30 Mart 2012

çocuk ve deprem

*çocuklar depremden çok onun getireceği belirsizlikten korkarlar. depremle ilgili onları bilgilendirmek, deprem sonrası da onun yanında olacağınızı, yalnız bırakmayacağınızı söylemek önemlidir:
"-senin yanında olacağım.
-seni korumak için elimden geleni yapacağım.
-evet, deprem tehlikeli bir şey ama birlikte olursak ve birbirimizi dinlersek başımıza kötü şeyler gelmesini önleyebiliriz. " gibi cümeleler yardımcı olabilir.

"-korkacak bir şey yok, bir şey olmayacak" yerine "-evet korkman doğal, fakat bununla başedebiliriz, kendimizi koruyabiliriz." demeliyiz.

"-yapabileceğimiz bir şey yok, bu olacak, engelleyemeyiz" demek, güven duygusunun sarsılmasına ve bir deprem fobisi oluşturulmasına neden olabilir.

*okul öncesi dönem çocukları, yaşanılan olumsuzluklarda kendilerini suçlama eğilimindedirler. "ben yaramazlık yaptığım için deprem oldu" diye düşünebilirler. bu nedenle herhangi bir olumsuz davranışta ve hiç bir koşulda çocukların davranışlarının bir sonucu olarak deprem dile getirilmemeli; böyle bir düşünce hissedilirse gerçek olmadığı anlatılmalıdır. depremin davranışlarımızdan bağımsız, şimşek çakması, gök gürlemesi kadar olağan ama daha nadir olan bir doğa olayı olduğunu anlatmak gerekir.
*depremle yaşamak zorunda olduğumuz bu ülkede, çocuklarımıza doğru bilgiler vererek, ileride deprem ruhsatlı evlerde oturmalarını, deprem çantası hazırlamalarını ve gerekli tedbirleri alarak en az hasarla kurtulmalarını sağlayabiliriz.

dün kreşte deprem konulu bir tiyatro gösterisi vardı. akşam da velilere özetle bunların yazılı olduğu birer broşür verdiler. içinde bürokratları, iş adamlarını, mühendisleri, denetmenleri barındıran bu nesil, umarım deprem bilinciyle büyür.

25 Mart 2012

bol fotoğrafla son günler...

bir kız annesi olarak balıksırtı örgü bilmeden olmazdı :) ben de azmettim, yeteneğim olmasa da biraz gayretle bu aşamaya gelebildim. elif hanım oturup sabit kalmaktan isyan etse de kırmadı beni, izin verdi çalışmalarıma :) çeşit çeşit örgüler saç modelleri için hayran kalıp epey faydalandığım bu siteye göz atın derim...
çocuklar poğaça yapmak istediler, gayet de başarılılar, içine peynirleri koyup basbayağı kapattılar hamurları. şöyle üç beş yıl sonra istediğim kıvama gelecekler sanırım :)))
eren le başbaşa panora daki müjdat gezen sahnesinde sergilenen buz devri tiyatrosuna gittik. dinozor yumurtaları ve içinden çıkan dinozorları çok sevdi. o gün mest bir vaziyette gezdi eren.
fotoğraflamaya çalıştığım oyun dokunarak obje tanıma. bir kutuya rastgele oyuncakları koydum, üzerini bir örtüyle kapattım, bakmadan sadece dokunarak ne olduğunu anlamaya çalıştılar. kısa süreli de olsa farklı bir oyundu, eğlendik hep beraber...
elif son günlerde çizimleriyle beni epey şaşırtıyor :)
bu sene için spor ayakkabı alışverişi yapmadıysanız nata vega yı önerebilirim. her çeşit spor markasının gerçek anlamdaki outletleri mevcut. hem çeşit çok hem fiyatları makul...
bu dörtlü üç yıldır arkadaşlar :) ilk buluşmalarımızda koşturmaktan sohbet imkanı bulamıyorduk ama son zamanlarda onlar kendi aralarında oynarken biz de arkadaşımla bol muhabbet ediyoruz :)))

19 Mart 2012

karlar erirken

karlar erirken ben geceleri, bakarken penceremden, her geçen gün azalan beyazlıklara inat, büyütürüm içimde umutlarımı...
kulağım içeriden gelen seslerde, düzenli soluk alışverişlerle huzur dolar ruhuma, ısıtırken ellerimi sıcacık kaloriferde, buz keser yüreğim akşam haberlerinde...
aklımda bir fincan çay hayali, gündelik telaşlar esir alır zihnimi, ne yemeli ne giyinmeli ne demeli, derim bu fani...
her ışıklı evde birer aile ve her birinde ayrı hikaye, dünya öyle büyük, yıldızlar uzak ve büyüdükçe düşüncelerim küçülür benliğim, ufalırım...
karlar erirken ben geceleri, özlerim bahar rehavetini, parkları caddeleri, erken patlayan çağla çiçeklerini, yağmur sonrası toprak kokusunu ve plansız yürüyüşleri...
sebatla büyümekte olan bir başka bahara dairdir içimdeki korku, neşe, gurur karışımı, merakla beklerim ilk ışıklarını, kendini bulmak ve çevreyi ısıtmaya çalışmak bilirim ne sancılı...

görsel: jose de la barra

16 Mart 2012

hasta olma yarışı

bizim evde çocuklar hasta olmayı çok seviyorlar. düşündüm hatırladım, küçükken ben de çok severdim :) annem ev halkına hasta olduğumu ilan ettiğinde, eksta bir ilgi, şefkat görürdüm hep. biz aman bir şey olmasın diye üstlerine titrerken, öksürükleri ıhlamurla, burun tıkanıklığını serum fizyolojikle, ballı zencefiller, pekmezlerle atlatmaya çalışırken, onlar şurup içme telaşı içindeler... dün akşam hafif ateşi olan eren; "sonunda mutlu olmak için bir neden buldum!" dedi. anlayamadım, bir kaç kez tekrarlattım, basbayağı böyle söylüyor :) hele ki ablası biraz hasta olsun, kendisi olmasın bin bir mazeret buluyor, karnının ağrımasından bacağının acımasına kadar geniş bir yelpazede... elif desen saltanatı sallandığı için üzgün; "keşke eren bana yaklaşmasaydı, hasta olmasaydı" derken sebebin kardeşinin hastalığına üzülmesi olmadığı ortada... işin içine doktor girince keyifler daha bir yerine geliyor. sanki doktora değil, eğlence parkına gidiyorlar. biz hasta olmanın kötü bir şey olduğunu, hastalanmamak için temizliğin, beslenmenin önemini anlataduralım, onlar apayrı bir bakış açısındalar... duygusal olarak tatmin bulmak yetiyor onlara, fazladan ilgi, alaka için hasta olmaları gerekiyorsa buna razılar.


bizimkilerde mi yanlış bir şey var, yoksa sizin çocuklar da böyle mi :)


durumu anlatan en güzel şiir de bu sanırım, çok severim, çok duygulanırım her okuduğumda:


Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can Yücel

11 Mart 2012

hafta sonunda

evde kolayca deneyebileceğimiz bir deney, bonibonlar renklerini suya vererek hoş bir görüntü oluşturuyorlar. burada gıda boyalarından bahsederek çocukları bu tarz şekerlemeleri yememeye ikna etmeye çalışmak da etkili olabilir.bu deneyi, selcenin blogunda görmüştüm :) çocuklar deney yapalım deyince de aklıma ilk gelen oldu... bardaklara kabartma tozu koyup, üzerine sirke ekliyoruz ve köpürüyor. tuz ve şeker ekleyeyerek de biraz deneyi geliştirdiler :)
çok istikrarlı olmasak da buzpatenine gitmeye çalışıyoruz haftasonları...
oldukça keyif alıyorlar buzda :)
hamur oynamayı hala çok seviyorlar. yine bloglardan birinde görmüştüm hatırlayamadım. kuruyan oyun hamurlarına su ekleyip bekletince eski elastikiyetine kavuşuyormuş. atmaktansa denemeye değer :)
nar tanelerini nazikçe yerinden çıkmaya ikna etmezsen her yere sıçrayarak senden intikam alıyorlar... ama sonuçtaki görüntü her şeye değer, bu kış çok nar yedik...
çarşamba günü tekrar yoğun kar geliyormuş ankara ya. bu haber moralimizi biraz bozsa da güzel bir hafta olacağına dair olumlu hisler içindeyim :)

5 Mart 2012

annelikte yeni dönem - lale devri

"bu yazı uykuya hasret yeni annelere, birden fazla çocuğu olup yetemediğine hükmedenlere, ne zaman bitecek tanrım bu çile diyenlere, aklının bir ucundan ne yaptım ben kendime diye geçirenlere ithaf olunur. "

uykusuz bir gecenin sabahına huysuz bir bebek ve talepkar bir çocukla uyanmak, evde yapılması gereken işleri sıraya koymaya çalışırken, çıkabilecek bin bir soruna çeşitli çözümler üretmek, tüm günü organize etmek ve bunları yaparken kendini unutmak kendin olamamak benim sıklıkla yaşadığım olağan günlerden birinin özetiydi. o girdapta dönüp dururken kah anneliğin tüm olumlu duygularıyla tavana vurup, kah diplerde umutsuzca sürünürken ışığı görmek gerçekten zordu.

şu an size uzak gelen ne varsa; kitap okumak, film-dizi izlemek, spor yapmak, tek çantayla dışarı çıkmak, kesintisiz uyumak, hiç yerinden kalkmadan huzurla yemek yemek, dilediğince uzatabileceğin banyo seansları, geceleri kremlenip uyumak, hiç bağırıp sinirlenmeden günler hatta haftalar geçirmek, yorgun ve kırgın hissettiğinde erkenden uyuyabilmek, istersen gece oturup geç saatlere kadar keyif yapabilmek, bir kışı az hastalıkla atlatabilmek, kendi kendine uyuyan çocuklar, arkadaş buluşmaları ve daha aklıma gelmeyen güzel bir sürü şey bir gün gerçek olacak :) ve anneliğin tadı asıl o zaman çıkmaya başlayacak. tüm bunlar için gerekli olan sihirli formül ise sadece zaman. 3 yaş ı yeni anneliğin doğuşu için milat olarak alabilirsiniz arkadaşlar.

o bedensel doygunluğa ve ruh huzuruna eriştikçe, anneliğimde çok olumlu gelişmeler yaşamaya başladım. ben bu yeni beni çok ama çok sevdim. çocuklarıma hayranlık ve sevecenlikle bakıyor, ilk kez yılların artık yavaşlamasını bu dönemin uzadıkça uzamasını istiyorum. ben daha sevgi dolu ve tölere edebilen anne oldukça çocuklarım çok daha uysal çok daha sorunsuz oluyorlar. neredeyse iki aydır yaşadığım bu dinginliğin sebebi olarak düşünebildiğim tek anlamlı gerekçe ise bu. yani mutlu anne=mutlu çocuk denklemini kendi hayatımda doğruluyorum. umarım süresi ve etkisi uzun olur bu rüyanın zira uyanmak istemiyorum :)

1 Mart 2012

şairin romanı

"adı yerküre olan bir gezegen. en büyük kara parçası sayılan anakara'da farklı yerlerden farklı nedenlerle odragend'e varmak üzere yola çıkan gezginler. elli yıl sonra yurduna dönen bir bilge şair. yıllarca evinden hiç çıkmadan yaşadıktan sonra, çıraklarıyla birlikte kendisini yollara vuran bir şiir filozofu. yalnızca şairleri öldüren bir katilin izini süren atlı polis ve yardımcısı. yol boyu içinden geçtikleri yerler, yaşamlar. surlarında şiir bayrakları dalganan şehirler. kanatları göğün gizemlerini birbirine bağlayan kuşlar. sayıların, sözcüklerin, şifrelerin ardında ömür tüketen matematikçiler, dilciler, sözlükçüler, şairler... insanların ruhlarını sağaltan rüya terbiyecileri. batı'nın modern çağ fantazi romanlarıyla doğu'nun binbir gece masalları'nın özgün bir bileşimi. tabiata, emeğe ve şiire bir övgü" diyor kitabın tanıtım bülteninde ve 582 sayfalık 10 punto kitabın en sonunda "1995-2010" yazıyor. yani yazar murathan mungan bu kitabı tam 15 yılda yazmış. 15 yıllık emeğe ve 30 yıllık birikime saygısızlık olmasın diye sanırım, çok severek okudum ama uzun sürede bitirebildim. cümlelerin altını çizme ve not alma ihtiyacını sıklıkla hissettim, bir film izliyor gibi tüm mekanları canlandırabildiğim, çok uzun betimlemelere rağmen sıkıcı olmayan bir romandı. karakter ve yer isimlerindeki yaratıcılığa hayran kalırken, kitabın finalinin öngörülemez bir şekilde ve okuyucuyu hiç rahatsız etmeden gizlenebilmesi ancak bu kadar ustaca olabilirdi. okurken hep sinema filminin mutlaka çekilmesi gerektiğini düşündüm. benim için "avatar" tadındaydı.

murathan mungan ın kitapla ilgili ropörtajı
okunmaya değer.