Bir küçük pencereden görünen küçük bir park manzarası ve birkaç ağaç 2009 kışından aklımda kalanlar. Dışarıda süregiden bir hayat olduğunu sadece mevsim geçişlerinden anlayabilirdim. Eren yeni doğmuş, evimiz ısınmıyordu ve bir odaya hapsolmuştum. Kendimi yaşamın dışına itilmiş hissediyordum.
Sabahları gün ağarmadan uyandığım günlerde işe gidenleri ezberlemiştim. Önce atkısını rüzgarda uçuşturarak aceleyle yürüyen bir kadın, sonra elleri ceplerinde ince paltosuyla üşüyen bir adam, sonra annesinin elinden tutmuş okul çantasıyla bir kız geçiyordu. Saatler ilerledikçe gidenler çoğalıyor, insanlar hayatın içine akıyordu.
Ben penceremden, hayatı bir küçük kareden izliyordum. Eylül ayında Eren doğduğunda parkta kısa kollu giyinmiş çocuklar oynuyor, yeşil yapraklı ağaçlara kuşlar konuyordu. Sonra yapraklar sararmaya, rüzgar esmeye başladı. Yapraklar tamamen döküldüğünde tek tük çocuk kısa süreli gelmeye başladılar parka. Nihayet artık kar yağıp her yer bembeyaz olduğunda parkın ziyaretçileri başıboş köpeklerdi. Böyle zamanlarda dışarıdaki hayat zor görünüyordu gözüme evde olmayı seviyordum.
Sorun Eren' in zor bir bebek olması değildi. Tuvalete aceleyle gidip, atıştırmadan öte gidemeyen beslenme alışkanlığım da değildi. Belki soğuk yüzünden evimde bebeğimle odadan odaya gezemeyişim bile değildi. Doğum kilolarım, bebek bezleri, aynaya bakamayışım, ne giydiğimin farkında olmayışım hiç değildi. Bebeğimi çok seviyordum, onun büyümesine tanıklık etmek benim için çok değerliydi.
Sorun bir dönem hayatı kıyısından izlemek zorunda olanların yaşadığı kopukluktu. Hayattan korkmaya başlıyordum, gerçeklik algılarım çok değişmişti. Ziyaretçim çok azdı, dışarıya çıkamıyordum. Her günüm bir öncekinin tekrarıydı.
Geçmişi ince ince, detay detay, anı anı, isim isim hatırlamaya başlayışım o günlerde oldu. Geçmişi çok yoğun düşünüyordum. Beynim kronolojik olarak en sondan başlamıştı. Önce üniversite yıllarımı düşündüm sonra geriye doğru taramaya başladım. Daha önce hiç aklıma gelmeyen çocukluk anılarım, ilkokul yıllarım, gençliğim. Hayatta üzerimde iz bırakmış onlarca insan, hayatıma dokunmuş onca yüz, onca anı yüzeye çıkıyordu hızla. Bazen şurada ne kadar yanlış davranmışım, o zaman bana bunları yaptıran nelerdi diye sorgulayışlarım başladı. Annemi, babamı, kardeşlerimi yeni baştan yorumlayışım, yeniden tanıyışım. Çocuk muydum, genç miydim, anne miydim birbirine karıştırmıştım. Yaptıklarım otomatikleşmişti. Emzir, altını değiştir, oyna, uyut rutini içinde aklım uçsuz bucaksız bir mecrada alabildiğince hür koşturuyordu.
Sonra kar yavaş yavaş eridi. Hava ısınmaya başladı. Ağacın tomurcuklandığını penceremden izleyebiliyordum. O torumcuklardan yemyeşil yapraklar fışkırdı. İşe giden insanların yürüyüşlerine bir rehavet geldi. Küçük serçeler parkta ağaçlara konmaya, masmavi bir gökyüzü ışıldamaya başladı. Eren ile park gezilerimiz, hayatın gerçekliğini yeniden yakalayışımdı.
O sıralar depresyonun kıyısında olduğum aklıma gelmiyor, yaşamam gereken bir süreç olduğunu düşünüyordum. Oysa şimdi baharın tam da vaktinde geldiğinin farkındayım.
Hayatı kıyısından izlemek çok zor. Akıp giden bir nehirde asla yüzemeyeceğini düşünmek çok zor. Benim hayata tutunmak için nedenlerim vardı yine de dengede durabilmek zordu.
Evimize hala çok yakın olan o parkı gördüğümde hep hüzünleniyorum. Hele ki mevsim kış, kaydıraklar karla kaplıysa.