29 Haziran 2019

Godot'yu Beklerken'i Beklerken

GODOT'YU BEKLERKEN'İ BEKLERKEN | ANTALYA DT
2 perde | 1 saat 45 dakika
Yazan : DAVE HANSON | Çeviren : EKİN TUNÇAY TURAN | Yöneten : İLHAM YAZAR
KONU: Oyun bir tiyatroda sergilenen Samuel Beckett'in "Godot'yu Beklerken" oyununun sahne arkasında iki yedek oyuncunun yaşadıklarını anlatmakta; Godot'yu Beklerken'deki bekleme durumuna geçmeyi bekleyen yedek oyuncuların hikayesidir. Hayatları boyunca görünmeye çalışan ama görünmez olarak kalanların umutlarını, beklentilerini, hayallerini anlatan... sanata ve özellikle oyunculuğa olan tutku ve sevgilerinin ışığında; duygularını, beklentilerini, özlemlerini, kıskançlıklarını, üzüntülerini ve mutluluklarını paylaşmanın yanı sıra, aktörlerin yaşadıkları zorluklara ve gösterdikleri fedakârlıklara da değinerek çelişkiler içinde devinen. Hırs ve komplekslerini, beceriyle beceriksizlik arasındaki bariz uçuruma nasıl görünmez bir köprü kurup cesaretle dolaştıklarını, büyük bir keyifle egolarını nasıl kabarttıklarını da çarpıcı diyaloglarla gözler önüne sererler… Ve beklemeye devam ederler ta ki... İyi seyirler… 
OYUNCULAR: SEDAT MAYADAĞ-GÖKHAN TÜZÜN-GÖKÇESU ULUKUT
Godot' yu Beklerken; 1949 yılında Fransızca olarak yazılmış Samuel Beckett' e ait eser, başlangıçta avangart "yenilikçi" veya "deneysel” bir tiyatro eseri olarak kabul edilmiş, bazıları tarafından garip ve saçma bulunmuştu. Buna karşın az zamanda oldukça tanınmaya başlayan ve dikkati çeken eser hızla klasik oyunlar arasında görülmeye başlanmıştır. Eser bir bekleyişe kapılan, kurtulma ümidi ile ayakta kalmaya ve varoluşlarını sürdürmeye gayret eden insanların, hiçbir şey yapamadan kurtulmayı beklemeleri ve ne olduğunu dahi bilmedikleri Godot adında bir kimsenin veya "şeyin " kendilerini kurtarmalarını beklemelerini konu alan sıra dışı bir oyundur.
Oyunun iki ana karakteri, Vladimir ve Estragon. Kısa adlarıyla Didi ve Gogo, Godot’yu beklerler. Godot gelmez. Godot’yu beklerken, Didi ve Gogo arasında zekice olmayan, sıradan, gereksiz ve saçma olarak nitelendirilebilecek konuşmalar geçer ama bu konuşmalar asla anlamsız değildir. Beckett, Didi ve Gogo arasında geçen saçma konuşmaların arkasında saklanmış, okuyucuya ileti göndermeye ve onların hayatın gerçekte ne olduğunu anlamalarına yardım etmeye çalışmaktadır.
Bu sene sezonun finalini Antalya Devlet Tiyatrosunun turne oyunu 'Godot'yu Beklerken' i Beklerken' ile yapmış oldum. Yılın yirmi beşinci oyunuydu. Tiyatro, operet, opera, müzikal, müzikal dinleti türlerinde farklı sahne gösterilerini içeren dolu dolu ve tatmin edici bir sene oldu benim için. Gelecek sezonun farklı deneyimleri için ise şimdiden merak ve heyecan duyduğumu ve çok sabırsızlandığımı söyleyebilirim.  
Godot' yu Beklerken' i Beklerken' in, Godot' yu Beklerken' i bilenler için çok daha keyifli olduğunu düşünüyorum. Böylelikle afişteki ayakkabı ve şapkanın, oyuncuların bir gün sahneye çıkacaklarını beklerken yedikleri havucun, iki karakterin sahnede sürekli bir çatışma halinde oluşlarının ve bazı göndermelerin de anlam kazanacağını sanıyorum.
İki oyuncu Ester-Sedat Mayadağ(Estragon' un yedeği olabilir) ve Val-Gökhan Tüzün (Vladimir' in yedeği olabilir), bir tiyatroda “Godot’yu Beklerken” adlı oyun oynanırken, oyunda görevli aktörlerin yedeği olarak sahne arkasında hazır bekliyorlar. Hiç görmedikleri yönetmenin bir gün gelip onları sahneye çıkaracağını ya da asıl oyuncuların başlarına bir şey geleceğini ve sahneye çıkabileceklerini umut ediyorlar. 
Bu başlangıcı ve sonu belli olmayan belirsizlik halindeki bekleyiş içerisinde iki farklı karakter oyunu izliyoruz. Ester; daha uzun süredir bekleyişte olan ve nispeten daha deneyimli görünen, oyuncu eğitmeni olduğunu iddia ediyor aynı zamanda; bekleyişe daha bağlı olan karakter. Bekleme durumunu kanıksamış ve bu bekleyişin dışına çıkmayı reddediyor. Val ise daha genç ve deneyimsiz ancak zamanı gelince bekleyişi kırabilecek ya da kuralları bozabilecek cesareti içinde barındırdığını gösteriyor bize. Ve her akşam umutla onu izlemeye gelen Marie Hala' nın ölümü ile oyunun iptali üzerine yine de sahneye çıkamamış olmaları dahi Ester' in bekleyiş zincirini kırmasına yetemiyor. Oysa Val, kulisteki tek tuvaleti kullanma sırasının kendisine gelmesini beklemek yerine izleyicilerin kullandığı tuvaleti kullanırken karşılaştığı bir adam ile menajerlik sözleşmesi imzalayabiliyor. Bekleyişi kırdı ve bir şey oldu. Ancak günün sonunda Godot' yu Beklerken' deki 'bekleyişin sürekliliği' anlayışı ile karakterler bu çözümlemede de birbirlerinden ayrılıp, bekleyişi sonlandırmak yerine, birlikte beklemeye devam etmeyi tercih ediyorlar.
Bu metinde Samuel Beckett' in derin içerikli metaforları yerine biraz daha yüzeysel sanata, oyunculuğa, kıskançlığa vb yönelik replikler ile karşılaştım. Oyunun sahnelenişinde çıkış metnine biraz daha fazla gönderme belki Godot' yu hiç bilmeyenler için risk oluşturabilirdi ancak bilenler için lezzet unsurlarını çoğaltırdı diye düşünüyorum. Oyunculukların izleyici açısından inandırıcılığı tartışılabilir. Ancak hem oyuncular hem de izleyici için zor bir oyun olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Her beğeniye hitap edeceğini sanmıyorum. Tiyatroda sadece iki kişinin diyalogları ile ilerleyen ve çok az sayıda olay barındıran metinlerden hoşlanmayanlar için oldukça sıkıcı bir deneyim olacağını düşünüyorum:)

Godot' yu Beklerken' den biraz alıntı yapmak istiyorum:
Godot’yu Beklerken’de sömüren efendi Pozzo ile sömürülen uşak Lucky, Vladimir ve Estragon, ürkütücü boyuta ulaşan nefretlerine karşın birbirlerini bırakamazlar.
Estragon: Bağlı olup olmadığımızı soruyorum.
Vladimir: Bağlı mı?
Estragon: Bağlı.
Vladimir: Nasıl bağlı, yani?
Estragon: Ayaklarımızdan.
Vladimir: Ama kime? Kimin tarafından?
Estragon: Şu senin adama.
Vladimir: Godot'ya mı? Godot'ya bağlı ha! Ne düşünce! Ne alakası var? (Bir an.) Şimdilik.
Ve her gidiş kararında yinelenen replik aynı zamanda oyunun son repliğidir. Akmakta olan zamanın bekleme eylemi içinde açımlandığı Godot’yu Beklerken’de gitmeye karar veren kişiler, yinelemeye dayalı bir hareket görüntüsü oluştururlar:
Vladimir: Eee? Gidiyor muyuz?
Estragon: Evet, hadi gidelim.

Son olarak bana sevdiğim bir şiiri anımsattı bu oyun. Tam da aslında yazarın vermek istediği mesajı yerli yerinde veriyor gibi:

babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum. bazen öyle olur, her şey üst üste gelir.
polis olmasaydım katil olurdum çünkü sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.
binlerce ceset, binlerce katil, ve bir evlilik gördüm.
seni, intihar ettiğin gün tanıdım kızım.
seninle o gün barıştım.
şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalın ayak anlayabildiğim şeyler var.
şimdi benim de yalanlara inanmaya ihtiyacım var.
bütün çaresiz insanlar gibi... dağılan bir okul gibi...
acılarımız da birbirine benziyor artık kızım.
birbirine benzeyen parmaklar gibi ama her birinin eşsiz bir izi var.
bazen gözlerim dalıyor karanlıkta ama fısır fısır konuşmaya başlıyorsun yine kulağımın dibinde.
hiç susmuyorsun, ağlamama asla müsaade etmiyorsun.
her şey affedildi babacık diyorsun hiç ayrılmayacağız diyorsun.
keşke hep yanımda olsaydın diyorum öyle konuştuğunu duyunca.
bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz diyorsun sen bana
ama kar taneleri birbirine benzemez ki kızım. cesetler de benzemez.
ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır her zaman.
koşan atlar düşen atları hatırlatır.
yağmur yağar.. durur.. tekrar başlar...
yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir. beşikten mezara kadar...
karanlıkta herkesle çarpışabilir insan.
yalan mı söylüyorum sana? affet beni kızım, affet!
bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki kızım.

Seneye yeni bir tiyatro sezonuna devam edebilmek umudu ile, iyi ki tiyatro var!

22 Haziran 2019

Akide Şekeri

AKİDE ŞEKERİ | BURSA DT
1 perde | 1 saat 30 dakika
Yazan : ALİ MERİÇ | | Yöneten : CENK TURAN
KONU :Güzeller güzeli Akide, ev ararken hayatının aşkını bulur. Geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez motifi olan orta oyunu türündeki oyun seyirciyi Kavuklu, Pişekar, Külhanbeyi ve Arap Bacı gibi renkli karakterlerle buluşturuyor. Sazlı sözlü eski İstanbul komedisine buyurun… 
OYUNCULAR: ACAN AĞIR AKSOY -  - CEREN KAYIŞ - CENK TURAN - ÇAĞRI DULUN - ORHAN ERGÜN - ÇAĞRI ZORA - ÖYKÜ ESENDEMİR - CANSU YILMAZ - ALİ BİRCAN TEKE - CEM HAMZA ÇANAKOĞLU - EREM NALCI - ZEYNEP YILMAZ - ERDEM ERDOĞAN - SALİH CEM ŞENER - EMRE NURETTİN ÖRÜK - MURAT EMRAH KANRA - IRAZ HAZEL KÖRMÜKÇÜ - SIDIKA DERYA GÜMRAL - AYŞE DİNÇ
KANTOCULAR: IRMAK BAVKIR - NERGİZ ACAR - GİZEM TÜRKÖZ - ÇAĞLA GENÇ - CEM HAMZA ÇANAKOĞLU
Küçük Tiyatro' da nöbetçi tiyatro kapsamında Bursa Devlet Tiyatrosunu ağırladık bu kez. Sanıyorum sezonun son oyunu da Antalya Devlet Tiyatrosunun 'Godot' yu Beklerken' olacak ve yılı bu şekilde kapatacağız. Eğer düşündüğüm şekilde olursa farklı türlerde 25 sahne gösterimi izlemiş olarak sezonu tamamlamış olacağım:)
Oyunun konusu: Akide, Arap Bacı ile birlikte kiralık ev ararken varlıklı Muhsin' e aşık olur.  Akide' nin babası ilk önce Akide' yi Muhsin´e verir. Ancak Muhsin mal varlığını kaybettikten sonra Akide' nin babası onu başka zengin birisi ile evlendirmek ister. Buna dayanamayan Muhsin intihar etmeye kalkar onu intiharın eşiğinden İsmail ve Kavuklu kurtarır. İsmail ve Kavuklu çevirdikleri oyunlarla gençlerin tekrar evlenmelerini sağlarlar. Finalde tüm sevenler sevdiğine kavuşur:)
Akide Şekeri için geleneksel Türk tiyatrosu, eski İstanbul ve Osmanlı dönemi komedisini içeren bir kabare tiyatrosu diyebiliriz
Oyun 5 müzisyenin sahnede yer almaları ile oldukça hareketli bir şekilde başlıyor. Ve oyunun enerjisi son sahneye kadar hiç düşmüyor.
Yine bir oyun içinde oyun kurgusu, kabaresini sergilemeye çalışan bir ekip, zamanında gelemeyen oyuncular ve yerine acilen sahneye çıkarılan roller, sahne arkası karışıklıkları, sahnede olmaması gerekenlerin durum komedilerine yer veriliyor.  
Aynı zamanda Türk yakın tarihinde yer alan komedi karakterlerini görebiliyoruz zaman zaman.
Kavuklu, Pişekar, Külhanbeyi ve Arap Bacı gibi hatta Karagöz Hacivat esintileri de yer alıyor diyaloglarda kimi zaman. Ayrıca ara ara kanto danslarını da görüyoruz.
İzleyiciler arasında pek çok çocuk seyirci gördüm. Çocuklara tiyatroyu sevdirebilmek adına seçilebilecek bol müzikli, eğlenceli, danslı, enerjisi yüksek bir oyun. Esprilerin ve komedi doğurabilecek unsurların seçiminin de bu düzeyde olduğunu düşünüyorum. Beklentisinin yönü farklı olup, bu türü sevmeyenlere kesinlikle uzak durmalarını önerebilirim :) 

Tiyatro oyunu tercihlerimde farklı türleri izleyip beğeniyor olsam da kalbimin derin replik ve uzun tiratları ile İngiliz ve Rus edebiyatının klasiklerinde olduğunu da belirtmek isterim:)

Bursa Devlet Tiyatrolarına teşekkürlerimi sunuyorum. Siz değerli sanatçılarımız, iyi ki varsınız!

Not. Çokça önemsediğim rol-sanatçı eşleşmesini bu oyunda gerçekleştirmekte zorlandım. Ve yanlış bilgi vermek yerine bu kısma hiç girmemeyi tercih ettim. 

16 Haziran 2019

Antalya II

''Aramamalıyım, aramamalıyım...'' 
Kaçıncı kez son bir şey için açılan telefonlar ve yazılan cümleler, dilenen iyi dilek ve temennilerden sonra hala gösterebildiği bu zafiyet ile yüzleşebilmek ne zordu. Hayatı daha yaşanılası, güneşi daha parlak, tüm esprileri daha komik yapan şeyin; evrende bir araya gelen bir kaç harfin oluşturduğu cümlelerin zihninde anlam bulduğu o dakikalar olması kabul edilemezdi. Bu hafif, keyifli akıntının, bir süre sonra hızlanarak, adrenalini yüksek bir lunapark oyuncağına dönüşmesi öngörülemez bir gelişmeydi. Hayat da zaten öngörülemez oluşu ile cezbedici değil miydi? Yine yeni bir mesaj ile: ''Yeterince iyi tatiller dilemiş miydim sana, üç kez dilemek yeterli mi peki iyi bir tatil için :))'' Dayanamayışının dayanağı, hep bulunan bahaneler :)
''Eğer bir gün aşık olursam, bunu nasıl anlayacağım?'' 
Öyle masum, bir o kadar da açık yüreklilikle sormuştu ve cevabıma göre aşık olup olmadığına karar verecekti;
-Eğer onu her an merak ediyorsan ve yaşıyorsan ancak gündelik rutinin içerisinde zihninin geri planında hep çalışan bir arayüze hapsolmuşsa bu fikir; gündeliğin tüm yoğunluğuna rağmen boş kaldığın ilk anda bir sağanak yağmur gibi yağıyorsa içine; bir şarkı, bir şiir, bir film hep onu hatırlatıyorsa sana hiç boşuna uğraşma bence, mücadele etme, teslim ol...
Sınavın en zor sorusunun kopyasını almış gibi yüzüne yayılan bir gülümseme ile ayrıldı yanımdan.
''Hiç yapmayacağım şeyleri yapıyorum ağğbiii... Düşünebiliyor musun ben, sırf o seviyor diye Çin Lokantasına gittim örneğin. Yani diyorum ki tek yanımda olsun, yanında olayım da diğer tüm detaylar hiç önemli değil.''
-Geçer, dedim. Ama öyle ne zaman geçer, nasıl geçer diye benden reçete isteme, yaşa sadece... Hayatta bazı şeyler yaşanmadan, görülmeden, tüketilmeden geçmez, geçmemeli de. Hiç bitmez sanıyorsun ya hani, sonsuza dek sarılayım, doyamam diyorsun ya... Doyarsın...
Evrenin en büyük sırrını açıklıyormuşum gibi baktı yüzüme ve: ''Doyamam ağğbii'' dedi :)
''Vazgeçtim'', dedi. Benim olmayacak, beni sevmeyecek. Ağzımla kuş tutsam da o menekşe gözler bana aşkla bakmayacak.
-Bu kadar kolay mı vazgeçiyorsun, dedim. Hani konuşacaktın, anlatacaktın her şeyi?
''Başkasını seviyormuş'', dedi. Mangaldan yükselen dumanın arkasından buğulanmış gözlerini seçebiliyordum.
''Ama ben onu sevmeye devam edeceğim. O kadar çok seviyorum ki onu, iyi olsun, mutlu olsun, benimle olmasın, hayatta olsun sadece, yeter bana, varlığıyla avunacağım ve bekleyeceğim, 'olur ya bir gün' ün cılız umut ışığını saklayıp en derinimde, bekleyeceğim.''
Hayranlıkla baktım yüzüne;
-Bravo dedim, şimdi inandım gerçekten ne kadar sevdiğine. Ve ekledim; ''Annesinden dayak yediği halde, yine ‘Anne’ diye ağlayan bir çocukmuş aşk...(CS)''
''Şımarıyor iltifat edince, sevdiğimi bile söylemiyorum artık. Daha ne yapayım, e anlasın birazcık o da... İşten doğru eve geliyorum, kazandığım hep onlara, nereye isterlerse götürüyorum daha ne yapayım?''
Dedim ki: - Ya bir gün sen söylediğinde onu sevdiğini, o duymazsa yüreğinin sesini? Sen şimdi sevgini esirgeyerek terbiye verdiğini sanıyorsun ya, yapma... Sevmek böyle bir şey değil, sevgide hesap kitap olmaz. Esirgediğin her sevgi sözü, bir gün karşına sevgisizlikten taşlaşmış bir kalp olarak çıkarsa eğer, sakın suçlama onu ve şaşırma sakın...
''Tam 38 saat oldu görüşmeyeli ve hiç aramadım ve yazmadım da biliyor musun?'', dedi. Belli ki o da telefonunu yüreğinin yerine koymuş, ekg' sinin çıktısını whatsapp mesajlarından alıp, yaşayıp yaşamadığına oradan karar veriyordu.
-Peki dedim, hiç dayanabildiğin oldu mu? Yani sen yazmadan onun seni arayıp, sorduğu?
Düşündü, 'yok' dedi, olmadı ama hiç cevapsız bırakmadı beni.
-Bekle, dedim. Hiç kimse hatırlamayacak kadar meşgul değildir, kendi önceliğini öğrenmek istiyorsan, beklemeyi bilmelisin...
Belli belirsiz bir ''doğru tabi'' sonrası telefonu alıp, uzaklaşırken, son rekor denemesini sonlandırdığını anladım: 38 saat 7 dakika ile...
---------------------------------------------------------------------------------
''Beni hatırladığını umuyorum, yazmış. Ben de 'hatırlamak için önce unutmak gerekir, hiç unutamadım ki seni' yazmak istedim, yazamadım. Elim gitmedi. Her gece sana uyuyorum, sabahları sana uyanıyorum, aklımdan çıkaramıyorum ki, diyemedim. Hatta cevap bile yazmadım, umutlanmasın diye.''
-Peki, dedim. Eğer sen değilsen, kalbinin sesini kim dinleyecek? Herkes aynı yolda aynı yöne yürüyor diye bunun en doğru yol olduğunu söyleyebilir miyiz? Sevginin sıcaklığında erit egonu ve sevgiye teslim et kendini, en güvenli yol budur.
Beni anladı mı bilmiyorum ama kuyruğu dik tutmak uğruna yitirilen bir mutluluk olasılığı daha evrende toz oldu sanki...
Gelişinde ilkbahar çiçeklerinin rüzgarda salınışı vardı. Hem uçuyor gibi hem de mutlu bir rüya görüyor gibiydi.
-Ne oldu dedim, söyleyebildin mi?
''Söyledim,'' derken yüzüne yayılan gülümsemenin tüm dünyayı ısıtabileceğini düşündüm. ''O da beni seviyormuş, dedi. Her şey birden o kadar farklı görünmeye başladı ki gözüme, daha önce yaptığım her şeyi tekrar yapmak istiyorum onunla yeniden. O kadar merak ediyorum ki her anını, yüzünden geçen her ifadenin yüreğindeki yansımasını bilmek istiyorum. Benden habersiz hiçbir şey geçmesin aklından, kaçırmak istemiyorum. Her an onu düşünüyorum, ona düşüyorum. Aklımdan hiç çıkmıyor. O da beni seviyormuş anne'', diye ekledi, gülümseyişine engel olamadan.
-Bazı şeyleri biz zorlaştırıyoruz aslında, dedim. Oysa hep dürüst ve içten olursan hiç yanlış anlaşılmazsın. 
Huzurla baktı yüzüme ve sanıyorum ilk kez biri bana gözleriyle sarıldı.
---------------------------------------------------------------------------------
''Siz böyle hep birlikte tüm gücünüzle ötmezseniz eğer, güneş doğmayacak sanki...'' Yorucu, geç sonlanmış ve uykusuz bir gecenin bir kaç saat sonrasında gün doğumuna uyanmanın serzenişiydi bu.
Bir süre kuş cıvıltılarının güneşi doğurmasını dinledi. Sonra cama vuran yağmur damlalarının sesini duydu. Bu hoş sürprizin anımsattıkları içini ısıttı.
Bu mevsimde buralarda sabahı yağmur ile karşılayabilmenin ancak kalpten istenmiş bir dileğin mucizesi olduğuna hükmetmişti perdeyi aralarken. “Tüm dileklerin kabul olsun” diye geçirirken içinden yağmur damlaları saçları ile buluşmuştu bile...

Not: Bir süredir Antalya' daydık. Ve bunlar da gezi notlarımız:) Bir öncekiler için tık.

Metinler arasında kurgusal bütünlük bulunmayıp, tamamı farklı zamanlarda farklı durum ve manzaraların çağrıştırdığı kurgusal notlar olup, gerçek yaşantımla ilgisi bulunmamaktadır.

1 Haziran 2019

Ben Ödüyorum

BEN ÖDÜYORUM | TRABZON DT
2 perde | 2 saat 15 dakika
Yazan : YVES JAMIAQUE | Çeviren : HÜSEYİN MEVSİM | Yöneten : VLADLEN ALEXANDROV
KONU : Hayat bir tiyatrodur, tiyatro da bir hayattır düşüncesi ile yazılan oyun da aşkta aldatılmış ve dostlukta satılmış yalnız ve mutsuz bir erkek, aile mutluluğu yani “çalışır vaziyette bir aile takımı” satın almak ister. Tek kural ise bu oyunda hangi duyguların sahici hangi duyguların çakma olduğu ayırt edemeyecek duruma gelen, elemanların sözleşmesi anında iptal edilecektir. Para vererek oluşturulan kurmaca yaşamla yüzleşmenin hüzünlü ve neşeli halleri ile ‘’insan mutlu olabilir mi’’ sorusunu sorarak sorguluyor. 
OYUNCULAR : ALEXANDRE AMİLCAR - M. CEYHUN GEN / ELEONORA - ELVAN SALİHA KARAHASAN / MASHU - EMRE ÖN / VİRGİNİA - RÜMEYSA GÜLENDAM SAĞLAM / PAULO - OGÜN KILIÇ / MELİA - AYŞE SONGÜL NATIR

Sezonu yavaş yavaş kapatırken Devlet Tiyatrolarının geçen yıl başlattığı nöbetçi tiyatro uygulaması kapsamında Haziran ayında da tiyatro izleyebilme şansı bulabildik. Trabzon Devlet Tiyatrosu yorumu ile 'Ben Ödüyorum' isimli oyunu Küçük Tiyatro' da izledik dün akşam ve uzun zaman sonra (ya da bana uzun gelen bir zaman sonra) tekrar izleyici koltuğunda oturup, sahneye bakabilmek bana çok iyi hissettirdi. 'Ben Ödüyorum' 2012 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından da sahnelenmiş ve Alexandre rolünü Olcay Kavuzlu oynamış, Şevki Çapa da ekipteymiş. Nasıl bir performans olduğunu hayal etmeye çalışınca o yorumu kaçırmış olmama üzüldüğümü söylemeliyim:) Ancak Trabzon Devlet Tiyatrolarının da bu konuda iyi bir işe imza attıklarını düşünüyorum. 
En başta metin, gerçekten çok ilgi çekici ve merak uyandırıcı zaten. Metnin kurgusal işleyici ve ilerleyişi de çok başarılı.  Bir film ya da dizi konusu olabilecek bol malzemeli ve doğurgan bir konuya sahip metinde; yalnızlık, satın alınan mutluluklar, kaybetmek, aşk, dostluk, aile kavramları farklı bir bakış açısı ile adeta bir sosyal deney düzleminde ele alınmış. 

Alexandre, yaşadığı kötü deneyimler nedeni ile kendini mutsuz hisseden yalnız bir adam. Aşk hayatında aradığını bulamamış, aldatılmış. Yakın dostundan darbe yemiş. Ve sahnenin açılışı ile onu iş bulma kurumundan çıkan işsiz bir ressama kartvizit uzatırken görüyoruz. Sonrasında bir aktriste ve genç bir hayat kadınına da aynı iş teklifinde bulunarak herkesi ertesi gün saat altıda evine beklediğini söylüyor.

Ressama yani Mashu' ya (Emre Ön, aynı zamanda yönetmen yardımcılığı yaptığını da belirtelim) yeni bir isim verip, en yakın dostu rolünü oynamasını istiyor. Aktriste yani Elenora' ya (Elvan Saliha Karaaslan) onu çok seven eşi olmasını ve genç hayat kadınına yani Virginia' ya (Rümeysa Gülendam Sağlam) asi kızları rolünü oymalarını teklif ediyor. Detay kurallar, sözleşme ve oldukça tatminkar bir ücret karşılığında anlaşıp, tiyatroya başlıyorlar.
Ara sıra sahneye dahil olan Virginia' nın erkek arkadaşı ve Elenora' nın annesi ile satın alınan mutlu aile paketinin aslında hiç de Alexandre' nin planlandığı gibi gitmediği ve öngörülemez bir şekilde başka bir şeye evrildiği farklı bir düzeneğin içine çekiliyoruz sonrasında...
Neredeyse tüm oyuncuların ellerinde mikrofon ile söylediği şarkıların hoş bir lezzet bıraktığını düşünüyorum ve son sahne tangosu gerçekten izlenmeye değer ve başarılıydı. Tango müziği de öyle : link Sahne geçişlerinde duyduğumuz Fransızca ezgiler de güzeldi.
Zaman zaman akmayan sahneler olsa da, örneğin ilk perdenin ikinci kısım replikleri ve oyunculukları kesinlikle izleyiciyi içine almadı ancak ikinci perdenin açılışından itibaren oyun yeniden hareketlendi. Karakterlerin yaşadığı duygusal değişimin yansımasının ipuçları daha belirgin olabilirdi. Ana karakter ile diğer karakterlerin birbirinden etkilenişleri daha detaylı anlatılabilirdi. Böylece biz nasıl olup da Elenora' nın, Alexandre gibi duygusuz ve katı adama birdenbire aşık olduğuna şaşırmayabilirdik :) Komedi öğelerinin ele alınışı biraz daha iyi olabilirdi. 
Oyunculuklardan en çok Alexandre rolü ile M. Ceyhun Gen ' i ve Viriginia rolü ile Rümeysa Gülendam Sağlam' ı beğendim. Tam bir ekip çalışması, ışık, ses, kostüm, dekor yerli yerinde ve tatmin ediciydi. Trabzon Devlet Tiyatrosunu bu başarılı oyunları için tebrik ediyor ve bir kez daha alkışlıyorum:)
İyi ki tiyatro var !