duvarlar yaparsan, içeri sızarım........

Günler geçtikçe içimde yanan kor soğumaya başladı. Canım daha az yansa da varlığını hep hissediyordum. Sevginin yüceliğine ve kendime şaşırıyordum. O olmasa da onu sevebiliyor, yaşayabiliyordum. Onu içime kattım, kalbini kalbime ekledim, yeni bir kan dolaşımı yarattım bizden. Yeni bir ben oldum. Acılarım zaman denen ağrı kesici ile buluştukça, yazdıklarım da giderek yumuşamaya başladı:)
............. Sakın bahsetmeyin bana bahar kokan ırmaklardan
Gökte bulutların pamuksu yumuşaklığından ve
Batarken güneş denizin üzerinde
Nasıl göz kırparak çapkın gülüşüyle
Geceyi ay ve mehtaba bıraktığından
Siz bana kalabalıklar arasında yakalandığım
Sönmüş bir kül yığını gibi duran yalnızlığımı anlatın
Yalnızlığımın duyulmayan sesini...........
Yokluğunu doldurmam tahmin ettiğim kadar zor olmadı. Bu süreçte yaralar aldım, yaralar verdim ama varoluş kavgasından büyük kazanımlarla çıktım. Evrenle tanıştım, evrene karıştım. Tedbirler alıp, acıdan kaçınmak, mutluluğu ıskalamaktı, anladım. Hayat bazen neyim var neyim yok hepsini çalan zorba bir hırsız; bazen de beklemediğim anlarda bana sürprizler yapan bir sevgiliydi. En sert rüzgarlarını, fırtınalarını gönderdiğinde karşı durmaya çalışmak yerine, esintinin ritmine uyup savrulmak daha az hasar veriyor; fırtınalar dindiğinde ve güneş tekrar parladığında ise dünya daha eğlenceli bir hal alıyordu. Yaşamın tahmin edilemezliği beni büyülüyordu. Ben kendimi ona bıraktım...
''Kapıyı kapattım, plağı değiştirdim, evi temizledim, tozdan kurtuldum. Geçmişte olduğum kişiyi bıraktım ve şu anda kimsem o oldum.*''
Alıntı:*Paulo Coelho - Zahir
Not: İllüstrasyonlar Wolfgang Lettl' e aittir.
Hikaye kurgusaldır.

16 Ekim 2019

Aşkımız Aksaray' ın En Büyük Yangını

Ankara DT-Büyük Oyunu
2 Perde - 2 Saat
Yazan: Güngör Dilmen - Rejisör: A.Sinan Pekinton
KONU: 1990 yılında "İsmet Küntay Ödülü"nü almış olan oyunumuz, eski bir İstanbul mahallesinde "kurgulanmış" bir aşkın hikâyesi... Saraydan çırağ edilen (uzaklaştırılan) Mahitab'ın, Aksaray'ın bir sokağına taşınmasıyla başlayan "ateşli bir aşk hikâyesi"...
OYUNCULAR:  Mahitab Ebru Uysal - Firuz Bey Ali Fuat Davutoğlu - Abidin Ergin Özdemir - Kuş Hüseyin Özgür Cengiz - Artin Özgür Deniz Kaya - Seyrekbasan Burçak Kaya - Hidayet Bülbül Tamay Açıkel - Ablasıgüzel Volkan Demirer - Merzuka Sinem Lökbaş  - Kadınlar Meray Saygı, Ezel Erkman, Fikriye Musluoğlu, Gül Öz, Öykü Yılmazer, Buse Çağla Çelik, Dilek Ersoy - Nane Şekerci Halis/Kömürcü Çırağı Cem Sel - Saray Adamı/Sünnetçi/Garson Kağan Tekin - Saray Adamı/Garson/Halk Volkan Çendik


Ankara Devlet Tiyatrosunda yeni sezon oyunlarına Küçük Tiyatroda sahnelenen bu oyunla devam ediyoruz. Güngör Dilmen’ in 1989 yılında yazdığı bir müzikal olan Aşkımız Aksaray’ ın En Büyük Yangını ile… 

Oyun; 19.yy da saraydan bir sandık ziynet verilerek, Aksaray’ ın yoksul bir mahallesinde bir konağa yerleştirilen güzel, biraz geçkin ve romantik Mahitab (Ebru Uysal) ile mahallenin sevilen, yakışıklı, saygılı kemancısı Ermeni genç Artin (Özgür Deniz Kaya)’in arasında bir aşk oluşturmaya çalışan, zarif İstanbul beyefendisi Firuz Bey (Ali Fuat Davutoğlu)’ in çabaları ile başlıyor.


Tam bir eski İstanbul Mahallesi tadında; bohçacı, çingene falcı, nane şekerci, tulumbacılar, mahalle kadınları, şarkı ve danslar eşliğinde ilk perdeyi Mahitab ve Artin’ in mürüvveti ile kapatıyoruz. Oyunun adındaki ‘yangın’ ın ise aşkın ateşindeki mecazdan çok, gerçek anlamına yakın olduğunu sonraları anlıyoruz. Firuz Bey’ in Artin’ de kendi gençliğini görerek, onu Mahitab’ a âşık etmek için gösterdiği yüksek gayretler, evliliğin ilerleyen safhalarında etkisini kaybediyor. Mahitap Hanım, romantik bir aşk kadını, her şeyini harcayabilecek kadar fedakâr ve tutkuluyken; Artin, saraya kapağı atma peşinde, aşka itibar etmeyen bir genç. Ve Mahitab’ ın servetinin erimesi ile birlikte hayal kırıklıkları kendini göstermeye başlıyor. Artin, Firuz Bey’ in etkisi ile yapmış olduğu bu hatanın farkına vararak Mahitab’ tan uzaklaşırken, Mahitap da tam tersi Artin’ e olan tutkusunu artırıyor. 


Bu oyun bana kurgusal olarak Kış Masalını anımsattı. Orada ilk perdede buhranlı bir trajedi, ikinci perdede ise bir vodvil izlemiştik. Aşkımız Aksaray’ ın En Büyük Yangını’ nda ise ilk perdede danslı, müzikli, bol güldürmeceli bir vodvil, ikinci perdede sonu trajediyle biten bir aşkı izliyoruz.


Oyunculuklardan benim için öne çıkan Artin performansı ile Özgür Deniz Kaya oluyor. Kendisini daha önce Ezilmiş Petunyalar Olayı’ nda da çok beğenmiştim. Merzuka rolü ile Sinem Lökbaş’ ı ilk kez izledim, izleyiciyi yakalayan, inandırıcı ve eğlenceli çingene falcı karakterinin üzerinden fazlasıyla geldiğini düşünüyorum. Ve Ali Fuat Dervişoğlu, deneyimli oyuncu, Firuz Bey rolü ile başarılıydı.


Okuduğum birkaç olumsuz yorumun etkisi ile düşük bir beklentiyle gittiğim için belki, oyunun izlenilebilir bir temsil olduğunu düşünüyorum. Metin ve mesaj hafife alınmamalı bence. Başkalarının yönlendirmeleri ile hayatlarına yön verenlerin, kolay etki altında kalanların heybelerine bir şeyler koyduklarını düşünüyorum bu oyundan. Mahitap performansı ile Ebru Uysal’ da yerine oturmayan bir şeyler vardı sanki ve izleyiciden beklenen reaksiyonu alamadığını söyleyebilirim. Kendini, sevdiğini ve tüm Aksaray’ ı yakabilecek kadar ateşli aşkını hiç ama hiç anlayamadığımız gibi o kararı alabilecek noktaya ne ara geldiğini de hiç yakalayamadık… 

  

Şans verilip, izlenebilecek bir oyun… Tiyatro, hayatımızın tam da kendisi :)

6 Ekim 2019

Lüküs Hayat

LÜKÜS HAYAT - ANKARA DT
Müzikal - 2 Perde - 2 saat 50 dakika
Besteci Cemal Reşit Rey - Yazar Ekrem Reşit Rey - Rejisör : Murat Atak
Cumhuriyetin ilanıyla ülkemizdeki Batılılaşma hareketi hız kazanır. Bir yanda Batının teknolojisi ve yaşam biçimi örnek alınarak medeni ilerlemeler kaydedilirken; diğer yanda bu anlayışı şeklen benimseyen, alafranga tavrı ve hatta değerleri taklit eden bir sınıf türer. Lüküs Hayat müzikalinde işte bu ortamın komik bir tablosu çizilir. Lüks hayat ve parayla saadet hülyaları… Gösteriş, şaşaa, para ve sefa. İşte alafranga! Lakin abartı, özenti, müsriflik ve cefa. Lüküs Hayat Devlet Tiyatrolarında ilk defa...
Rıza : Levent Çelmen - Zeynep : Rengin Samurçay - Fıstık : Mehmet Ali Toklu - Belkıs : Alev Buharalı - Ruhi : Şahap Sayilgan - Atıfet : Pelin Dikmenoğlu - Şadiye : Berrin Demir - Memiş : Serkan Ekşioğlu - Lütfiye : Süheyla Gürkan - İrfan : Akın Erozan - Nüveyre : Buket İnger - Şevket : Can Öztopçu - Veysi : Çağrı Turan - Nesrin : Özge Mirzalı - Rıza Bey : Engin Özsayın - Kibar : Bülent Çiftçi - Altındiş : Gönül Orbey - Balatlı : Ayşe Akınsal - Tosun : Bahadır Karasu
Lüküs Hayat, 1933 yılında Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiş bir operettir. Türk tiyatrosunun klasik eserlerinden birisi olmuştur.
İstanbul Şehir Tiyatroları' nın siparişi üzerine yaratılan ve ilk defa cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarının yapıldığı 1933 yılında sahnelenen eser, 1946 yılına kadar büyük bir seyirci kitlesi tarafından izlenmiştir. 1958'de Zeki Alpan, 1962 yılında da Muammer Karaca tarafından tekrar sahneye konulmuş; 6 Mart 1985' te ise İstanbul Şehir Tiyatroları' nda yeniden sahnelenmeye başlamış ve o tarihten günümüze aralıksız sahnelenmiştir.
Oyunun yazarı, Ekrem Reşit Rey olarak bilinse de Şişli'de bir Apartman şarkısının sözlerini Nâzım Hikmet'in yazdığı sanılmaktadır.
Oyun, 1950 yılında Ömer Lütfi Akad tarafından Lüküs Hayat adıyla filme alınmıştır. 1973 yılında da Haldun Dormen tarafından televizyon için yeniden filme alınmıştır.
Eserin Yazılışı: 1930 yılında ödenek ve seyirci azlığı nedeniyle kapanma tehlikesi ile karşı karşıya olan İstanbul Şehir Tiyatroları' nda yöneticilik yapan Muhsin Ertuğrul, seyirci ilgisini müzikal oyunlar ile çekmeyi düşündü. Müzikal eserler yazma önerisini kabul eden Cemal ve Ekrem Rey Kardeşler, Cumhuriyetin 10. yılında sergilenecek yeni bir müzikal oyun yaratmak üzere çalışmaya başladılar. Ancak Ekrem Reşit Rey, sözleri yetiştiremeyeceğini belirtince tarihçi Rasih Nuri İleri' nin aktarmasına göre bu iş o sırada hapiste bulunan Nâzım Hikmet'e teklif edildi. Eseri Nâzım Hikmet yazdı ancak hapiste olduğu için ismini kullanmadı; program metinlerinde yazan Ekrem Reşit Rey olarak yer aldı. Bir başka iddiaya göre eserin tamamını değil ama müzikal içerisinde yer alan bazı şarkıların sözlerini Nâzım Hikmet yazdı.
Konusu: Lüküs Hayat, Türk toplumunun Batı ile yüzleşmesi ve bu çerçevede yaşanan gülünçlükleri sahneye taşıyan, iki farklı kültürün yüzleşmesinden ortaya çıkan durumun değişmezlerini anlatmaktadır. Küçük hırsızlıklarla geçinen "Rıza" ile "Fıstık" bir zengin evine girince kendilerini kıyafet balosunda bulurlar. İkilinin içine düştüğü bu yeni ortam, batılılaşma özentisinin ortasına düşmüş halktan insanların durumudur. Çelişkilerin iyice keskinleştiği yaşam biçimleri komik olaylara neden olmaktadır.
10 Haziran 1949 yılında bir kanunla kurulan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü' nün 70.yılına özel bir repertuvar kapsamında düşünülen, ''Lüküs Hayat'' bu yıl ilk kez devlet tiyatroları sahnelerinde yer alıyor. 65 sanatçı ve 20 kişilik orkestranın bulunduğu bu büyük prodüksiyon sezon boyunca izleyicilerle buluşacak.
Müzikalin Cüneyt Gökçer Sahnesindeki prömiyerini izleme şansını buldum ben de. Akşama Ahmet Necdet Sezer ve eşi Semra Sezer' in katılımı güzel bir sürprizdi:) Bu çok sevdiğimiz, yıllarca izlediğimiz, ezbere bildiğimiz melodisi ile ulusal tiyatromuzun klasikleşen eserini Ankara tiyatro izleyicisinin çok beğendiğini ve başarılı bulduğunu düşünüyorum. Özellikle Mayıs ayından Ekim ayının hayalini kuran tiyatro severler için sezona bomba gibi bir giriş olduğuna eminim:)
Oyunun Ankara Devlet Tiyatrosu yorumunun tamamen aslına sadık kalarak, ortaya koyulduğunu söyleyebilirim. Sahne ana dekoru döner bir platform üzerine kurulmuş, yalı dış görünümü ve iç salon şeklinde bölümlenmişti. Ayrıca sahne ortası perdesi ile ön alan kullanımında mekan ayrımı oldukça başarıyla uygulanmıştı. Kostümlere bayıldım, rengarenk, ahenk içerisinde capcanlıydı hepsi. Kalabalık kadrolu müzikallerde başarılı koreografi ve danslar, kostümle birleşince sahnede tam bir şölen oluyor gerçekten. Başarılı ses kullanımı ve şarkıları da unutmamak gerekiyor elbette.
Hem tiyatroya bir ömür vermiş emektar ustaların hem de genç yetenekli oyuncuların bir sahnede harman olduğu eserde, Rıza karakteri ile Levent Çelmen'i baş oyuncu olarak izliyoruz. Kendisini daha önce Vanya Dayı karakteri ile sahnede, Ferhunde Hanımlar' da ise ekranda izlediğimi hatırlıyorum. Oyundaki enerjisi ve performansının oldukça iyi olduğunu düşünmekle birlikte ilerleyen gösterimlerde daha da göz dolduracaktır bence. Çalışmalarının 20 Ağustos' ta başladığını ve günlük sekiz saate yakın provalarla 5 Ekim' de sahne alacak düzeye gelebildiklerini göz önüne alınca her gösterimin bir öncekinden daha muhteşem bir şölen olabileceğini düşünüyor insan :)
Bireysel olarak Zeynep karakteri ile Rengin Samurçay, Belkıs rolü ile Alev Buharalı, Ruhi' yi canlandıran Şahap Sayılgan ve Şadiye performansı ile Berrin Demir başarılılardı. Veysi rolü ile Çağrı Turan ve Nesrin rolü ile Özge Mirzalı oyuna ayrı bir renk kattılar.
Deneyimli rejisör Murat Atak imzalı yapım, sezonun en ses getiren temsili ve Ankara Devlet Tiyatrosu için de bir prestij oyunu olacaktır.
Dün akşam Cüneyt Gökçer Sahnesinde tam bir ekip çalışması izledik. Işığından, kostümüne, dekorundan, oyuncularına, a dan z ye oyuna emek veren herkesi de prömiyer olması nedeni ile sahnede alkışlama şansı yakaladık. 
Oyunun çok fazla alkış aldığını, izleyicilerin oyun esnasında şarkılara eşlik ederek, tempo tutarak eğlenceli zamanlar geçirdiğini söyleyebilirim. Sahnede canlı orkestra dinlemek çok ayrı bir lezzet izleyiciler açısından. Ve yazımızı, oyuna piyanosundan çıkan muhteşem ezgilerle hayat katan müzik direktörü Melahat Ismayılova' yı ayrıca anmadan bitirmemiz mümkün olamaz:) Orkestra sahnede yer aldıktan ve çalmaya başladıktan sonra son derece estetik bir şekilde hareketli platform ile sahneden alçalarak oyuncuların görüş mesafesine girmesi de hoş bir detay olarak hafızamda yer buldu.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt da oyun bitiminde söz aldı ve Türkiye genelinde 77 adet sahnemiz olduğunu ve her akşam Ankara' da 5000 izleyiciyi ağırladıklarını söyledi. 5000 gerçekten oldukça iyi bir sayı bence de:) Ve bu oyunun pazartesi günleri hariç her gün gösterilecek olması, böyle bir performansın sürekliliği olağanüstü gerçekten...
Ve yazımızı alışılagelmiş lüküs hayat şarkısının sözleri ile noktalarken, bu oyunu görmeden sezonu kapatmamanızı öneriyorum :)
Şişli'de bir apartıman
Yoksa eğer halin yaman
Nikel-kubik mobilyalar,
Duvarda yağlı boyalar

Iki tane otomobil
Biri açık, biri değil
Aşçı, uşak, hizmetçiler
Dolu mutfak, dolu kiler

Hanım gider, sen gidersin
Gündüzleri çaydan çaya
Gece olur, davetlisin
Ya dineye ya baloya

Hey
Lüküs hayat, lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne güzel şey
Oh ne rahat
Yoktur esin lüküs hayat

Yaz gelince adadaşın
Mayo giymiş kumlardasın
Etrafında güzel kızlar
Canın çeker, burnun sızlar

Hanım motorla dolaşır
Hanım serbest, kim karışır
Takarsın şeyleri bazı
Dünya böyle sen ol razı

Sen de kendi hesabına
Topla akşam etrafına
Sarıları, esmerleri
Kır şampanya kadehleri

Hey
Lüküs hayat, lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne güzel şey,
Oh ne rahat
Yoktur esin lüküs hayat