18 Eylül 2019

İlyas

Topuk selamını çakıp, içeri girdim:
''Genel Müdürüm, dün bıraktığım dosyaya baktıysanız, onu alacaktım müsaadenizle.''
Eliyle kulağındaki telefonu işaret edip, sus işareti yaptı, beklemeye başladım. ''Evet Sayın Bakanım, çözeceğiz inşallah efendim, şu önümüzdeki bürokrasi kapısı biraz aralansa, şimdi de nefaset kesintisi diye tutturmuşlar, sanki bir tek onlar anlıyor bu işten... Geçici kabulü alamadık maalesef efendim, ilgileniyor proje müdürümüz, emredersiniz Sayın Bakanım, saygılar, hayırlı günler diliyorum.'' 
''Gel İlyas, gel otur. Bu projeyi ne yapıp edip bitirmemiz lazım İlyas. Artık bu bizim için prestij işi, anlıyorsun değil mi? Bakan Bey' in de özellikle istediği, üzerinde ehemmiyetle durduğu bir iş bu''

Akşamki maçın saatini düşündüm. Eve giderken Mezeci Arif' e uğramaya, humusla, haydari ve patlıcan salatası almaya karar verdim. ''Elbette bitireceğiz Genel Müdürüm, sizin elinizden bu iş de kurtulmaz evelallah, bu şirketi nereden nereye getirdiniz, yıllık ciro grafiğimize bakan değişimi şıp diye anlar.'' Aklıma buzdolabında unuttuğum ciğer geldi, hesap ettim, dört gün olmuş pişireli, kesin bozulduğuna hükmettim, canım sıkıldı.


''Orası öyle, orası öyle de... Dosya kalsın, alma. Sen bana Veysel' i çağır, bakayım ne yapmışlar, bir de ada çayı getirsinler bana, boğazım gıcıklanmaya başladı iyi gelir''
Sizin boğazınızdaki gıcıklanma zor geçer diyecektim, sus oğlum İlyas, dedim içimden. Dışımdan da ''Hemen efendim, hemen hallediyorum'' deyip, topuk selamıyla çıktım makamdan.
İnanır mısınız, bazen içimle dışımı karıştıracağım da, içimden geçeni dışıma söyleyeceğim diye ödüm kopuyor. İçim dışım bir değil, ne yalan söyleyeyim. Bazen içimle dışım öyle birbirinden uzaklaşıyor ki, bir yolculuğa çıkıyorum sanki. Yaptığım yolculukta sağ salim kendime geri dönebilecek miyim kestiremiyorum sonra. Yolu bulabilmek için çoğu kez en başa gidiyorum, iyice bir karıştırıyorum geçmişimi... Bazen telden yaptığım arabama denk geliyorum, bazen yediğim bon bon şekeri geliyor oltaya, geçen de kendimi prens sandığım sünnet kıyafetime rastladım. Ama en çok amcamın öğle uykusuna yattığı saatlerde, beni asker gibi başına dikip, üzerine konan kara sinekleri avlama görevim geliyor hatırıma. Yaa İlyas Efendi, senin askerlik pek küçükken başladı, mezara da selam çakıp, öyle girersin artık, diyorum tebessümle içimden. Dışımdan: ''Genel Müdürüme bir ada çayı'' diyorum.
Veysel, bilgisayarına gömülmüş, beni fark etmiyor. ''Genel Müdür seni istiyor Veysel Bey'' diyorum. ''Tufanbeyli işini soracak sanırım'' diyerek de ek bilgi vermeyi ihmal etmiyorum. İçimden de ''Hadi bakalım bu sefer nasıl kıvıracaksın, Veysel Efendi'' diyor, akşamki maçın saatini hatırlamaya çalışırken, Fener alır diyorum kendi kendime. Söylemiş miydim size, kendi kendimle bahse girmeye bayılırım. Örneğin, otobüste boş koltuk varsa, sinemaya giderim, derim ya da yolda yürürken, şu geçen kadın bana bakarsa, akşama balık yerim derim. Bu kez, Fener kazanırsa, hafta sonu annemi görmeye gideceğim diyorum.
İsa Bey, telaşla yanıma gelip, Genel Müdür' ün müsait olup olmadığını soruyor, maliyeden müfettişler gelecekmiş. Bir an önce akşam olmasını ve eve gitmeyi istiyorum. Gecelerin de hakkını veririm laf aramızda, öyle erkenden yatıp uyumak bana göre değil. Eve geçerim, ufak ufak yemeğimi hazırlar, demlenirim, müziğim açık olur mutlaka, dinlerim. İyi beslenirim. Etim, salatam, çerezim, meyvem mutlaka olur. Yalnızlıktan sıkılmaz mısın, derseniz; bu hayatı ben seçtim. Kendimden başka hiçbir insandan fayda görmüşlüğüm yoktur. Soğudum insan denen mahlukattan. Açgözlü, vicdansız, ikiyüzlü, haddini bilmez, her şeyi merak eden, çıkarcı, bencil, ilk fırsatta ezmeye kalkan, kıskanç bir güruh. Karşımıza fırsatlar çıkmadı mı, çıktı. Ama böylesi hayat ağır bastı. Yaş aldıkça, evlerinde bir koltukta ağırlaşanları gördükçe, yaşadıkça hafifleyenlerden olmayı seçtim. Sıkılırsam bir kuş tüyü kadar hafif, alır kendimi, giderim. Bir yıldızın kayışını, bir çiçeğin açışını, bir çocuğun ilk adımlarını görmemeye razıyım. Yeter ki benden uzak olsunlar, iyiyim böyle ben. Çok bunalırsam, Seyfi Baba' nın meyhanesine gider, başkalarının dertlerinde yalnızlığımı unuturum. Halime şükreder, alır kendimi eve götürürüm. Gecelerin hakkını veririm vermesine ama geceleri sevmişliğimiz kadar, sabah duşumuzu alıp zımba gibi işe gitmişliğimiz vardır. İşimiz, ekmek kapımız, işime saygım, kendime saygımdır.
Üçü kapanıyorlar odaya, gündem malum, müfettişler ne isterler, kaçta gelirler, yemek saatinde buradalar mı, fabrikayı da gezdirelim, araştıralım kimi yollayacaklarmış, bir telaş bir telaş. Hasan' a haber verin, muhasebeyi teyakkuza geçirin, hesapları bir kontrol etsinler. İlyas' ı koşturun alışveriş etsin bir iki. Oğlum İlyas diyorum içimden, şimdi bir gün batımında, küçük bir sandalla, yakamozu yol yapmak vardı. Pilli radyomdan çıkan ezgilere, martılar vokal yapardı. Alırdım kendimi de yanıma bir muhabbet bir muhabbet, İlyas' a kaldırırdım kadehimi. Dışıma bakıyorum; Yaltaklanmadan ilgi gösterme konusunun kompetanı olan sayın genel müdürüm, bu işten de sıyrılır kolayca, diyor dışım... 
Yalnızlığımı sorgulayanlara, bana bencil diyenlere bir çift sözüm var:
Yalnızlık benim vatanımdır, içeriye sokmam kimseyi. Yalan yoktur, riya yoktur, güzele de, doğruya da, ahlaka da, hukuka da ben karar veririm. Benim mahkemelerim, benim anayasam çalışır burada. İçimin ve dışımın aynı şarkıyı söylediği tek yerdir. Zamanın sonsuzluğunu da, tekilliğini de, sessizliğini de severim. İster kapıyı kapatır çıkarım yalnızlığımdan, istediğimde girerim içeri, kimse karışamaz, kimse ayıplamaz beni. Zulmüm de sevgim de kendimedir, kimseyi huzursuz da etmem, umut da vermem. Zorunluluklar kapının dışındadır, tek sorumluluğum İlyas' adır. İster gecelerden günler biçerim kendime, canım ister günü zindan ederim. Siz kalabalıklarınızda gürültüyle yaşarken yalnızlığı, ben kendimle zenginleşirim. Hayat arkadaşı olarak kendimi seçtim, İlyas terk etmedikçe beni, ben de bırakmam kendimi.

Not: İllüstrasyonlar Pascal Campion' a ait olup, öykü kurgusaldır.

17 Eylül 2019

Ödül- Kulis Sanat


YAZAN : CAROLE FRECHETTE (ÇEVİRİ: ECE OKAY-RASİME BİLGEHAN)YÖNETEN : SİNAN PEKİNTON OYUNCULAR : SERKAN MELİKOĞLU – AYŞİN TABİLOĞLU  KONUSU : Terk edilmiş bir binanın 33.katında yalnızlığıyla baş başa kalan Beatrice, her gün litrelerce su içip içindeki kumu ıslatsa da yalnızlığının verdiği sancıları gideremez... Bir akşam eline bir kağıt alır ve ödül vadeden bir ilan yazmaya başlar ...“Akıllı ve zeki hiç kimseyi sevmemiş... Genç mirasçıyı etkileyecek bir erkek aranmaktadır...” diye. Günlerce bekler. Erkekler gelir. Hepsini gönderir ve son aday Jean geldiğinde işler biraz değişir... Jean’ da diğer erkeklerde göremediği şeyleri fark eder... Jean ödül için gerekli olan aşamaları geçebilmek uğruna her yolu dener... Ama bu süreç Jean ve Beatrice’ i tahmin edilemeyecek durumlara sürükler ...




Geçen sezon izlemek istediğim, ancak bir türlü izleme fırsatı bulamadığım bu oyunla sezon açılışını yaptığım için çok mutlu hissediyorum kendimi. Kulis Sanat; Bahçelievler, 7.caddede, küçücük bir salonda unutulmayacak oyunlar sahneye koyan muhteşem bir topluluk. Her gittiğimde benzer duygular ile ayrılıyorum oradan, mümkünse yaptıkları her şeyi izlemeliyim:)
Oyunun orijinal adı 'Jean ve Beatrice', dilimize 'Ödül' olarak çevrilmiş. Kanadalı bir oyun yazarı olan Carole Frechette' nin iki kişilik bir eseri. Metinde üzerine düşünülecek o kadar çok şey var ki. İlk okumada, kendisini zengin ve yalnız bir kadın olarak tanıtan Beatrice' in hazırladığı el ilanlarıyla tatminkar bir ödül karşılığında, kendisini önce etkileyecek, sonra duygulandıracak ve üçüncü aşamada ise ona çekici gelecek bir erkek aradığını görüyoruz. Sahne açılışında Beatrice, endişeli, sabırsız, buhranlı bir şekilde evde su içerek bekliyor. Sahnede bir büyük koltuk ve su şişeleri görüyoruz. Evinin 33.katta olduğunu ve asansörün çalışmadığını, ödül avcısı Jean' ın neredeyse nefessiz bir şekilde, 33 katı çıkıp kapının önüne yığılması ile anlıyoruz. Jean ödülü hak edip, bir an önce hayalini kurduğu 20' lik banknotlar ile oradan ayrılmak istemekte iken, Beatrice, yalnızlığını ve sevgi yoksunluğunu giderecek bir ilişkinin peşindedir.  
65 dakika boyunca, soluk kesen bir mücadeleye tanıklık ediyoruz sahnede. Serkan Melikoğlu, Jean karakterine hayat veriyor demek yerine, 'Jean oluyor' diyebilirim. Keskin duygu geçişleri o kadar başarılı bir şekilde yansıyor ki izleyicilere, hayran olmamak olanaksız. Ayşin Tabiloğlu, Beatrice' in hissedebileceği her duyguyu adeta yaşıyor, olağanüstü bir oyunculuk, muhteşem bir uyum. Ses kullanımı, mimikler, vücut dilleri her şeyleriyle iki oyuncuya da bayıldım.
Metni biraz daha kurcalarsak, bir gökdelenin tepesinde, büyük şehrin yalnızlaştırdığı, gerçek bir ilişkisi olmamış ve kadın-erkek ilişkilerini okuduğu kitaplarla anlamaya çalışan, sahici duygular arayan metropol kadının; onu etkileyecek, duygulandıracak ve çekici gelecek bir ilişkinin peşinde olduğunu (çünkü okuduğu bir yazıda sevgiyi böyle tanımlamışlar) yani duygusal tatmin peşinde olduğunu düşünebiliriz. Tamamen amaca ve sonuca odaklanmış, ödül kazanma peşindeki maddeciliği ile diğer tarafta Jean; daha materyalist, duygusallıktan uzak ve aşka inanmıyor.
Metindeki duygusal iniş çıkışlar, uçlarda gezinen ruh hali değişimlerine, küçücük bir sahnede devleşen oyunculuklar eşlik ediyor. Kesinlikle kaçırılmaması gereken çok etkileyici bir performans. Sinan Pekinton' un harika rejisi ile sezona tatmin edici bir başlangıç oldu benim için. 
Tiyatro yeniden:)