21 Ocak 2016

Grönholm Metodu

GRÖNHOLM METODU | ANKARA DT
1 perde | 1 saat 35 dakika
Yazan : JORDİ GALCERAN | Çeviren : BELİZ COŞAR | Yöneten : SİNAN PEKİNTON

İspanyol yazar Jordi Galceran, acımasız iş dünyasının yeniden tanımladığı "profesyonellik" ve "fedakârlık" kavramlarını sorgularken, insanların zaaflarının bu mücadeledeki yerini kara bir komedi içinde sunuyor.
Bir akşamüstü, şık bir plaza, büyük bir şirketin satış müdürlüğü pozisyonunun son etabı...

OYUNCULAR: CÜNEYT METE-DENİZ GÖKÇE YERSEL-ÜNSAL COŞAR-NUR YAZAR






Ankara Şinasi Sahnesinde izledim oyunu. İspanyol yazar Jordi Galceran'ın 2003 yılında yazdığı, Beliz Coşar tarafından dilimize çevrilen bir eser. 

Büyük bir plazanın 11.katında iyi bir şirketin satış müdürü pozisyonu için sıradışı bir mülakat izliyoruz temsilde. Ağır edebi betimlemeli sanatsal bir tiyatro oyunu değil, dizi ya da sinema izliyormuşuz gibi ya da hayatın ta kendisiymiş gibi gerçek ve eğlenceli. Ayrıca bol argolu günümüzü yansıtan modern bir metin olduğunu da söylemeliyim. Fernando rolünde Cüneyt Mete, Carlos rolünde Ünsal Coşar, Enriqua rolünde Deniz Gökçe Yersel, Mersedes rolünde Nur Yazar vardı. Oyuncuların dördü de çok ustaydı. Dört eş başrolden oluşuyordu karakterler ve hepsi de rolünün hakkını verdi diyebilirim. 
Temsilde psikolojik bir savaş ve kara komedi izlerken iş hayatının rekabetçi, acımasız dünyasına da yakından tanık oluyorsunuz. Oyun her aşamasında merak ve yaratıcılığı canlı tutmayı başaran süprizlerle dolu. Bir buçuk saatin nasıl geçtiğini kesinlikle anlamayacağını söyleyebilirim. 
ADT' de ilk sezonu olan bu temsilin neden kapalı gişe oynadığını gidince çok iyi anlayacaksınız. Eğlence garantili güzel bir tiyatro akşamı için kesinlikle tavsiye ediyorum.

11 Ocak 2016

Sosyal Medyacı Annem

Akıllı telefonlar ailemize birden bire girdi. Tüm kardeşler akıllı telefonları alıp ilk iş whatsapp grubu kurduk. Sabah günaydın ile başlayıp, iyi geceler dileyinceye kadar ne geyikler ne selfiler paylaşıyorduk. Biri saçını mı kestirdi, burnunda sivilce mi çıktı, yeni bir pantolon mu aldı, kim evde, kim hasta anında haberdar oluyorduk. Almanya' da yaşayan yeğenim, Niğde' deki kardeşim, Antalya, Bursa' daki ablalarımla anlık paylaşımlar bizi çok yakın hissettiriyordu.

1939 doğumlu, 77 yaşında, emekli öğretmen annem durur mu? Yeniliklere açık bir Cumhuriyet kadını olarak hemen bir telefon istedi bizden. Kullanabilir mi, kullanamaz mı derken aldık telefonu iki sene önce. Biraz zorlandı ama kısa sürede adapte oldu gruba. 'Kızlar sesiniz çıkmadı hala kalkmadınız mı, tembeller' şeklinde günaydın mesajlarıyla, komşuda gündeyiz temalı fotoğraflarla teknolojiyi tam randumanlı kullanmaya başladı. 
 not: gördüğünüz gibi annem sadece teknolojiye değil jargona da hakim :)


not: sabahları kendimize gelebilmemiz ve tekmil vermemiz için annem şart!

Sonra facebook paylaşımları hakkında konuşurken konuya yabancı kalınca, bir facebook hesabı şart oldu anneme, bileğinin hakkıyla facebook hesabını da aldık :) Eski öğrencilerinden eski komşularına dolu arkadaşlık teklifi geldi anneme. Ay ben onu çok seviyorum, ekleyin arkadaşlarıma derken arkadaş listesi de kabarınca gelsin beğeniler, gitsin yorumlar. 
not: annecim benim fedakarlığı mesajlara da yansıyor :)

Canım annem, hem facebookda hem whatsappda hem de hep yanıbaşımızda ol, sen bizim kraliçemizsin :)
not: telefon tabi ki elinde :)

5 Ocak 2016

Emine Abla

Canım Kardeşim, diye başlardı inci gibi yazısıyla tüm mektuplarına... Önce bir selam eder sonra anlatmaya başlardı. Tüm kışı mektuplaşarak geçirirdik. Görüştüğümüzde neler yapacağımızı konuşurduk. Yazları iple çeker, onu özlerdim. Büyük fırtınalı yağmurlar sonrasında, deniz kıyısına vuran eşyalardı oyuncaklarımız. Gazoz kapağı biriktirir, peçete koleksiyonu yapardık. Bir sene evlerinin terasına toprak taşıyıp boydan boya çiçek ekmiştik. Piknik yapardık dere kenarında. Deniz kenarında oynar, midye toplar, pişirirdik. Yomra Öğretmen Lisesini kazanmıştı bir sene çok sevinçliydi, mektuplarımı artık oraya gönderecektim.


5 kardeş, baba PTT' de memur. Anne tülbent kenarı oya işleriyle harçlığını çıkarıyor. Öyle güzel öyle yakın bir komşuluktu ki bizimki. Emine ablamın peşinden hiç ayrılmazdım. Kumral saçları, ela gözleri ve kocaman kalbiyle hem çok güzeldi hem de akıllı. Hayalleri vardı. Öğretmen olacak ilk maaşıyla kardeşlerine bisiklet alacaktı.

Karadenizde söz hakkı olmadan bir akrabasıyla evlendirilen nice genç kızdan biriydi sadece. Okulundan mezun olduğu yaz, Almanya' da yaşayan amcasının oğluyla evlendirdiler onu. İstemedi hiç. Gözleri kızardı şişti ağlamaktan. Ne annesini ne babasını ikna edemedi, vazgeçiremedi. Hala kulaklarımda 'Anne ben öğretmen olacağım, kardeşlerime bisiklet alacağım.'

Benden 4 yaş büyüktü Emine Ablam. 18 yaşını doldurduğu yaz, aile meclisi toplanmış ve evlendirilmesine karar verilmişti. Hemen salon tutulmuş, kuaför ayarlanmış, pasaport işlemleri başlamıştı. Bembeyaz gelinliği, kırmızı kuşağı ve ağlamaktan bitap gözleriyle ne kadar güzel olmuştu. Anlayamadım ki artık onu göremeyeceğimi o zamanki aklımla. Hayatının nasıl değişeceğine dair en ufak bir fikrim yoktu benim. Düğün yaptılar Emine Ablam' a.

Yine çabuk toparlanmıştı. Bana giderken dedi ki 'Almanya' da Almanca öğreneceğim ve çalışacağım mutlaka'. Çok zaman geçti, büyüdük. Arada sırada haber alıyorum ondan, 4 tane çocuğu olduğunu ve çalışmadığını biliyorum. Merak ediyorum; O da benim gibi çocukluğunu düşündüğünde kendine koskocaman bir yer bulabiliyor mu acaba. Hani en masumundan, belediye parkından bir kök karanfili alırken yakalanacağım korkusuyla, yüreğini ağzında hisseden küçük kızınki gibi. Hani yaz başında valizlerle eve vardığımızda gözlerimin pencerede bir çift göz ararken hissettiğim umuda benzeyen. Hani eksik kalmış, tamamlanmamış, yaşanmamış güzel gün vaatleriyle dolu kocaman bir yer, bir buruk gülümseyiş...

Yeni yıla merhaba, çok uzaklarda da olsalar kalbimizde yeri olan tüm sevdiklerimize merhaba...