27 Mayıs 2010

şimdiden

yağmurlu bir gece, şehirlerarası bir yol, arabadayız... ben ayaklarımı karnıma çekmişim ön koltukta, radyodan gelen yavaş müziği dinliyorum... göz göze geliyoruz, gülümsüyorsun... mola teklifine hayır demiyorum... ne zaman varacağımızdan, nerede kalacağımızdan söz etmiyoruz. zaman kaygımız, acelemiz yok... gideceğimiz yer deniz kenarı olmalı, akşamüstü güneş batarken, ılık rüzgarlar burnumuza taşımalı denizin kokusunu... sakin olmalı sonra, telaşlı insan kalabalığı görmek istemiyoruz ikimiz de. yeşillikler arasında bir yürüyüş yolu ve de mevsim sonbahar olmalı, aylardan ekim, belki de 8 ekim...

kalacağımız yer ne köhne bir pansiyon ne 5 yıldızlı bir otel... küçük, temiz bir aile işletmesi mesela.. arka bahçesinde masaları denize nazır, masalarda fesleğen ve mum... ve başka bir masada orta yaşlı bir doğum günü sahibinin dostlarıyla söylediği yumuşak türk sanat müziği ezgileri... biz de eşlik etmeliyiz önce gevşeyen bedenimiz, sonra ısınan yüreğimiz, sonra da dudaklarımızla... belki biri bir şiir okur, belki bir tane de ben okurum belli mi olur...

saatler ilerledikçe boşalan bahçe, gruptan yükselen bir dans müziği davetkar... ve sen beni dansa kaldırsan, yüzümüzde gülümseme, başım göğsünde dansetsek bir süre...

sabah kahvaltısı mükellef, yanında gazeteler... uzun upuzun sürse kahvaltımız. bu kısa kaçamağın son demi olduğunu bilerek bir çay bir çay daha içsek... sonra kaçınılmaz dönüş yolu, önce sessiz, sonra nasılsa başlarız konuşmaya elif in kreşi, eren in sünneti derken bir bakmışsın dönmüşüz ankara ya... böyle geçsin istiyorum 2010 un 8 ekim i...

25 Mayıs 2010

tekerleme-oyun

A-A asma
B-B basma
S-S sümbül
menekşe gül
ablan var mı
gitar çalar mı
oyun oynar mı
10 a kadar sayar mı

ablam var
gitar çalar
oyun oynar
10 a kadar sayar
1-2-3-....-9-10
--------------------
ooooo bi ses duydum
(elimizi kulağımıza götürüyoruz)
kulağımdan aldım, altıntasa koydum (kulağımızdan bişey alır gibi yapıp avucumuzun içine koyuyoruz)



altıntas, tahtaya bas (ayağımızla basma hareketi)

tahta çürük çivi tutmaz

elif le eren annesinin sözünden hiç çıkmaz (ikisi de koşup bana sarılıyolar)

-------------------

saçları lüleli (saçlarımıza dokunuyoruz)

etekleri pileli (elbisemizi gösteriyoruz)

doktor sana ne dedi

3 yumurta ye dedi (elimizle 3 işareti)

yemedin, içmedin

ah karnım vah karnım (karnımızı tutuyoruz)

yetişin doktorcum

--------------------

çan çan çikolata

hani bana limonata

limonata bitti

gelin hanım gitti

nereye gitti

istanbula

istanbul da ne yapacak

arkadaşlarını görecek

kuzu kuzu me

bin tepeme

hadi gidelim

ayşe teyzeme

ayşe teyze hasta

çorbası tasta

mendili ipek

kendisi böcek

-----------------

elele halka oluyoruz

ambara vurdum bir tekme (tekme hareketi)

ambar kapısı açıldı (bacaklarımızı açıyoruz)

inci boncuk saçıldı (yere düşüyoruz)

limonu da böyle keserler (kesme hareketi)

suyunu da böyle sıkarlar (sıkma hareketi)

sonra da böyle içerler (içme hareketi)

çamaşırı böyle yıkarlar (yıkama hareketi)

suyunu da böyle sıkarlar (sıkma hareketi)

annemizi böyle severiz (yanaklarımızı seviyoruz)

saçımızı böyle öreriz (saçımıza dokunuyoruz)

bu şekilde devam ediyoruz....

-------------------------

sivri tepe (çenemizi tutuyoruz)

kapalı çarşı (ağzımızı gösteriyoruz)

horhor çeşmesi (burnumuz)

aynacılar (gözler)

kemancılar (kaşlar)

düz bayır (alın)

karışık çayır (saçları karıştırıyoruz)

---------------------------

annem bana bir bebek aldı, yanakları al aldı

gözleri koyu yeşil, saçları kumraldı

ben bebeğimi çok severim, şekerle beslerim

yaramazlık yaparsa bir daha yapma derim

birgün gittik addaya, çiko çiko almaya

ben bebeğimi kaybettim, başladım ağlamaya

(şarkıya hareketlerle eşlik ediyoruz)


-------------------------

halka oluyoruz, elif kurt olup halkanın içinde duruyor,biz dönerek söylüyoruz

ormanda gezer iken, kurt babaya rastladım ben

kurt baba kurt baba napıyosun

burada elif farklı cevaplar veriyor mesela

kitap okuyorum, dişlerimi fırçalıyorum vb...

eğer "sizi yiycem" derse hepimiz kaçışıyoruz.... ama elif yavaş yavaş heyecanı tırmandırarak şöyle diyor mesela "si-ziiiiii parka götüreceğim" biz de heyecana katılıyoruz parka götüreceğini söyleyince rahatlıyoruz :)


bunlar aklıma gelen birlikte oynadığımız oyunlar, tekerlemeler. çoğunu elif kreşte öğrendi. yeni bir şey öğrendiği zaman hemen ben de öğrenmeye çalışıyorum. bir kaç tane daha var sık sık söylediğimiz ama çok bilinen şeyler oldukları için kısa kısa yazayım...

-benim bir bebeğim var, otur dersem oturur,kalk dersem kalkar....

-iki elim, iki gözüm, kulaklarım var, her insanda bir burun bir de ağız var....

-anne karnım acıktı, baktım dolap açıktı, lüp ettim koca pastayı....

-ellerim tombik tombik, kirlenince çok komik, kirli eller sevilmez...

23 Mayıs 2010

Ananem


Gençlikte günler kısa, önümüzdeki yıllar uzun, yaşlılıkta günler uzun, ömrümüzden kalan yıllar kısa derdi ananem... Gündelik koşturmalar, yetiştirilmesi gereken işlerle nasıl akşam oluyor anlamıyorum çoğu kez ve ananemi düşünüyorum onun için bir türlü akşam olmaz, günler bir türlü geçmek bilmezdi.

Ananemle beraber geçti hayatımız. 20 ağustos 1998 de, o 87 yaşında, ben 20 yaşındayken, vefat edene kadar hep iç içe hep birlikteydik… Kışlarını İstanbul' da teyzemin yanında, baharları ve yazlarını ya Ankara' da ya da memlekette bizimle beraber geçirirdi. 96' da yazları Altınoluk' a gitmeye başladığımızda da bizimle birlikte geldi. Bu nedenle yeri ağırdır çocukluğumda ve gençliğimde... 

Ananemin babası işçi olarak Amerika' ya gitmiş zamanında ve çok sonraları iyice yaşlandığında dönmüş geriye. Baba özlemiyle büyümüş, bundan büyük ihtimalle tek çocuk oluşu... Yıllar sonra büyük dedemin yaşlı ve hasta olarak Türkiye' ye dönüşünde "bir tarafı çevirdiğinde sıcak su, diğer tarafı çevirdiğinde soğuk su akan muslukları", "kendi kendine açılıp kapanan kapıları" anlatmasını bunaklığına vermelerini, tebessümle anlatır annem... 

Dedemin babası ise dedem 2, kardeşi 1 yaşındayken Yemen' e asker olarak gitmiş ve dönememiş bir daha... Genç yaşta iki çocukla zor günleri olmuş büyükannemin. Dedemi, zengin olan yeğeniyle imam nikahlı olarak evlendirmiş. Dedem kendisinden 5,6 yaş büyük olan eşini sevememiş. Sonra ananemi tanımış. Ananem, 14 yaşındayken o zamanlar işsiz fakat sonraları PTT müdürlüğüne kadar yükselecek olan dedemle kaçmış. Bunu hazmedemeyen ilk eş, evden ayrılmış. 15 yaşındayken teyzemi dünyaya getirmiş ananem... 

Disiplinden hoşlanmayan, haşarı, haylaz, gülmeyi, kahkahayı, eğlenmeyi, gezmeyi, tozmayı seven bir gençmiş... 2 oğlan 2 kız 4 çocuk getirmiş dünyaya... Çocuklarını en büyük kızı dışında okutup meslek sahibi yapmışlar. Bir yüksek mimar, bir milli eğitim müfettişi ve bir ilkokul öğretmeni (annem).


Ananemi daha çok ölümünden sonra düşündüm. Yalnızlığı hiç sevmez, çevresinde sürekli genç insanlar, çocuklar olsun isterdi. O yaşında hiçbir gezmeden geri kalmak istemez, herkesten önce hazırlanır, beklerdi. 6 kız kardeşli ailemizin her bir ferdinin gönül hikayelerini, çocuksu aşklarını, ayrılıp, barışmalarımızı yakından takip ederdi... Özel hayatımıza gösterdiği ilgiye o zamanlar sinirlensem de keşke diyorum görebilseydim içindeki yaramaz genç kızın, dışarı açılan penceresi olduğumuzu... 

Bir portresini çizecek olsam mutlaka 2,5 numara şişleriyle ördüğü, her biri birer sanat eseri olan, rengarenk lifleriyle çizerdim onu... Bu lifleri örmek için iplerini tutmamız karşılığında verdiği harçlıklarla, ilk kez alın teri ile para kazanmamızı sağladı. ananem çocukluğumun en zengin kişisi ve harçlık fabrikasıydı aynı zamanda... 

Pontusları anlatırdı bize onlardan kalan tek tük Rumcasıyla... 1911 (hesaplarımda yanılmıyorsam) de doğup, Osmanlı' yı, Atatürk' ü, Kurtuluş Savaşını, Cumhuriyeti gördü, İnönü' yü, Menderes' i, kıtlıkları, darbeleri, Özal' ı... Tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolan bu siluetten geriye kalan ise anılar, genetik şifreler ve şu an annemin ördüğü ileride mutlaka benim de öğreneceğim bu şirin lifler... 

Kardeşim Aslı' nın notu : Nihan'cım sen benden çok daha fazla şey biliyorsun ananemle ilgili.. Ben de seninle aynı fikirdeyim, biz ananemizi epey erken kaybettik ailenin ufakları olarak, anılarımız biraz silik kalsa da, ananemden bize çok güzel şeyler kaldı .. Ekleme yapacak olsaydım ne kadar yufka yürekli olduğunu, üzülmemize, ağlamamıza dayanamamasını, tipik bir Karadeniz kadını olarak tez canlı heyecanlı biraz abartmayı seven taklit ve espri yeteneği gelişmiş birisi olduğunu, hasta olduğumuzda kaynattığı ıhlamurları, ve bu yüzden de ne zaman ıhlamur içsem, hep ananemi anımsadığımı söylerdim. 
Hatta annanemden kalan resimlerle bir kolaj yapıp arkaya müzikle bu yazıyı bir kısa film haline getirsek harika olurdu.. ilk fırsatta gönüllüyüm yapmaya:)

17 Mayıs 2010

fotoğraf geçidi

son üç gündür çektiğimiz fotoğraflar yük oldu bana şöyle döküleyim de rahatlayayım istiyorum...

arka koltuk cilveleşmeleri :)

kavak pamukları muhalefetine karşı yapılan hayvanat bahçesi ziyaretimiz...
kendi imalatımız oyun hamuruyla oynarken... sulu boya ile parmak boyası yapılabiliyormuş :) mama sandalyesi etkinliklerimizden :)
tuzlu suda yumurta yüzdürme deneyi... biraz ilim irfan,elif in elinden leziz poğaçalar... biraz ev işleri, biraz da sanat...

12 Mayıs 2010

eve girmek istemeyen elif

akşamlarımız renklendi... artık akşamları apartman önü çocuk kalabalığına biz de katkıda bulunuyoruz. tabi eren de babannesiyle neşe içinde geliyor yanımıza... 1 saate yakın bisiklet sürme, çocuklarla oyun, komşularla sohbet şeklinde geçiyor... buraya kadar gayet güzel de, iş eve girme faslına gelince elif hanım ı tutabilene aşkolsun... son turlar bitmiyor hiç... bir kez hazırlıksız yakalanıp, zorla eve götürmek durumunda kalmış, elif in çığlıkları ağlamaları, çevrenin bakışları arasında geri adım da atamamış, kendimi çok çok kötü hissetmiştim... sonra ciddi ciddi bu soruna kafayı takıp, çözüm arayışına girdim... sadece haftasonları dışarı çıkması, kolay ama acımasız bir çözümdü çünkü güneş henüz pırıl pırılken eve girmek benim bile içimden gelmiyordu. dışarıda oynamalı, ben gidiyoruz dediğimde ise sorun çıkarmadan eve gelmeliydi.

zorla eve sokuş durumu ve ailece yaşadığımız sinir harbinden sonra bir hata daha yapmış ve cezalı olduğunu haftasonuna kadar akşamları dışarı çıkamayacağını söylemiştim (gerçi haftasonuna 2 gün vardı) ne yaptım...

o iki günü evde cazip ve eğlenceli oyunlar vaadiyle savuşturdum. neyse ki kolay ikna oldu... sonra cezasının bittiğini artık dışarıda oynayabileceğini ama eve dönme vakti geldiğinde yanıma gelip sorunsuz bir şekilde eve çıkmamız gerektiğini, eğer bu şekilde davranırsa onu mümkün olduğunca çok parka, dışarıya çıkaracağımı söyledim. yeterlimiydi, hayır...

kreş dönüşü servisteyken bu akşam arkadaşlarıyla oynayabileceğini ama eve dönme vakti geldiğinde benimle eve gelmesi gerektiğini bu konuda anlaştığımızı hatırlattım. yeterlimiydi, hayır...

arkadaşlarıyla mutlu mesut oynarken eve gitme vaktimiz yaklaştığında yanına gidip, kızım bak bugün için dışarıda oynama süremiz dolmak üzere birazdan eve gideceğiz, son turlarını at dedim. yeterlimiydi, bilmiyorum...

en sonunda eveeeet elif cim hadi arkadaşlarına hoşçakal de bizim eve gitmemiz gerekiyor, bugün güzelce evimize gidersek yarın tekrar dışarıda arkadaşlarımızla oynayabiliriz... dedim ama gene son tur talebi oldu, parka gittiğimizde de kaydıraktan son kez kayma talebine dönüyor bu hep... son turu atabileceğini sonrasında da eve gideceğimizi söyledim. nitekim son turunu atıp, yanıma geldi ve sorunsuz bir şekilde eve çıktık...

oh çok şükür ama bu hatırlatma, aynı şeyleri habire söyleme durumu hergün tekrarlanıyor... buna da şükür, yerlerde çığlık çığlığa direnen bir çocuğu zorla bir yerlere götürmeye çalışan anne pozisyonuna düşmek berbat bir durum...

9 Mayıs 2010

anneler günü

çocukluğumda kardeşlerimle birlikte hazırladığımız anneler günü kasetleri geldi aklıma... sunuculuğu yapan ablam her yeri aramamıza rağmen annemize layık bir hediye bulamadığımızı, onun çiçeklerden çok daha güzel koktuğunu anlatıyor giriş bölümünde... sonra okuduğumuz dokunaklı şiirler şarkılar ve mutlaka annemin gözlerinden süzülen duygu yüklü gözyaşları... annemize ne alacağımızı değil o gün onu nasıl mutlu edeceğimizi düşündüğümüz zamanlardı... erken kalkılıp hazırlanan kahvaltının ya da annem evde yokken yapılan süpriz temizliğin tek taş yüzüklerden çok daha kıymetli olduğu zamanlar...

her ne kadar tüketimi körüklediği düşünülse de özel günlerin sırf bu yüzden atlanmasına karşıyım. doğum günlerinde dostlardan gelen bir telefon, anneler gününde yapılan küçük bir jest, evlilik yıldönümünü özel kılan bir sohbet kimin hoşuna gitmez ki... verilen hediye emeğe ve sevgiye dayalıysa, verilen mesaj karşındakini değerli ve özel hissettiriyorsa asıl anlamını buluyor bugünler...

anneler gününde anne olmak benim için çok önemli bir deneyimdi. 2007 mayısının ikinci pazarında kucağımda 3 aylık kızımla ilk kez anneler günü tebriklerini kabul ediyordum. annemi aradığımda "sen de annesin kızım, senin de anneler günün kutlu olsun" sözlerini duyunca kızıma minnetle bakmıştım. beni anne yapan, anneliği tattıran, bunları duymama sebep olan minik bebeğime...

duygusal sığınaklarımız, çocukluğumuzun sarsılmaz kaleleri annelerin bu özel gününü kutluyorum...


NOT: bu yazı çok beğenerek takip ettiğim annelerin dünyası nda yayınlandı...

5 Mayıs 2010

nehir

hayat normal seyrinde giderken, gündelik telaşlar, gündelik kızgınlıklar, alışılmış şikayetler... birden tüm bunların lüks olduğunu hissedersin...

bir gün sıradan bir şikayetle doktora gidersin ve sana tüm hayatını, aile yaşantını değiştirecek, seni çaresizliğe, dehşete sürükleyecek bir şey söyler ve hayatın değişir. günlük endişeleri geride bırakırsın bambaşka endişeler kafanın içini doldurur. bambaşka terimler, bilmediğin doktor isimleri, hastaneler, tedavi yöntemleri...

bugün bir
blog okudum ve nehir ile ailesini tanıdım. annesi yakalandığı hastalığı en başından itibaren anlatmış blogunda... yazıların içinde kayboldukça insan "ben ne yapabilirim" diyor. bunun cevabını bulmaya davet ediyorum herkesi...