31 Ocak 2019

Troya -DOB

1. Perde 1. Sahne
Sparta, Kral Menelaos’un sarayı. 
Bu hikaye bundan yüzyıllar öncesinde yaşanmış bir savaşın ve destansı bir aşkın dramıdır. Her şey Spartada gerçekleşen Thetis ve Peleus’un düğününde başlar. Sparta kralı Menelaos’un himayelerinde, bütün Yunan Kralları ve Truva Prensleri, Paris ve Hektor davetlidir. Bu düğün, Tanrıların buyruğu altında, bir barış çağrısıdır adeta. Ancak, bu asil düğünde tüm tarihi değiştirecek bir yasak aşk başlayacaktır... Halk tüm asilzadeleri ve kralları Menelaosu selamlar. İçeri giren Menelaos, önce misafirleri kabul eder ve ardından müstakbel çiftin nikahını kıyar. Tüm halk neşe içerisindedir. Bu sırada Truva prensi Paris, Menelaosun karısı güzel Heleni farkeder. Genç prens, Sparta Kraliçesinin cazibesine kaptırır kendisini. Helen ise bu hislere karşılık vermektedir. 1. Sahne, eğlenceler devam ederken Paris ve Helenin bir köşede birbirlerine sarılmasıyla sona erer. 
2. Sahne
Aulis, Tanrıça Artemisin tapınağı. Paris Menelaos’un karısını kaçırmıştır. Durumu anlayan Menelaos kaçırılan eşi için ağabeyi, Miken kralı Agamemnon’dan yardım istemiştir. Agamemnon bütün yunan kralları ve kahramanlarını toplamıştır. Kahin Khalkas’a geleceği anlatması için başvurulacaktır...Agamemnon Troyayı hainlikle suçlar. Troyanın hesap vermesini istemektedir. Kahramanları Aşil, Ulis ve Ajax’a hazır olmalarını emreder. Amacı, bir an önce Troya’ya saldırmak ve bu ülkeyi işgal etmek ve kardeşinin intikamını almaktır. Ancak tapınaktaki halk Agamemnon’a hızlı düşünmemesini öğütler. Kendisinin kahin Kalkhas’ın sözlerini dinlemesini tavsiye ederler. Kalkhas Aulis tapınağının kahinidir ve geleceği görmesiyle tanınmıştır Agamemnon kahinden geleceği anlatmasını ister. Kakhas Tanrılara kulak verir. Çatışmaların çok uzun süreceğini ve çok kan akacağını söyler krala. Savaşın neticesinde ise hiçbir tarafın galip gelemeyeceğini söyler. Agamemnon ise ısrarlıdır. Kahin bunun üzerine kraldan kendi kanından Tanrıça Artemise bir kurban vermesi şartıyla, savaşta galip gelebileceğini anlatır. Kral Agamemnon bir an düşündükten sonra bunu kabul eder ve kızı prenses İfigeniya’yı tapınağa çağırtır. Ayinler eşliğinde genç prenses tapınağın altarına getirilir. 2. sahne İfigeniya’nın Artemise kurban verilmesiyle sona erer.  
3. Sahne
Troya sarayı. Güneş Troya’nın üzerinde parlamaktadır. Genç prensler evlerine dönmüşlerdir. Paris, Helen’i Troya’ya getirdiği için ziyadesiyle mutludur. Kral Priam, halk ve Troyalı asiller, Paris ve Hektor’u her zamanki gibi bağırlarına basarlar. Barış haberlerini beklemektedirler. Kral Priam oğullarını karşıladıktan sonra yanlarındaki güzel kadının kim olduğunu sorar. Paris onun güzel Helen olduğunu söyler. Troyalı asiller ve halk bir anda paniğe kapılır. Kral Priam’a genç Sparta kraliçesinin geri gönderilmesi gerektiğini söylerler. Bu durumun bir savaş başlatabileceği kesindir. Ancak Priam Parisin gözlerindeki aşkı görür ve bu aşka saygı duyar. Genç kadının bundan böyle Troya prensesi olduğunu ilan eder. Ardından halka ve asillere Troya surlarının asla geçilemeyeceğini belirtir. Bu eski surlar yüzyıllardır geçilememiştir ve yüzyıllarca daha dayanacaktır. Halk bu söylemden sonra rahatlar. Hava kararırken Paris ve Helen başbaşa kalırlar. Helen endişlidir. Kendisi yüzünden savaşın kapıya dayanacağını adeta hissetmektedir. Paris ise sevgilisini rahatlatır. Ona bu ülkenin surlarının asla geçilemeyeceğini söyler. Aşklarının Troyada yeşereceğini düşünen çifti bir an mutluluk sarmalar. 3. sahne bu aşk diyaloğu ile sona erer. 
4. Sahne
Troya surlarının dışarısı. kara bulutlar Troya üzerindedir. Agamemnon, kahramanları ile birlikte surlara dayanmıştır.Yunan ordusu savaş hazırlıkları içindedir. Ordu adeta bir güç gösterisiyle ilerlemektedir. Anlaşma için Priam, Troyalı Prensler ve asiller ordularını arkalarına alıp duvarların dışına çıkarlar. Kral Priam ve Kral Agamemnon ortada buluşurlar. İlk sözü alan Priam Agamemnon’a barış için geldiyse HOŞ GELDİĞİNİ ancak savaş için buradaysa arkasındaki surlara bakmasını söyler. Agamemnon ise Troya’nın Heleni çaldığını ve kendisinin hemen geri verilmesini arzu eder. Ayrıca Troyanın teslim olmasını, böylece canlarının bağışlanacağını söyler. Agamemnon adeta tüm ülkeyi elegeçirmek için bu topraklara gelmiştir. Priam ise ne Heleni vermeyi ne de teslim olmayı kabul etmez. İki kral anlaşamayınca Agamemnon sinirden kendisini kaybedercesine ordusuna taaruz emrini verir. Bir anda Yunan ordusu taaruz eder. Troya ordusu ise Kral Priamı güvene aldıktan sonra savunmaya geçer. Troya ordusuna Hektor önderlik etmektedir. Savaş başlar...Savaş devam ederken iki kahraman Hektor ve Aşil karşı karşıya gelirler. Tüm ordu tezahüratlar içinde bu düelloya tanıklık eder. Neticede Aşil galip gelir. Ancak Yunan ordusu güçlü Troya savunmasını geçemez. Troya halkı acı içerisinde kahraman prens Hektor ölümüne tanıklık eder. En şanlı kahramanını kaybeden Troyayı bir anda yas kaplamıştır.4 sahne ve 1. Perde sona erer bu trajik ölüm ile sona erer. 

2. Perde 5. Sahne
Troya kalesi içerisindeki meydan. Hektorun cansız bedeni yakılmak üzere ağıtlar eşliğinde meydana getirilir. Cenaze töreni başlar. İskeleye yerleştirilen prens yakılacaktır. Acılı baba, kral Priam oğluna son sözlerini söyler ve ölüler diyarına rahat geçebilmesi için gözlerine iki altın sikke koyar. Ardından, ateşe verilen Hektor’un bedeni halkın gözleri önünde yavaş yavaş yanmaya başlar. Priam, Troyalı asiller ve halk cenazeden sonra dağılırlar. Helen meydanda tek başına kalmıştır. Bu savaşın sebebinin kendisi olduğunu düşünen Helen pişmanlık içindedir. Bir an Troyadan kaçmak ister. Kendi hayatının sona ermesine razı olur. Ancak savaş kendisi teslim olursa belkide son bulacaktır. Helen kaçmaya yeltenirken, Paris onu fark eder ve önüne çıkıp kendisini durdurur. Paris sevgilisine Agamemnon’un asıl amacının Troyayı işgal etmek olduğunu anlatır. Helen geri dönse bile bu savaş bitmeyecektir. 5. sahne Paris’in Helen’i rahatlatmasıyla ve kalmaya ikna etmesiyle sona erer. 
6. Sahne
Troya surlarının dışı. Yunan ordusu kampı. 
Hektorun ölümü Troyayı güçsüz kılmıştır. Bu fırsattan istifade etmek isteyen Agamemnon yeni saldırı planları içindedir. Artık sabrı iyice taşmıştır. Kahramanlarını toplar ve kendilerine yeni talimatlarını söyler. Kral Agamemnon, umutlarını kaybetmiş Troyaya zafer için saldırmak ister. Aşil ve Yunan ordusu bir savaş gösterisine başlarlar. Hazırlıklar tüm hızıyla devam eder. Bunun üzerine yeniden toparlanan Yunan ordusu, tekrardan taaruza geçmek suretiyle ilerler. Tekrardan savaş başlamıştır. Kan gövdeyi götürürken Troya ordusu her zamanki gibi geçilemez bir savunma oluşturur. Yunanlar büyük bir bozguna uğrarlar. Kahramanlarından Ajax ise bazı askerler ile beraber Troya’ya esir düşer. Priam ve askerleri, gemilerine kaçan Yunan ordusunun peşine düşer. 6. sahne Priam’ın şanlı zaferini ilan etmesiyle sona erer.  
7. Sahne
Troya. Kral Priam’ın sarayının önündeki büyük meydan. Priam, Paris ve Helen halkın önüne çıkar ve büyük zaferlerini ilan eder. Priam cesur ve ve onurlu askerlerini övmektedir. Herkes coşku içindedir. Troyalı asillerin emriyle savaş esirleri meydana getirilir. Tüm halk esirleri linç etmek isterler fakat Priam barış yanlısı tavrıyla kendilerini bağışlar. Ajax ve diğer Yunan askerler serbest bırakılır ve özgürlüklerine kavuşurlar. Paris ise dışarıda gezen devriyelerden Yunanların devasa bir at bıraktığını söyler. Troyalı asiller bu atın hemen yakılmasını önerir. Priam ise atın bir zafer sembolü olduğunu düşünür. Ardından bu sembolün şehre getirilmesini emreder. Troya atı bir zafer nişanesi gibi coşkuyla içeri alınır. Halk atın etrafında dans eder, oyunlar oynar ve eğlenir. Gece geç saatlerede eğlence son bulur. Priam tek başına kalmıştır. Düşüncelere dalar. Ölen oğlu Hektoru, onurla savaşmış olan ordusunu, ve nihayetinde Troyanın sükunete erdiğini düşünür. 7. Sahne kralın refah ve huzur içerisinde dinlenmeye çekilmesiyle sona erer. 
8. Sahne
Troya büyük meydanı. Gece yarısı. Troyalı askerler ve halk gün boyu süren kutlamalardan yorgun düşmüştür. Tüm şehir uykuya daldıktan sonra, atın içerisinden Aşil, Ulis ve birkaç mirmidon asker dışarı çıkar. Sessizlik içerisinde nöbetçi Troyalı askerleri etkisiz hale getirirler. Şehrin geçilemez kapılarını saklanmış olan Yunan ordusuna açarlar. Bir anda şehrin içi savaş alanına döner. Daha neye uğradıklarını anlayamayan Troyalılar bir bir katledilirler. Artık çok geçtir. Troya alevler içerisinde yanmaktadır. Bu soykırım sırasında Paris bir anda Aşili farkeder. Hektorun intikamını almak uğruna bir ok atar. Aşilin bacağına isabet eden ok, kendisini savunmasız bırakmıştır. Ardından Paris son bir ok atarak aşili göğsünden vurur. Göğsündeki oku çıkartan Aşil daha fazla dayanamaz ve ölür. Düşen Aşilin bedenini gören askerler kendisine büyük bir saygı gösterir. Bu katliam sırasında Agamemnon Priamı görür ve kendisini acımasızca öldürür. Paris, Helen ve geriye kalan birkaç asil ise kaçış yolunu bulurlar. Büyük bir keder ve acı içerisinde Troyayı terk ederler. Paris, pişmandır ancak Troyanın köklü geleneği ilelebet yaşayacaktır. Troya’nın mirası tüm dünya’ya yayılır. Bu destansı savaşın hikayesi binlerce sene boyunca anlatılacaktır. Bu toprakların şanlı geçmişi, geleceğimize ışık her daim ışık tutacaktır... Opera destansı bir hava içerisinde sona erer.

BUJOR HOINIC ORKESTRA ŞEFİ - RECEP AYYILMAZ REJİSÖR
AHMET VOLKAN ERSOY KOREOGRAF - GIAMPAOLO VESSELLA KORO ŞEFİ
ÖZGÜR USTADEKOR TASARIM - ATIL KUTOĞLU BAŞKARAKTER KOSTÜM TASARIM
AYDAN ÇINAR KOSTÜM TASARIM - BÜLENT ARSLAN IŞIK TASARIM
ŞAFAK GÜÇ AGAMEMNON (MİKEN KRALI) - KAMİL KAPLAN AGAMEMNON (MİKEN KRALI)
ZAFER ERDAŞ PRİAM (TROYA KRALI) - TUĞBA DEKAK HELEN (SPARTA KRALİÇESİ)
SEDA AYAZLI ELEN (SPARTA KRALİÇESİ) - MURAT KARAHAN PARİS (TROYA PRENSİ)
CANER AKIN PARİS (TROYA PRENSİ) - ERDEM ERDOĞAN PARİS (TROYA PRENSİ)
ERTUĞRUL CENK KARAFERYA KALKHAS (YUNAN KAHİN) - KAAN BULDULAR KALKHAS (YUNAN KAHİN)
ZEYNEP HALVAŞİ TROYALI KADIN - EDA ERDAŞ TROYALI KADIN
MUSTAFA KURT HOMEROS (ANLATICI-OZAN ) - ŞÜKRÜ BOĞAÇHAN BOZCAADA AŞİL
İLHAN DURGUT AŞİL - VOLKAN ALTUNEL AŞİL
İBRAHİM EREN KELEŞ ULİS - DOLUN DOYRAN ULİS
BERKAY SARAÇOĞLU ULİS - BURAK KAYIHAN AJAX
KADİR OKURER AJAX - UMUT CAN ARZUMAN AJAX
ÇAĞIN HAZAR ÖZİDEŞ AJAX - AHMET DORUK DEMİRDİREK HEKTOR
KEREM ÜNAL İNANÇ HEKTOR - TAN SAĞTÜRK HEKTOR
SÜLÜN DUYULUR LAODİKE - ÖZGE ONAT LAODİKE
ÖZGE BAŞARAN LAODİKE - HAYRİYE MİNE İZGİ İFİGENİYA
ASLI ÇILEK İFİGENİYA - SULTAN MENTEŞE İFİGENİYA
BLEDA ÖZLEM THEEA - AYHAN ULUÇ AYTAN ANDRASTOS
BILAL KILIÇASLAN ANDRASTOS - MERT TÜRKOĞLU MENELAOS
ERTUĞRUL BOLAT MENELAOS - ÇAĞDAŞ YURDAKUL MENELAOS
EMİNE ÖMÜR UYANIK HEKUBA - GAMZE TOPER HEKUBA
AYŞEGÜL DENİZ ERTÜRK HEKUBA - REDYAVE İNCİ DOĞRU HOMEROS'UN İKİ YARDIMCISI
KARDELEN BÜYÜKAKGÜL HOMEROS'UN İKİ YARDIMCISI
NEŞE GÜNE HOMEROS'UN İKİ YARDIMCISI - SERAP ARMAĞAN HOMEROS'UN İKİ YARDIMCISI
UMUT YAŞAR YARDIMCI REJİSÖR - AYLİN ÖZUĞUR KORREPETİTÖRLER
ESRA POYRAZOĞLU ALPAN KORREPETİTÖRLER - YAMAN DİKENER KORO PİYANİSTLERİ
HANDE UÇAR KORO PİYANİSTLERİ - M.BORAN SAV RANREJİ ASİSTANI
DENİZ ALP KOREOGRAFİ ASİSTANI - ALİ HAKAN ODABAŞI REPETİTÖRLER
ELİF AKTAR REPETİTÖRLER - SEVİM BAŞOL REPETİTÖRLER
ALMULA ERSOY REPETİTÖRLER - ÖZGE A. BAHARDOGAN REPETİTÖRLER
ZEYNEP UTKU KONDÜVİT - ARİFE PELİN KÖKEN BALE KONDÜVİTLERİ
ASLI ÖNGÖREN BALE KONDÜVİTLERİ - IŞINSU YAPICI BALE KONDÜVİTLERİ
ZEYNEP BURCU ALTINEL SUFLÖZLER - PINAR YÜKSEL SUFLÖZLER


Ankara Congresium' un dev sahnesinde izleme şansı yakaladığım Troya muhteşemdi. Salonun yaklaşık 3100 kişilik olduğunu ve gösteriyi sahneden çok uzak bir noktada izlemek durumunda kalırsanız, sahneye yansıtılan opera sözlerini okumakta sorun yaşayabileceğinizi söylemek istiyorum. Ve tabi sanatçıların yüz ve mimiklerini yakalama şansınız da olmuyor. Ancak sahneyi tam olarak görebiliyor ve koreografiye hakim olabiliyorsunuz, çünkü bazı sahnelerde 250 civarında sanatçı aynı anda sahnede yer alıyor. Ve zamanlama açısından da trafik, otopark, bilet alma, yer bulma vb durumları göz önünde bulundurmakta fayda olacağını söyleyebilirim. 

27 Ocak 2019

Antalya

Bir kenti bırakıp, yeni bir şehre varabilmeyi düşleyerek geçirdiğin zamanlarda, ne taşıyabilirsin yanında valizindekilerden başka?
Gözlerindeki ışıltıyı, kurduğun cümleleri, çocukça tavırlarını, ruhunun berraklığını ve umudumu bırakamamışım ki geride. Bir baktım hepsi benimle, içimde, yüreğimde...
Bir yolda ilerlemek, yavaş yavaş iklimin değişmesini, bitki örtüsünün farklılaşmasını gözlemlemek; insanı dünyanın değil de senin döndüğüne inandırıyor. Bu zamanın akıp senin olduğun yerde kaldığını düşünmenin tam tersi. Hani yıllar geçer, gözlerindeki ışığın parlaklığı azalır ama ruhun şarkı söylemeye devam eder ya işte öyle. Dünya ile birlikte dönmeyi, zamana karışıp akmayı becerebilecek miyiz?
Bilmediğim bu şehrin sokaklarında dolaşırken, kendimi tanımadığım bir insanın ruhunun derinliklerinde hissettim. Bir kentte kendini güvende hissedebiliyorsan, o şehir senin olmuştur bence. Peki bir insanı tam olarak tanıyabilmek mümkün mü? Bir insanın kalbinin dehlizlerine inebilmek, kendisinin bile farkında olmadığı çıkmaz sokaklarından geri dönmek, bir insanda dolaşırken kaybolmayı göze almak gerekir belki bunun için. Hiç kimseyi kentin bir bulvarında karşıdan karşıya geçerken tanıyamayız, bir kenti de öyle...
Antalya’ dan bana ne getirdin? Meraklı kocaman açılmış ela gözleriyle bakıyordu.
“Sana portakal çiçeklerinin kokusunu, Akdeniz melteminin ipeksi serinliğini, başını kaldırıp sonsuz maviliğe baktığında duyduğun martı çığlıklarını getirdim.” dedim.
“Nereye sığdıracağım ben bu kadar şeyi?” Bu kez şaşırma sırası bana gelmişti ama çabuk toparlandım:
“Bir kısmını kalbinin derinliklerine, birazını dalgalı saçlarının arasına saklayabilirsin ve kalanını da kirpiklerinin üzerine koy ki, gözlerini açıp kapattıkça hep beni anımsa...”
“Anlaştık.” dedi gülümseyerek...
Bir yolun sonundan ne bekler insan?
Tanıdık bir tebessüm, samimi bir sarılış, içten bir merhaba mı?
Eğer vardığın yer, kendi evin kadar rahat hissettiriyorsa, kapını kapatıp kendinle kalabiliyorsan mesela ya da kafana esip duşa girebiliyorsan, buzdolabını rahatlıkla açabiliyorsan örneğin ve yürüyüşe çıktığında anahtarı buluyorsan cebinde; misafirliği evinde değil kalbinde yaşayabiliyorsan orada; bu yolda yürümeye devam etmelisin...
Bir taş daha attı denize, saçlarının arasından güneşin parlak sarılığını görebiliyordum.
-Denizi seyretmek, dedi bende çaresizlik hissi uyandırıyor, yaşlanmayı, ölümü ve doğanın gücü karşısındaki çaresizliğimizi hatırlatıyor.
O sırada bir bulutun gölgesi düştü sanki kirpiklerinin üzerine.
-Hayır, dedim. En derin çelişkilerimi, en kötü kararlarımı, en büyük hatalarımı hep denize anlattım ben. Sen de ruhunun derinlerindekileri anlatmayı denemelisin ona, kimseye anlatamadıklarını. Sessizce dinler seni, dinlerken dinlendirir, dinlendikçe durulur içindeki sarsıntılar, sakinleşirsin...
Başını çevirip bana baktı. Gözlerinin aynasından gökyüzünün sonsuzluğunda, özgürce kanat çırpan bir martının uçuşunu gördüm sanki...
-Bu mevsimde hep bu kadar çok mu yağar?, pencereden dışarı çıkarmış, yağan sağanak yağmurda ellerini yıkıyordu.
Yüksek palmiyelerin bir şeyler anlatmak istercesine canhıraş çırpınışları, ara sıra gri gökyüzünde beliren şimşekler, rüzgarın uğultusu ve denizin yükselmiş, kızgın dev dalgaları onu biraz ürkütmüş gibiydi. 
-Dışarıda değil, içinde kopan fırtınalara odaklanmalısın, dedim. Biliyorsun ne zaman bir barınak istersen sığınacak, ben buradayım. Sesim rüzgarın sesinde kayboldu.
-Pencereyi kapatıp bana baktı, gözlerinde şimşeklerin kızıllığı vardı. “Hiç anlamayacaksın değil mi? Yağan yağmurla ıslanmak istiyorum. Rüzgar dallarımı kırsın, incineyim ne çıkar? Yaşadığımı duyumsarım en azından, beni yaşamam gereken acılardan korumaya çalışma artık...
-Duyuluyor mu acaba?, diye sordu merakla.
-Onu görünce hızlanan kalbimin sesi, dışarıdan duyuluyor mu?
Şehirler arası otobüslerde hiç tanımadığın ve bir daha göremeyeceğin insanlara sırlarını anlatmak daha kolay olurmuş, diye okuduğunu anımsadı bir yerlerde.
-Bazen benimle konuştuğunda sanki kızarıyormuşum gibime geliyor ve nefesim hızlanıyor biraz. Bunları engellemem gerekir, anlayacak diye ödüm kopuyor.
Öyle masum ve içtendi ki. Tüm sorularının cevabı ve tüm sorunlarının çözümünün bende olduğuna inanmıştı, psikoloji okuyorum, dediğimde.
- Bak, dedim. Unutma! Kendimi en büyük hayat dersini verecek kadar bilgili hissetmiştim.
-Eğer istemiyorsan kimse duyamaz kalbinin sesini. Ve asıl mühim olan sen bilinsin istediğinde ve anlatmaya çalıştığında duyulabilmesidir yüreğinin söylediklerinin...
Rahatlamış bir ifadeyle baktı yüzüme, ikna olmuş gibiydi...
-Gidiyor musun?, dedi. Göz pınarlarında tomurcuklanan damlaları saklamaya çalışmadan.
-Buradan ayrılıyor olmam, gittiğim anlamına gelmiyor, biliyorsun değil mi?, dedim.
Eğilip ellerini tuttum ve dinozorlu anahtarlığı avucuna bıraktım. 
-Unutmamışsın, dedi. 
Gözleri tekrar ışığına kavuşmuş gibiydi.
-Hiç unutmayacağım. Ne seni ne seninle ilgili hiçbir şeyi, hele ki istediklerini. Hep konuşacağız, bu bir hafta çabuk geçecek inan bana.
Bir şeyi bitirip, yeni bir şeye başlamak gibi değil çıktığın yolculuklar. Geride bıraktıklarını aslında bırakamadığını ve yanında taşıdığını hissettiğinde, kendinden kaçamayacağını anlıyor insan.
Ve bir yolculuktan dönerken, yaşadığın ancak sana ait olmayan, çalınmış bir zaman diliminden çıktığını düşünüyorsun. Ait olduğun şehre girerken ise, seninle birlikte her yere taşıdıklarına yaklaşıyorsun ve belki en çok da kendine...

Not: Bir hafta Antalya' daydık. Ve bunlar da gezi notlarımız:) 
Metinler arasında kurgusal bütünlük bulunmayıp, tamamı farklı zamanlarda farklı durum ve manzaraların çağrıştırdığı kurgusal notlar olup, gerçek yaşantımla ilgisi bulunmamaktadır.

Zümrüdüanka

ZÜMRÜDÜANKA | ANTALYA DT
2 perde | 1 saat 50 dakika
Yazan : ELİF SOLAK | | Yöneten : EZGİ YENTÜRK
KONU: Miladi takvimler 1843'ü, göç eden kuşların pusulası ise Kaf Dağı'nı göstermektedir. Hereke'de kurulan Çuha Fabrikası'nda yıllar sonra umulmadık bir yangın çıkar. Saten ve Camaron'un aşkının alevi ise daha önceden kalpleri tutuşturmaya başlamıştı…
Masalların gerçek, gerçeklerin masal olduğu, göçmen kuşların kanatlarını yedi dipsiz vadiye doğru açtığı, Zümrüdüanka'yı ararken kendilerini bulduğu bir handır bu dünya. Ve dünya dönerken, küllerinden doğmayı becerebilenler Kaf Dağı'na ulaşır.
OYUNCULAR:
YAŞLI SATEN : SENEM ŞAHİN
1. ANLATICI / OHANNES / HAYALİ / İŞÇİ : DURMUŞ BENLİ
2. ANLATICI / BOĞOS / İŞÇİ : REMZİ KÜRŞAD SÜREN
GENÇ SATEN : TÜMAY REVŞAN GENÇ- ZEHRA ECE ARAL
CAMARON / İŞÇİ : MERT CAN SEVİMLİ
HANCI / İŞÇİ : SİDAR BARAN
SERASKER RIZA PAŞA / İŞÇİ : NİYAZİ MERT KURT
HACI AKİF / İŞÇİ : OKAN KAĞNICI
DEĞİRMENCİ / İŞÇİ : ŞÜKRÜ GÜREL
YARDAK / 1. İŞÇİ : ÖMER ALPER İZCİ
SULTAN ABDÜLMECİT : İSMAİL SABRİ MEMİŞ
2. İŞÇİ : GÖKHAN HIZARCIOĞLU
DANS / İŞÇİ / KÖYLÜ : SELGE EZGİ ZINDAN
İŞÇİLER / KÖYLÜLER : ÖZLEM ŞENDİNÇ- ESRA ŞEN- BAŞAK İŞÜR- EBRU TANRIVER- EMEL ELEVLİ- AYSEL GÜCÜM
Bu sezon Ankara' ya turneye gelmiş olan ancak izleme şansı bulamadığım Zümrüdüanka' yı, hazır Antalya' ya gitmişken görmek istedim. İlk kez farklı bir şehirde bir temsil izleme şansı ve farklı bir şehrin tiyatro izleyici kitlesi ile tanışma fırsatını da yakalamış oldum. Haşim İşcan Kültür Merkezi Devlet Tiyatroları Sahnesinde izlediğim bu oyun benim için bu anlamda özel bir oyun oldu.
Temsilin çift perde yöntemi ve ön perdeye yansıttığı dijital görüntüler ile sahneye derinlik katma tekniğini ilk kez burada görüp oldukça beğendiğimi söyleyerek başlamak istiyorum. İlk sahne dijital görüntülü bir yangın sahnesi ve modern dans yapan kız eşliğinde bir anlatıcının izleyiciye Simurg efsanesini baştan sona anlatmasını içeriyor. Bu hem Çuha Fabrikası yangınını hem de Zümrüdüanka' nın küllerinden doğuşunu temsil ediyor olsa da efsaneyi bilenler için fazlaca detaylı ve uzatılmış bir giriş olmuş.
Metinde tarihi bir olaydan yola çıkılmış. Osmanlı' nın Abdülmecid döneminde Hereke' de bir ipek fabrikasının kuruluşu sırasında Ohannes ve Boğos isimli iki kardeşin Serasker Rıza Paşa' nın da desteği ile padişahtan habersiz bir çuha fabrikası açmaya çalışmalarını konu alıyor. Olayların merkezinde herkesin konakladığı bir han var ve paralel akan olayda hancının karısı Saten ile İtalyan ressam Cameron' un aşkları işleniyor. 
Oyunda izleyiciyi rahatsız eden, tam olarak neye hizmet ettiği belli olmayan bir takım kahramanlar ve olaylar vardı. Örneğin değirmenci rolü, Hacivat Karagöz oynatıcıları, bir resim yarışması, fabrika müdürü ve fabrikanın kuruluş sahnesi bunlar bir bütün içerisinde oyunun tam olarak neresinde olması gerektiği anlaşılamayan unsurlardı. Olay örgüsü ve kurgu biraz karmaşıktı ve bu karmaşayı çözmek için Ohannes (Durmuş Benli) ve Boğos (Remzi Kürşad Süren) oyun kurgusunu tamamlamaya çalışan iki anlatıcı rolündeydi. 

Oyunu tür olarak bir yere koymam istense, müzikal, komedi, epik, dram, gölge oyunu, orta oyunu, aşk hepsinden birer tutam sunulmaya çalışılmış ancak bu biraz kargaşaya sebep olmuş gibiydi.
Oyunculuklara gelirsek; Antalya Devlet Tiyatro' sunun Windsor' un Şen Kadınları oyununda başarılı bulduğum Remzi Kürşad Süren ve Hacivat-Karagöz ustasının çırağı rolü ile Ömer Alper İzci' yi burada da çok beğendim. Bu isimlere ekleyebileceğim ise Ohannes ve 1.Anlatıcı rolü ile Durmuş Benli oldu.
''Tiyatrosuz kalmayalım'' diyerek Antalya Devlet Tiyatrolarına teşekkürlerimi sunuyorum :)

Not:+12 olarak gösterime çıkarılan bu oyunun +12 olması için bir neden göremediğimi de eklemek istiyorum.

19 Ocak 2019

Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası

BİR YAZ DÖNÜMÜ GECESİ RÜYASI | SİVAS DT
2 perde | 1 saat 50 dakika
Yazan : W. SHAKESPEARE | Çeviren : NURETTİN SEVİN | Yöneten : VOLKAN ATEŞ GÜNDÜZ
KONU: Kızı Hermia'yı Demetrius ile evlendirmek isteyen Egeus, kızının başkasına olan aşkını öğrenince Atina Dükü Theseus'a gider. O sırada sarayda Theseus ve Hippolyta'nın düğün hazırlığı vardır. Atina yasalarına göre evlenmelerinin mümkün olmadığını öğrenen aşıklar çareyi kaçmakta bulurlar. Demetrius'a aşık olan Helena'nın bu haberi Demetrius'a vermesi ile o da ormana peşlerinden gider. Ormanda onları gören periler de hikayeye dahil olunca olaylar birbirine karışmaya başlar.

OYUNCULAR:   THESEUS-PUCK-GARSON:SERKAN YANAR   -   HERMİA:KARDELEN F.GÖKTAŞ   -   LYSANDRUS:SAMET SÜNBÜL   -   HELENA:HÜLYA KELİ   -   DEMETRİUS:İSMAİL TÜTÜNCÜ   -   OBERON-FRANCIS FLUTE:TURGUT YALÇIN   -   TİTANİA-YARIŞMACI:CANAN KOYUNCU   -   NİCK BOTTOM:M.İNANÇ KETECİ   -   PETER QUİNCE   -   BODYGUARD:BURAK FINDIKCI   -   EGEUS-SNOG:EMİN TAŞCIOĞLU   -   HİPPOLYTA   -   PERİ:DEMET VURANOĞLU   -   PHİLOSTRATUS-PERİ:NİLHAN ÖĞÜTÇEN   -   PERİ-YARIŞMACI:ÖZGE TEPE   -   TOM SNOUT:MESUT ELBAY   -   PERİ- YARIŞMACI:NİHAL KURUÇAY   -   PERİ- YARIŞMACI:GİZEM YILMAZ   -   PERİ- YARIŞMACI:GÜLEN YAĞMUR AYTÜL   -   PERİ- YARIŞMACI:ZUHAL TOPTAŞ   -   PERİ- YARIŞMACI:YEŞİM ÖZKINACI

Haftanın üçüncü turne oyunu Sivas Devlet Tiyatrolarından... Bu sezon izlediğim ikinci Sivas DT oyunu olduğunu da belirtmeliyim, ilki Lena, Leyla ve Diğerleri idi. Bu vesile ile Filiz Demiralp' i de anmış olalım:)
Daha önce onlarca kez farklı topluluklar tarafından sahnelenmiş Shakespeare' in Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası' nın Sivas DT ve Volkan Ateş Gündüz yorumunu izledim İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesinde.
Shakespeare' in klasik, devrik cümlelerle dolu,  lirik şiirsel anlatımını çok seviyorum.  
Hermia ve Lysander birbirlerini sevmektedirler. Fakat Hermia'nın babası Egeus, kızının Lysander ile evlenmesini uygun bulmamaktadır. Hermia'nın en yakın arkadaşı Helena da Demetrius'a vurgundur. Fakat Demetrius'un Hermia'ya olan aşkı, ortalığı karıştırmaktadır. Egeus'un da baskılarıyla Hermia, Demetriusla evlenmek zorunda kalır. Atina dükü Thesus da bu olayı yaslara göre uygun bulmuştur. Bunun üzerine Lysander ve Hermia, Atina'nın sınırları dışına çıkıp evlenmeye karar verirler. Bu kararlarını en yakın arkadaşları Helena'ya anlatırlar. Demetrius'un gözüne girmeye çalışan Helena da olacakları ona söyler. Lysander ve Hermia'nın peşinden Demetrius, onun peşinden de Helena ormanın yolunu tutar. Bu sırada periler kralı ve kraliçesi tartışmaktadır. Tartışma sebepleri ise bir çocuktur. İkisi de bu çocuğu sahiplenmek istemektedir. Periler kralı Oberon, büyülü çiçeği Titana'nın gözüne sürer. Böylelikle Titana uyandığında ilk gördüğü kişiye aşık olacaktır. Aynı çiçeği, Helena’ya eziyet eden Demetrius'un da gözüne sürmek ister. Bu iş için yardımcısı Puck'ı görevlendirir. Fakat Puck, çiçeği Demetrius'a değil de Lysander'e sürer. Böylelikle ortalık iyice karışır. Lysander Helena'ya tutulur. Durumu düzeltmek için Demetrius’un da gözüne çiçek sürülür ve o da Helena'yı sevmeye başlar. Bu olaylar gerçekleşirken, Thesus ve Hippolyta'nın düğün hazırlıkları devam etmektedir. Bir kaç esnaf, hazırladıkları tiyatro eserini prova ederken Puck gelir ve Bottom'un kafasını bir eşek kafası ile değiştirir. Bottom'un arkadaşları kaçışır ve gürültüden Titana uyanır. İlk gördüğü şey, eşek kafalı Bottom olur ve ona tutulur. Titana Bottom ile ilgilenirken, Oberon da çocuğu alır ve Titana'yı eski haline çevirir. Dört aşığı bulundukları durumdan kurtarmak için ise Titana’dan yardım ister. Titana tüm ormanın derin bir uykuya dalmasını sağlar. Böylelikle yaşanan her şey bir “rüya” olarak kalacaktır. Aşıklar uyandıklarında Atina’ya geri dönerler. Theseus ve Hippolyta ile birlikte iki çift de evlenir. Hep birlikte esnafların hazırladığı tiyatroyu izlerler.
Shakespeare' in komedya türünde yazılmış 5 perdelik oyununun bu yorumunu ben çok beğendim. Sahnenin sağına yerleştirilmiş orkestra, salon açılışından itibaren oyun başlayana dek güncel ezgilerle izleyiciyi selamlıyor. Zaten ilk sahne, evlenmesine dört gün kala, Atina Dükü Theseus'un sarayında bir balo ile başlıyor. Orkestra, bol müzikli ve danslı oyun boyunca çok başarılı bir şekilde sahnelere eşlik ediyor.  

Prömiyerini 15 Ocak' ta Ankara' da yapan oyunun dördüncü sahnelenişini izlemiş olmama rağmen rollerin oyuncular üzerinde oldukça iyi durduğunu söylemeliyim. Özellikle Oberon ve Flute' yi canlandıran Turgut Yalçın, Theseus ve Puck' ı canlandıran Serkan Yanar, Nick Bottom' u oynayan M.İnanç Keteci, Egeus ve Snog' u oynayan Emin Taşçıoğlu ve Helena' yı oynayan Hülya Keli performanslarını oldukça başarılı buldum.  
Metnin aslını okuduğumda klasik olmasa da yakın bir yorum olduğunu; rejinin ise farkını danslarda, ışıklı kostümlerde, sahneye paten ile gelen Puck' da, repliklerde ara konuşmalarda (Eşek kafalı Bottom' un perilere 'öğrenci miyiz, hangi bölüm? demesi), müziklerde (Bohemian Rhapsody) ortaya koyduğunu ve oyunu bu şekilde modernize ettiğini düşünüyorum. 

Oyuncuların genel yaş ortalaması genç, kendileri enerjik ve heveslilerdi. Bu da izleyicide oldukça hoş bir tat bıraktı. Oyun baştan sona temposu hiç düşmeyen, tebessümle izlenebilecek bir sahne gösterisi lezzetindeydi. Dekor olarak arkadaki kocaman gümüş ay, olağanüstüydü. İki saat ve iki perde  süren izlemesi çok keyifli bu oyun için Sivas Devlet Tiyatroları ekibine alkışlarımı sunarken bazı tiratları da eklemek istiyorum :)
LYSANDER
Evet gel buluşalım bu gece. Çok sevgili ay tanrıça sulardan yüzüne bakarken, otlakların kulaklarına gümüş küpelerini takarken.
HELENA
Ne kadar da mutlular... Benim de onun kadar güzel olduğumu bütün Atina biliyor. Ama neye yarar, Demetrius onu beğeniyor. Herkes gibi düşünmüyor. O Hermia'nın gözlerine hayran olurken ne kadar hatalıysa ben de onun her şeyine hayran olurken o kadar hatalıyım. Aşk bütün kötü özellikleri, çirkinlikleri, rezillikleri biçimlendiriyor, erdeme çeviriyor. Boşuna dememişler aşkın gözü kördür diye! Bir aşık, olup biteni değil, görmek istediğini görür... Aşığın kanatları vardır ama gözleri kördür... Yoluna çıkanlara aldırış etmeden aceleyle kafasına estiği yere kanat açar... İşte bu yüzden aşkı çocuğa benzetirler. Aşkın tercihleri de çoğu zaman çocuklarınki gibi doğru değildir, yemin etmek de bozmak da çocuk oyuncağıdır, onun için de habire yemin edip dururlar...
PERİ
Bak eğer ben senin şekline bakıp da yanılmıyorsam, sen şu sahtekar, düzenbaz, açıkgöz peri Robin Goodfellow'sun... Şu köylü kızların yüreğini ağzına getiren sen değil misin? Hani sütün kaymağını, biranın köpüğünü çalıp götüren, yayıkları başında kadınları çılgına çeviren başı boş serseri sensin... Ama biri sana "Aman ne şirin şey, pek de şakacı" demeye kalktı mı, ona da bol şans getirip bütün işlerinin rast gitmesini sağlarsın... O sensin değil mi?
PUCK
İyi bildin. Ben gecelerin adamıyım. Oberon'un bir gülümsemesi için yapmayacağım yoktur. Fasulyeleri lüpletmiş bir aygır görsem dayanamam, fingirdek bir kısrak olur alırım aklını başından. Kimi zaman da kızarmış bir yengeç kılığında dedikoducu bir cadalozun kasesine gizlenirim. Cadaloz kaseyi ağzına götürdü mü zıplarım dudaklarına. Sonrası çığlık kıyamet... Kimi zaman üç ayaklı bir tabure olurum ve berbat hikayenin en heyecanlı yerinde altından çekiliveririm. Kıçüstü oturdu mu başlar ağlamaya zırlamaya. Çanak kırıldı ya etraftakiler patlatır kahkahayı. Ve gülüp eğlenirler o güne kadar gülüp eğlenmedikleri kadar... Ama bak, Oberon geliyor.
HELENA
Sen bunları söyledikçe ben seni daha çok seviyorum. Ben senin sadık köpeğinim. Beni ne kadar çok pataklarsan ben sana o kadar yaltaklanırım... Beni köpeğin farzet, isteklerimi reddet, vur, ihmal et, aç bırak ama sana layık değilsem de bırak yanında olayım.
DEMETRIUS
Sabrımın ve nefretimin sınırlarını zorluyorsun! Seni görmek beni hasta ediyor!
HELENA
Beni de seni görmemek hasta ediyor!
Hayat bir tiyatro, hayattan bir rol seç kendine :) Tiyatrolu günler...

17 Ocak 2019

Windsor' un Şen Kadınları

WINDSOR'UN ŞEN KADINLARI | ANTALYA DT
2 perde | 2 saat 10 dakika
Yazan : WİLLİAM SHAKESPEARE | Çeviren : HALDUN DERİN | Yöneten : NESİMİ KAYGUSUZ
KONU:Sir John Falstaff, önde gelen iki Windsor vatandaşının eşleri olan Bayan Page ve Bayan Ford'u baştan çıkarmak ve kocalarının servetine konmak için Bayan Page ve Bayan Ford’a aşk mektupları yazar. Kadınlar mektupları okuduklarında, bu ölçüsüz ve haddini aşan duruma çok sinirlenip, kocalarından habersiz Falstaff’a bir ders vermek isterler… Bayan Ford ve Bayan Page, Falstaff’ı her seferinde alaşağı ederek hak ettiği cezayı verirler. Mizah, ritim, oyun içinde oyun olması sebebiyle, Windsor'un Şen Kadınları oyunu, modern sitcomun öncüsü olarak adlandırılmıştır…
OYUNCULAR:SELİM BAYRAKTAR-SEDAT MAYADAĞ-MURAT BÖLÜK-OKTAY GÖZPINAR-ÖMER ALPER İZCİ-REMZİ KÜRŞAD SÜREN-SİDARBARAN-ŞÜKRÜ GÜREL-İSMAİL SABRİ MEMİŞ-OKAN KAĞNICI-OKAN GÜLER
Windsor'un Şen Kadınları, İngiliz oyun yazarı William Shakespeare tarafından yazılmış komedi türünde beş perdelik bir tiyatro oyunudur. Bu oyun ilk defa 1602'de basılmıştır ancak yazılışının 1597'den önce olduğu zannedilmektedir. Baş kahraman, Shakespeare'in IV. Henry oyunlarında bulunan, "şişman şövalye" Sir John Falstaff'tır.
Zaman bulamadığım için her zaman yaptığımın aksine bu kez hiçbir yorum ve ön okuma yapmadan Stüdyo Sahne' de oynanan bu eğlenceli turne oyununu izleme şansı buldum. Oyunun adının şen kadınlar olması ancak oyunun on bir erkek oyuncu ile sahnelenmesi hoş bir detaydı :) Shakespeare' in bilinen klasikleri dışındaki eserleri konusunda çok fazla fikrim olmadığını itiraf etmeliyim. Bu sezon izlediğim Kış Masalı da diğerlerinin yanına koyamayacağım oldukça farklı bir Shakespeare eseriydi.
İzleyiciler koltuklara yerleşirlerken on bir oyuncu sahnenin ortasında yere uzanmış uyku ve rüya sayıklamaları arasında, gülümseyerek mırıl mırıl mırıldanıyordu :) Zaten ilk sahne oldukça hareketli, danslı bir müzikal havasında yüksek bir enerji ile başladı. Bu enerji oyun boyunca da devam etti.
Metnin teması oldukça basit ve anlaşılır olmasına rağmen karakterlerin fazlalığı  ve bazı oyuncuların iki farklı karakteri canlandırmaları ilk etapta zorluk yaşatıyor izleyiciye ancak sahneler ilerledikçe bu karışıklık ortadan kalkıyor. Metindeki eril ifadelerin fazlalığı biraz rahatsız edici olsa da 16.yy da yazılan bir eser olduğu göz önüne alındığında bunun çok şaşırtıcı olmadığını düşünüyorum.
Konu ana arterde, Sir John Falstaff' ın iki evli kadın olan Bayan Page ve Bayan Ford' a aşk mektubu yazması ve bunun kadınlar tarafından fark edilerek, Falstaff' tan intikam alma planlarını anlatırken bir taraftan Bayan Page' in kızı Anne Page' in anne ve babasının farklı adaylarla izdivaç planlarının arasında sevdiği adamla evlenebilmesini de işliyor. Kraliçe Elizabeth döneminde yazılan metnin biraz derinlerine inildiğinde ise komedi türünde yazılmış bir oyun olmasına rağmen aşk, ihtiras, kıskançlık, intikam, para hırsı, sınıfsal mücadele gibi farklı kavramlara da değinildiğini görebiliyoruz.
Oyunda kostümler ve müzik başarılıydı. Sir John Falstaff' ı canlandıran Selim Bayraktar daha önce Muhteşem Yüzyıl' da Sümbül Ağa karakterini oynamıştı. Burada da performansı oldukça iyiydi, seslendirdiği şarkılardan sesinin de oldukça güzel olduğunu öğrenmiş olduk:) Oyuncuların şarkılara oturdukları taburelere vurarak ritimle eşlik etmelerini de çok sevdiğimi söylemeliyim.
Bay Ford' u canlandıran Oktay Gözpınar, Bayan Quickly' yi oynayan Ömer Alper İzci, Dr.Cains' i oynayan Remzi Kürşad Süren beğendiğim oyuncular oldu.  Oyuncuların uyumu ve yarattıkları sinerji de çok güzeldi.

Temsil esnasında oyuncuların ara sıra birbirlerine isimleriyle hitap etmeleri, 'abi burayı hep şaşırıyorsun bak' gibi esprilerle kendi aralarında konuşmaları, Ankara ciddiyetine Akdeniz rahatlığını taşımak anlamında bence güzeldi ancak bu reji yorumundan hoşlanmayan izleyiciler olabileceğini de düşündürdü.

Bu eğlenceli, hareketli, bol müzikli, danslı oyun için Antalya Devlet Tiyatrolarına teşekkür ediyoruz. 

16 Ocak 2019

Kör Baykuş

İran’ın yasaklı yazarı Sâdık Hidâyet’in Kör Baykuş romanından sahneye uyarlanan eser; insan benliğinin kaotik dehlizlerinde, bin yıllardır cevabını aradığı sorulara ulaşma çabasının ve varoluşunun bir senfonisi. Güzelliği ve saflığı arayan bir adamın (insanlığın) onu güzel bir kadın cisminde bulduğu yanılsamasına düşerek, yanan mumlar gibi eriyip tükenişi. Romanın karmaşık zihinli başkarakteri Sermet Yeşil’in etkileyici performansıyla hayat bulurken, ona gölgeler ve kuklalar eşlik ediyor. Sâdık Hidâyet’in karmaşık dünyası ve kaygıları Işıl Kasapoğlu’nun sihirli ve gizemli sahne estetiğiyle hayat buluyor.
Sâdık Hidâyet, 17 Şubat 1903’te Tahran’da doğmuştur. Modern İran edebiyatının önemli isimlerinden biridir. İran’ın saygın ailelerinden birinin oğludur. Tahran’da Fransız Kolejinde okumuş ve daha sonra Paris’e gitmiştir. Yurduna dönünce kâtiplik yapmış, edebiyat toplulukları kurmuştur. Tek romanı Kör Baykuş (Buf-i Kur) 1936 yılında Hindistan’da yayımlanır. Fransızca, Rusça, İngilizce, Almanca gibi dillere çevrilmiştir. Hayatın bunalımlarını, tekdüze ve karanlık gerçeklerini, semboller ve şiirsel bir planla aktarmıştır. Afyon tiryakisi bir ruh hastasının güzellik ve dürüstlüğü aradığı bir yolda yenik düşerek kendisi şeytana teslim edişini anlatır.
Kör Baykuş, My Art Tiyatronun Ankara turnesinde Cermodern sahnede izleme şansı bulduğum bir oyun. My Art Tiyatro 2015 yılında Bursa' da kurulmuş bağımsız bir tiyatro topluluğu. Daha önce Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin sahnelediği 'Aslan Asker Svayk' ı yine Ankara turnesinde izlemiş ve Sermet Yeşil oyunculuğuna hayran kalmıştım. Benim için bu seçimin referansı Sermet Yeşil ve Işıl Kasapoğlu oldu.
Hayatta öyle yaralar var ki, ruhu inzivadayken cüzam gibi yer, kemirir. Bu acıları kimseye belli etmek de olmaz zira inanılmaz acıların nadir görülen olaylardan sayılacağı kanısı yaygındır. Birisi çıkıp da bunları söyleyecek, yazacak olsa, insanlar yaygın inançlara, kendi akidelerine göre kuşkucu, alaycı tebessümlerle karşılar. İnsanlık bir çaresini, ilacını bulamadı zira. Bir tek ilaç var: Şarapla, afyonla, uyuşturucu maddelerle yapay uykuya dalmak. Ancak böyle ilaçların etkisi geçici ne yazık ki! Teskin edecek yerde bir süre sonra acının şiddetini artırıyor.
Çok güçlü ve çok etkileyici bir metin ile karşılaştığımı söylemeliyim. Metnin yüzeyinde mesleği kalem kutusuna resim yapmak olan ve hep aynı mizanseni resmeden (Hep bir selvi ağacı çiziyordum. Ağacın altında kamburunu çıkarmış bir ihtiyar; Hindistan esrarkeşleri gibi abasına sarınmış, bağdaş kurmuş, oturmuş oluyordu. Başına şalını sarmış, hayret ifadesini göstermek için işaret parmağını dudaklarına götürmüş oluyordu. Karşısında da uzun, siyah giysili bir kız eğilmiş, ona nilüfer çiçeği sunuyordu. Aralarında bir arklık mesafe vardı) kahramanın günün birinde, odasının penceresinden çizdiği manzarayı görüp, oradaki kadına tutkuyla aşık olması ve başka bir şey düşünememesinin yarattığı buhranları görüyoruz. Kendini toplumdan soyutlayarak afyon ve şarap ile unutmaya çalıştığı bu aşkın ve gördüklerinin hayal mi gerçek mi olduğu noktasında tereddütleri varken, metnin alt katmanları daha genel çıkarımlar yapılabileceğini düşündürüyor seyirciye. Hep güzeli arayan insanoğlunun yanılsaması, eserin adındaki 'körlük' ifadesini çağrıştırıyor örneğin. Hayattaki herkes için tek gerçeğin ölüm olduğunu ise pek çok kez hatırlatıyor. Romanın yazıldığı dönem ve yayımlandığı coğrafya düşünüldüğünde yapılan varoluş ve tanrı sorgulamasının oldukça cesur olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Zaten İran' da yıllar boyunca eleştirilip, kabul görmeyen Sâdık Hidâyet, 9 Nisan 1951’de Paris’te havagazını açık bırakarak intihar etmiş.
Tek korkum, henüz kendimi tanımamışken, yarın ölüvermek! Çünkü hayat tecrübelerimden şunu anladım ben: Meğer benimle başkaları arasında ne korkunç bir uçurum varmış! Anladım ki, mümkün oldukça susmalıyım, mümkün oldukça düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Şimdi yazmaya karar verdimse, bunun tek sebebi kendimi gölgeme tanıtmak. Duvarda eğik bir gölge, yazdıklarımı olanca iştahıyla yutuyor sanki! Bu yüzden bir deneme yapacağım; bakalım birbirimizi daha iyi tanıyabilecek miyiz? Elâlemle bütün bağlantılarımı kopardığımdan beri, kendimi daha iyi tanımak istiyorum.
Romanın tiyatro uyarlamasının ise hayal gücümü zorlayacak kadar yaratıcı ve bir o derecede de başarılı olduğunu düşünüyorum. Işık ve gölge ile yaratılan sahneler, kuklalar ile yapılan anlatımlar metinle çok uyumlu unsurlardı. Rejide farkını ortaya koyan Işıl Kasapoğlu' nu tebrik ediyorum:)

Temsilde, şekil olarak kanuna benzeyen ve küçük bagetlerle çalınan ancak hem telli hem vurmalı olduğu için zil sesi gibi titreşimlerle harika mistik ezgiler çıkaran enstrümanın ne olduğunu ise ancak araştırarak anlayabildim. Ve ''santur'' isimli enstrüman ile karşılaştım:) İran ve Hindistan kökenli bir çalgı olan santur hakkında söylenegelen bir efsaneye göre, İran'da "kadın sesine benzediği" gerekçesiyle Şah tarafından 500 yıl boyunca yasaklanan çalgının kesintisiz kullanımı, 1800 yıl önce İran çıkışlı olsa da, 3500 yıl öncesi Mezopotamya'ya dayanmaktaymış.
Şu yoksulluk, miskinlik dolu dünyada ilk defa sandım ki hayatımda bir güneş ışığı parladı. Ama heyhat! Güneş ışığı değildi bu; belki sadece gelip geçici bir ışık; kadın ya da melek şeklinde görünüp kayan bir yıldız. O bir anlık aydınlıkta, bir saniye zarfında hayatımın bütün bedbahtlıklarını gördüm; bunların görkemini fark ettim. Sonra bu ışık, kaybolması gereken karanlık girdabında kör baykuş 15 yine kayboldu. Hayır, bu gelip geçici ışığı kendime saklayamadım. Üç ay mıydı; hayır, iki ay dört gün oldu onun izini kaybedeli. Ama büyüleyici gözlerinin hayali, o gözlerin cazibeli kıvılcımı hep kaldı hayatımda. Hayatıma bu kadar bağlı olan bir şeyi nasıl unutabilirim ki?
Ve son olarak Sermet Yeşil performansı inanılmaz keyifliydi. Mimikleri, vücut dili, ses kullanımı çok akılda kalıcı ve etkileyiciydi ve kuklaları canlandırmadaki başarısı hayranlık uyandırıyordu. Sevmek, çalışmak, yetenek ve sanatın bir dışa vurumuydu adeta :)

Eğer imkan yaratabilirseniz kaçırılmaması gereken unutulmayacak bir iş olduğunu düşünüyorum Kör Baykuş' un My Art yorumunun. 
İyi ki tiyatro var :)