30 Mart 2017

Dudak Yeme, Tırnak Koparma Alışkanlığı

Küçüklüğümden beri baskı altındayken, üzgünken, heyecanlıyken, kaygılıyken dudaklarımı minik minik yediğimi hatırlıyorum. Tırnaklarım konusunda da annemden çok sık uyarı alırdım. Tırnaklarımı yutmazdım ama kenarlarını koparmadan duramazdım. Zaten bu tip alışkanlıklar, çocukluk yaşlarında başlayan, ileri yaşlara kadar devam eden vazgeçilmesi zor alışkanlıklarmış. Bunu öğrendiğim zaman çocukları gözlemledim acaba onlarda da benzer davranışlar var mı diye. Erken yaşlarda önüne geçilirse bir yetişkin olduklarında benim konumumda olmazlardı belki.
Öncelikle bu davranışların sebepleri tartışmalı olsa da; psikolojik, çevreyi taklit etme ile kazanılmış veya genetik yatkınlık ile çok etkenli olabileceği söyleniyor. Tırnak yiyen çocukların genellikle ebeveynlerinden birinde tırnak yeme ya halen devam etmekte veya önceden tırnak yeme öyküsü olabilmekteymiş.

Peki bu davranıştan nasıl kurtulacağız. Yetişkinler için bile vazgeçmek zorken, çocuklarımızı nasıl vazgeçireceğiz?
Yetişkinlerde bu alışkanlıklardan kurtulmak için karar vermek, kararlı olmak, öz kontrol ve güçlü bir irade yeterli olabiliyor. Kendinizi dudaklarınızı kemirirken yakalarsanız hemen durup bir sakız çiğnemek işe yarayabiliyor. Tırnaklarını dişleri ile koparanlar için yanında her zaman bir tırnak makası taşımak ve rahatsız edici bir şey hissettiği anda hemen tırnak makasını kullanmak faydalı olabiliyor. 
Ama çocuklardan böyle bir irade beklemek işe yaramayacaktır. Onları her seferinde uyarmak, kızmak, eline acı bir şeyler sürmek çözüm olmayacaktır. Çocuklar için en etkili yol bu sorunun altında yatan nedenleri tespit edip onları ortadan kaldırmaya çalışmak.
Tırnaklara krem sürmek, elin güzel görünmesini sağlamak, eldiven kullanmak, dudak yemek yerine sakız çiğnemek, elleri oyalamak farklı yöntemler olarak kullanılabilir.

Eğer kullandığım görseller iştahınızı kabarttıysa bu lezzetli alışkanlıkla ilgili bir magazin haberi ile konuyu noktalayalım :)
Araştırmacılar ve psikologlar uzun yıllar boyunca tırnak yemenin, stres kaynaklı olduğunu düşündü. Ancak son araştırmalar, aksini görterdi. Montreal Üniversitesi'ndaki bilim insanları, bu davranış bozukluğunun, "mükemmelliyetçilik" duygusuyla ön plana çıktığını vurguladı. "Tutkulu" ve "zeki" insanların tırnak yeme eğilimi gösterdiği açıklandı.
Not: Tabi ki bu işin eğlenceli kısmı. Dudak ve tırnak yemek vazgeçilmesi gereken zararlı alışkanlıklardır.



24 Mart 2017

Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe


YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE | ANKARA DT
2 perde | 2 saat 10 dakika
Yazan : ORHAN ASENA | | Rejisör : A. SİNAN PEKİNTON

KONU
Kanuni Sultan Süleyman’ın iki oğlu/şehzadeleri ve Osmanlı töresi arasına sıkışan dramatik öyküsü Bir yanda atak, güçlü, töreye, geçmişe karşı duran bu uğurda yanmaya, kendi trajedisini yaşamaya hazır şehzade Beyazıt; diğer yanda sakin ve sabırla beklemesini bilen, Sarı Selim.
Bu iki güzide şehzadenin aralarında başlayan iktidar/taht yarışı ve yine bunların arasında kalan, sıkışan, acı çeken; anneleri Hürrem Sultan.
Ancak her şeyi belirleyen: Kim ne yönde adım atsa, bunun diğerinin yok olması anlamına geldiği, Osmanlıyı var eden, geleceğe taşıyan mutlak egemenlik anlayışı.
Öte taraftan tüm bunları dışarıdan şekillendirmeye çalışan, saray içinde entrikalar…

OYUNCULAR
OKAN ŞENOZAN-MELTEM BAYTOK-CEBRAİL ESEN-ENGİN ÖZSAYIN-NECMİ ÇAVDARLI-MEHMET DEMİRALP-EREN ORAY-UFUK ŞENER-MERAY TUNÇ-NAZİFE OĞLAKÇIOĞLU-İRFAN BUZCU-ORKUN HUYLU-ORHUN ÜSTÜNER-GÖKHAN YÜKSEL-EZGİ KARACA-NAZLI KUTLUYIL-DİNE ALTIOK-GİZEM KOÇER-SEZİN ERKMEN-A. ERSEN OCAK-ANIL ÇETİNKAYA-FATİH EVREN DALKIRAN-UĞUR SERCAN KARATAŞ-SERCAN SEVİNİK-İBRAHİM DENİZ DURU

Tiyatro sezonu bitiyor artık, Mayıs ayı yaklaştıkça strese girmeye başladım. Bu oyunu Akün Sahnesinde izledim. Yerimiz çok güzeldi ve tüm sahneye hakimdik. Hala Hürrem ve oğullarından bıkmamışım hala saray içi entrikalar beni hayrete düşürüyor. Hayatların tek insanın ağzından çıkan kelam ile bitirilmesi, can korkusu, taht savaşları. 
'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe' bana çağrıştırdığından çok farklı bir anlam buldu oyunu izlerken. Ya devletin başındaki yetkililer gerekli sert tedbirleri alacak ya da çakallar devlet içine sızacak gibi bir şey düşünmüştüm ama 'ya devletin başına geçeceğim ya da kuzgunlar leşime gelecek, yani öleceğim' anlamındaymış. Keskin bir ayrım ya tahta ya tabuta...
Yazarımız, 1922-2001 yılları arası yaşayan Orhan Asena, Diyarbakırlı bir ailenin oğlu. İstanbulda tıp eğitimi almış bir çocuk doktoruymuş. Yaşadığı yıllara onca başarı ,eser ve ödül sığdırmayı başaran Orhan Asena ‘Devlet Sanatçı’ ünvanını da 1998 yılında almış. Yazarın taht ve baht dörtlemesi adını alan dört oyununun üçüncüsü olan “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe’’ adlı oyunda Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Bayezid ve Selim arasındaki taht kavgası işlenmiş.
Haksız yere öldürülen Şehzade Mustafa’ dan sonra başlayan Beyazıt ve Selim arasında kıyasıya yaşanan taht mücadelesinde anne-baba olmak ile devletin başı olmak arasında yaşanan duygusal iniş çıkışlar, tereddütler... 
Kanuni Sultan Süleyman performansı ile Okan Şenozan temsilin imzasıydı diye düşünüyorum. Çok başarılıydı. Kanuni' nin kendisi gelse o ihtişamı yansıtamazdı. Onu Unutma Beni dizisinden hatırlıyorum. Zaten çok akılda kalıcı bir siması var. 
Hürrem Sultan performansıyla Meltem Baytok'ı ise Deniz Yıldızı dizisinden hatırlıyoruz. Hem hareketleri hem diksiyonu, sesini kullanışı başarılıydı. 

Bol aksiyonlu ve konunun etrafında döndüğü Şehzade Beyazıt performansını Cebrail Esen(Ankara Devlet Tiyatroları Müdürü) canlandırıyor. Bu rolü farklı biri oynasa nasıl olurdu diye düşündüm. Mimikler, tonlama, diksiyon, beden dili nedense rolle çok örtüşmedi gibi geldi bana. 

Yan roller Rüstem Paşa (Engin Özsayın), Lala Mustafa Ağa( Necmi Çavdarlı), Sokullu Mehmet Paşa (Mehmet Demiralp), Düzmece Mustafa (Eren Oray), Şehzade Selim (Ufuk Şener), Mihrimah (Meray Tunç) ve diğerleri gayet başarılı uyumlu güzel bir ekip çalışması çıkardılar.

Kostümler ve müzikler ayrı bir alkışı kesinlikle hakediyordu. Minimal dekor ve ışık uyumlu ve başarılıydı.

Sadece Okan Şenozan için bile rahatlıkla gidilip, keyifle izlenip, memnuniyetle eve dönülebilecek güzel bir temsildi :)

16 Mart 2017

Şubat

Hayatı hırsla kovalıyoruz, hiç huzurumuz yok. Bu telaşın içinde yok olup gidiyoruz. Arzularımızı, hedeflerimizi, hırslarımızı kovalarken de sevdiklerimizi asla kaybetmeyeceğiz sanıyoruz. Oysa en çok ve en sert, bir şeyleri kaybedince kavrıyoruz hayatın gerçekliğini. Her şey alt üst olup, önem sıralaması tepetaklak olunca bir daha eskisi gibi olamayacağımızı anlıyoruz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ama yaşamaya, nefes almaya devam edeceğiz. Bakışımız, duruşumuz değişecek ama bu hayatta olmaya devam edeceğiz.

Kaybetme korkusuyla yaşamak insanı olgunlaştırır. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar ise korkmazlar. Ne tuhaf, korkularımızdan ancak sahip olduklarımızı kaybedince kurtulabiliyoruz. Ne kadar az şeye sahipsek kararlarımızda, tercihlerimizde o kadar cesur oluyoruz. Bu cesaret kendini hiçe sayan bir cesaret. Her seferinde canının yanacağını bilsen de kendinde ne kaldıysa onu vermeye hazır olmak gibi. Acı çekmek, üzülmek kötü. Ama acı çektiğini kimsenin bilmemesi çok daha kötü. 

Yalan en büyük paradokstur. Kendine inanmazsan yalan söylersin, yalan söylersen kendine güvenemezsin. Yalanlarına kendin inanıp doğruyu yanlışı ayırt edemez olursun. Hepimiz bir gün yalanlarımızla baş başa kalacağız. Yalnız kalacağız. Yalnızlık upuzun sapsarı bir buğday tarlasına bakmak gibidir, hiç bir teknenin uğramayacağı sapa bir koy gibi. Kalabalıklar içinde yapayalnız hiç kimsenin fark etmediği, varlığını ispatlayamayan. görünmez bir insan olmak ne büyük çaresizlik.
Çoğu zaman gerçeklerden kaçıyoruz. Gerçekleri göz ardı edip, korkakça sürüyü takip ediyoruz. Gerçekleri görmek için gözlerimizle değil vicdanımızla kalbimizle bakmamız gerektiğini unutuyoruz. Bir sabah hepimiz yanlış bir masalda olduğumuzu anlayacağız. İyiliklerin kuma yazıldığı, kötülüklerin taşa kazındığı, iyilerin haksızlığa uğrayıp, kötülerin yüceltildiği bu masaldan uyanmak ise çok zor olacak.

Not:Aslan Asker Şvayk' dan sonra oyunculuğundan çok etkilendiğim Sermet Yeşil' i araştırırken tanıştığım bir dizi 'Şubat'. 2012-2014 yıllarında TRT1 de yayınlanmış. İzlemeye devam ediyorum. Her bölümün başında Musa Uzunlar' ın kısa bir konuşması var. Etkileyici... Etkilendiklerim ile harmanlanmış bir iç döküş yazısı bu.
Görsel: jose de la barra




8 Mart 2017

Aslan Asker Şvayk

ASLAN ASKER ŞVAYK | Eskişehir B. B. Şehir Tiyatroları
1 perde | 1 saat 10 dakika                                                               Yazan : JAROSLAV HASEK | | Yöneten : YUNUS EMRE BOZDOĞAN
KONU : Dünyanın yeniden paylaşıldığı bir savaşta, romatizmalı bacaklarıyla cepheye çağrılan, kendi tabiriyle budalalığı raporlanmış, geveze, sakar bir köpek satıcısı olan Şvayk, tüm saflığıyla verilen emre uyar ve koltuk değnekleriyle cepheye varmak için yola çıkar. Cepheye ulaşma hikâyesi boyunca gevezelikleri ve budalaca davranışları yüzünden başına olmadık işler gelir. Ama hepsini geride bırakmayı başararak savaşın tam ortasında bulur kendini. Yalan söylemeden, korkmadan. Hep gülümseyerek… Fark edemez savaşın saçma sapanlıklarını, mantıksızlıklarını. Bilemez acısını. Oysa savaş her şeyin mubah olduğu yerdir. Kötüdür. Korkunçtur. Güzel olan hiçbir şey yoktur savaşta. Acı vardır. Korku vardır. Ölüm vardır. Ama bunları bilemez Şvayk. O düşman askerinin üniformasını giyerek, neler hissettiğini anlamaya çalışan bir askerdir. Düşman asker üniformasından insaniyet çıkaran budala bir askerdir.
OYUNCULAR: Sermet Yeşil- Ercüment Yılmaz-İsmail Dündar-Umut Bazlama-H.Tolga Tümer-İlkyaz Arslan-Özgün Can Karaburun-Ceyda Çınar Onbul-Orçun Ertaman
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının üç günlük Ankara turnesinin ilk gününe hem de C sırasından bilet bulup, bu oyunu Küçük Tiyatroda izleyebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. 
İzin verirseniz anlatayım efendim :) (Bu bir tekrarlayan Şvayk repliğidir.)

Oyun; 1.Dünya Savaşının çıkışı esnasında Şvayk adlı bir askerin başından geçen trajikomik olayları anlatıyor. Saf, budala, sakar, geveze ve romatizmalı bir asker olan Şvayk' ın başı yaptıkları ve söyledikleri yüzünden bir türlü dertten kurtulmasa da bir şekilde olaylardan sıyrılmayı başarabilmektedir. O saf duyguları ile vatanı için savaşmaya can atan hevesli bir askerdir. 
Oysa savaş her şeyin mubah olduğu yerdir. Kötüdür. Korkunçtur. Güzel olan hiçbir şey yoktur savaşta. Acı vardır. Korku vardır. Ölüm vardır. Ama bunları bilmez Şvayk. O düşman askerinin üniformasını giyerek, neler hissetttiğini anlamaya çalışan bir askerdir. Düşman asker üniformasından insaniyet çıkaran budala bir asker.
Asker acıkmaz, asker uyumaz, asker yorulmaz, asker ölür emirleri ile savaşın ön saflarına sürülen birliğinde bile empati kurabilmek adına düşman üniforması giyerek idam cezası alabilmeyi başarmış olan kahramanımızın son repliği unutulmayacak: 'Savaşın çocukluğunu biliriz efendim, elimizde büyüdü.'
Sermet Yeşil'i aslında hepimiz bir çok diziden tanıyoruz :
2016 Gülümse Yeter (Ahmet)
2014 Karadayı (dizi) (Sarı Cemal)
2014 Sûret (kısa film) (Âdem)
2014 Muhteşem Yüzyıl (Safeviler Devleti Şahı Şah Tahmasb)
2013 Leyla ile Mecnun (Joker)
2013-2014 Eski Hikaye (Cengiz Timuçin)
2012-2013 Şubat (Deli İbrahim)
2011 Mor Menekşeler (dizi) (Payidar)
2011 Leyla ile Mecnun (Ahmet Doğru)
2010 Gönülçelen (Mahir)
2010 Gişe Memuru (Artun)
2010 Behzat Ç. (Ahmet)
2009 Kosmos (Kosmos)
2006 Hiçbiryerde (Halim)
1999 Kaç Para Kaç (Çırak)
Sermet Yeşil o kadar başarılı bir performanstı ki, gülümseyen yüzünü zihnimden silip atamıyorum. Çok ama çok beğendim. Sadece o mu tüm ekip çok profesyonel, çok uyumlu, çok başarılıydı. Müzikler ve kostümler, dekor, arka plan kum çizimleri tek kelimeyle bir bütün bir ekip çalışmasıydı. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarını bu mükemmel sanat şöleni nedeniyle tebrik ediyorum. 
3 günlük Ankara turnesi biletleri tükenmiş olsa da bu antimilitarist savaş öyküsünü ya okuyun ya da yolunuz Eskişehir' e düşerse Şehir Tiyatroları programına göz atmadan geçmeyin derim. Yaşasın sanat, yaşasın tiyatro!