29 Temmuz 2010

kreşte son hafta

elif in 10 eylül 2009 da başladığı kreş, yarın itibariyle 1 aylık yaz tatiline giriyor. kızım yaklaşık 1 yıldır kreşe devam ediyor. bu süre zarfında :
+davranışlarında kreşe devam etmesinden kaynaklı olağandışı değişiklikler gözlemlemedim.
+her ne kadar kreşte yalnız uykuya dalıyor, yalnız yemek yiyorsa da evde olduğu sürece benim yardımımı bekliyor.
+çizimlerinde, sınırlı boyamalarında gelişme var ama bunlar kreşin bir kazanımı mı yoksa büyümesinden mi kaynaklanıyor emin değilim.
+bir yetişkin gibi kendini sözcüklerle ifade edebiliyor. dil becerisi gelişti.
+zaten oldukça sosyaldi, şimdi herkesle çok rahat diyalog kurabiliyor.
+kreşte arkadaşlarından pek de hoşlanmadığım bir çok davranış ve kelime öğrendi. çocuklar birbirlerini taklit ediyor, birbirlerini etkiliyorlar ve ne yazık ki olumsuz davranışları daha çabuk kapıyorlar.
+bu kış çok ama çok fazla gribal enfeksiyon, ortakulak iltihabı geçirdi.
+kurallara uymayı, beklemeyi, sabretmeyi, hayatın merkezinde olmadığını öğrendi.

çocukların kreşe gitmesi-gitmemesi, kaç yaşında gitmesi, yarım gün gitmesi, oyun grubu konularında birbirinden çok farklı görüşler var. bence bu konuda ilk sorulması gereken soru neden... eğer çalışıyorsak ve çocuğumuza bakacak kimse yoksa, kreş zorunluluktan gündemimize girmiş demektir. yok eğer çocuğum birşeyler öğrensin, sosyalleşsin, arkadaşlarıyla oynasın gibi düşüncelere sahipsek o zaman tam zamanlı sabah 8buçuktan akşam 5buçuğa kadar olan kreşleri elimizin tersiyle itip, yarım gün ya da oyun grubu alternatiflerini değerlendirmek en mantıklısı gibi görünüyor bana.

eylül ayında kreş açıldığında şuan babanne bakımında olan oğlum da ablasıyla birlikte tam 2 yaşını doldurmuş olarak kreşe başlayacak. umarım uyum sürecimiz kolay olur...

şimdi elif in kreşteki ilk yılının son haftasından birkaç fotoğraf :






vee işte benim hediye paketim :))

28 Temmuz 2010

2 yaşa 2 kala

eren in dil becerisi son bir ayda çok hızlı gelişti. iki kelimelik cümleler kuruyor diye sevinirken geçen akşam "o benim babam senin değil" gibi bir cümleyle bizi şaşırttı. bunda babasına olan aşırı düşkünlüğü önemli bir etkendi sanırım. bahçeye inelim mi eren gibi onu mutlu eden sorulara cevabı ise "şaşaşın" oluyor... hemen hemen her öneriye ilk yaklaşımı "hayıy, yok"... bunu bir yerlerden hatırlıyorum, evetler hayırlardan azsa 2 yaş buhranları kapıda demektir. eren bizi ikna etmek, dikkatini başka yöne çekmek, unutturmak konularında zorluyor. bir de "ben kendim" dönemi var o da başladı. ellerini kendi yıkayacak, dizini aşan kaldırımlardan kendi çıkıp inecek, yemeğini kendi yiyecek... bu dönemde çocuğunuz artık ben bir bireyim derken, size sadece sabretmeniz, inatlaşmamanız, sağlığı için tehlike oluşturmayacak herşeye izin vermeniz öneriliyor... evet ama bunun da sonu yok ki... sabah bezini üstünü değiştirmek sorun, evden çıkmak, yemek yedirmek, eve geri getirmek, ellerini yıkamak, banyosu, uykusu herşey sorun... tamam onun sağlığı için bir tehlike yok belki ama bu kadar sabır göstermek bir yetişkin bünyesinde hasar bırakmaz mı merak ediyorum... şöyle sinirlerimin 2 yıllığına etkisiz hale getirilmesini çok isterdim...

uykusuluk da asabiyet sınırımı düşürüyor sanırım... bir gün önce gülümseyerek izlediğim çocuklarımı ertesi gün çığlık çığlığa evin bir ucunda diğerine koşarken görmek beni dellendirebiliyor... ya da bu sıralar sıklıkla yaşadığımız vurma olayları, buna bir de ısırma eklendi. galiba eren in ablasından intikam zamanları geldi... birbirlerinin sınırlarını mı deniyorlar bilmiyorum. belki bugünlerde bana yardımcı olabilir düşüncesi ile harvey karp ın "anne babalar için başarılı bir çocuk yetiştirmenin yolları" isimli kitabını sipariş ettim. kitap elime ulaştığında bulabildiğim çıkış noktalarını burada paylaşmak istiyorum.

23 Temmuz 2010

beyin fırtınası mim i

sevgili cafe anne yazar tarafından mimlendim. kendisine teşekkür ediyorum ve kırmızı kelimelerin bana çağrıştırdıklarını yazıyorum...
felsefem :
doğallık insana en yakışandır "ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol"-mevlana
hayat :
bir zaman dilimi. kendimizi yaşamak için verilmiş bir fırsat. "çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır. ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana"-ataol behramoğlu
çocukluk :
hayatın ilkbaharı. "ah ne kahraman ne cesur, ne güzel çocuklardık. her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık"- sezen aksu
güneş :
parlak ve sıcak. "güneşin alevden saçları, aşınca karşıki tepeden, gölgeler sarar yamaçları, ürkerim gelecek geceden"-seyfettin canku
gözler :
çocukken parlak ve ışıl ışıldır, yıllar geçtikçe matlaşır. acıları içine hapsedip, baktıklarına usul usul yansıtır. "gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış, gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi"-zülfü livaneli
yıldızlar :
romantizmin vazgeçilmezi.
güzellik :
görecelidir. "gönül kimi severse güzel odur"-anonim
sevgi :
"sevgi neydi? sevgi iyilikti, dostluktu. sevgi emekti..."-selvi boylum al yazmalım (unutulmaz son sahnesinden)
aşk:
tarifsizliktir. "aşk nedir diye mi soruyorlar..? de ki: kimki bu soruyu sorar, demek ki anlamaz; kimki anlar, zaten bu soruyu sormaz.."-mevlana
erkekler :
"erkek dediğin
seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.
rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.
ince olacak; seni senin kadar düşünecek. sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.
adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.
sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek..."-can dündar
(devamı)
savaş :
"millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir"-atatürk
ağlamak :
iç arınma. sık sık icra ederim, pek rahatlatır...
ağlamak meselesi
nasıl etmeli de ağlayabilmeli,farkına bile varmadan?
nasıl etmeli de ağlayabilmeli, ayıpsız, aşikare, yağmur misali?
neylersin alışkanlık, için kan ağlarken yüzün güler
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer, anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?"-nazım hikmet
deniz :
kimine göre eğlence, kimine göre ekmek teknesi, kimine göre sonsuzluk, kimine göre özgürlük. "deniz ve mehtap sordular seni neredesin, nasıl derim terk etti, bırakıp beni gitti..." tanju okan
ayna :
sihirli cam. "harmanım ben harmanım, kırk satırlık fermanım , yok dizinde dermanım,
eyletmen beni, söyletmen beni, ağlatman beni, aynalar aynalar"- salim dündar
hayal :
sevdiğim bir
blogger... insan zihninin hayal edebildiği herşey bir gün gerçek olacak...

vee bu konuda yazmak isteyen herkesi mimliyorum :))

13 Temmuz 2010

küçük abla

geçen gün bir avm bahçesindeki trene bindik. eren, elif ve ben (hiç kaçırmam böyle fırsatları :) yan vagonda enerji patlaması yaşayan, oyuncak tabancasıyla ateş eden, yerinde duramayan bir çocuk. tabancasıyla diğer çocukları dürtüp tısss diye ses çıkarıyor. elif in sert çıkışı:
"sakın kardeşime tıs yapma, o daha küçük"

aynı akşam babannedeyiz. babanne "eren bu gece bizde kalsın, benimle uyusun" diye takılıyor. elif:
"hayır, o benim kardeşim, senin değil. eren beni özler, abam nerde der, ağlar"

asansör yerine eren ve babası merdivenlerden inmeyi tercih edince, elif sanki uzun bir ayrılığa hazırlanıyor gibi:
"eyeeen, ben kardeşimi özlüyorum"

eren ağladığında onu güldürmek için heran palyaçoluk yapmaya hazır bir ablası var. ağladığında üzülen ve bunu ifade eden. "eren ağlayınca ben de üzülüyorum anne" diyen...

biri balon, çikolata gibi birşey verdiğinde eren e de alabilir miyim diyor, unutmuyor kardeşini.

eren sürekli kayıtta, takipte ve taklitte... elif in gölgesi gibi, elif ne yese, ne yapsa, ne söylese aynısını yapmaya çalışıyor. bu da dil gelişimine epey katkı sağladı. yeni yeni iki kelimeli cümleler kurmaya başladı.
"anne kalk" "ben susadım" "uykum geldi" "baba gel" eren in ilk cümleleri....

elif iyi bir öğretmen ayrıca. kardeşine renkleri öğretmeye çalışıyor. eren en çok mami (mavi) yi seviyor. ona göre "bu ne renk" sorusunun tek cevabı var. ama ablası ısrarlı tüm renkleri soruyor, söylüyor. aynı şekilde bir kitaptan gördüğü nesneleri de soruyor "bu ne eyencim" eğer bilirse aferin alıyor. kelime çalışmaları da var mesela "pantolon de eyen" "defter de eyen" bakalım ümitliyim bu idealist öğretmenden :)

kızımın kardeşini koruduğunu görmek beni inanılmaz mutlu ediyor. oyun arkadaşı olmaları, sarılıp sevgi yumağı olmaları, birbirlerine olan düşkünlükleri ayaklarımı yerden kesiyor. umarım diyorum hep böyle devam eder, birlikte ve iletişim halinde...

6 Temmuz 2010

zaman üzerine

okuduğum kitabın bir yerinde zamandan bahsediyordu. "acaba tanrı, zaman mı" sorgulamasıyla. herşeyi değiştiren, yoğuran, doğuran, yok eden, yaşlandıran hükmedilemez, durdurulamaz güç. kafamda beyaz giysilerle ve beyaz upuzun sakalıyla yüksek bir tahtta, elinde görkemli asasıyla oturan yaşlı, kızgın bakışlı bir adam görüntüsü oluştu. bakışlarını karşıya uzağa odaklamış, elleriyle koltuğuna yapışmış ve zaman normal seyrinde düzgünce akabilsin diye kontrollü bir beyin gücü sarfediyormuş gibi dikkatli... zaman baba!

bir dizi var hatırladığım, "eve" olabilir kahramanın adı emin değilim. babası uzaylı olduğu için zamanı durdurma yetisine sahip şirin bir liseli kız. garip şekilli piramitsel bir iletişim aracı var babasıyla konuştuğu. en zor anlarda işaret parmaklarını birleştirip, zamanı durduruyor ve herkes herşey donuyor. dokunduğu insanlar normale dönüyor onlarla kritik yapabiliyor zaman durmuş durumdayken. sonra ellerini birleştirerek zamanı normal akışına döndürüyor. ama bu özelliğini sadece faydalı şeyler yapmak için kullanabiliyor. mesela sınavda kopya çekmek için kullanınca işe yaramıyor, buna babası uzaydan engel oluyor. saçmasapan bir amerikan dizisi işte ama bayılırdım... ne hayaller kurardım bu temaya dayalı...

sonra geleceğe dönüş serileri geldi... michael j. fox ve deli profesör... o zamanlar bunun kadar heyecanla beklediğim, izlediğim başka bir seri daha olmadı...geçmişin değiştirilmesiyle geleceğin anında değişeceği vurgulanıyor. insanlar zaman değiştirdiklerinde, değiştirdikleri zamanda kendileri ile karşılaşıyorlardı. zaman hakkında çok fazla düşünmeme neden olmuştu bu film...

zamanın ağırlığını en yoğun geçen kış hissettim. eren yeni doğmuştu, evimizde ısınma sorunu vardı ve günün büyük bölümünü küçük bir odada geçiriyordum. pencereden görünen küçük bir park manzarası ve birkaç ağaç... önce yapraklar döküldü, sonra park karla kaplandı sonra ağaçlar tekrardan yeşerip çiçek açtı. ben hep aynı yerdeydim, her günüm bir öncekinin aynıydı, zaman benim için durmuş gibi görünse de hayatın devam ettiğini bu değişim gösteriyordu bana. bir de insan yalnız kalınca, yetişkinlerle diyalogu sekteye uğrayınca geçmişini çok yoğun düşünüyor. çocuktum, gençtim, yetişkindim hepsi de bendim... bedenimde hücreler bölünerek çoğalıyor, büyüyordum. vücudum yenileniyor, iç organlarım yıpranıyordu ama ruhum hiç örselenmiyor, eskimiyordu. bu bedenin içinde hapsolmuş bir ruhum vardı...
zaman hiç bitmesin istediğim zamanlardaki hızını, artık bitsin dediğim anlardaki yavaşlığıyla telafi ediyordu. ne kadar çok devinim olursa o kadar merhametli, kendime birşey katmadığım dönemlerde acımasızdı. takvime baktığımda bomboş geçen sürenin aslında ne kadar uzun ama düşündüğümde birşey yapmamış olmaktan dolayı ne kadar kısa olduğunu yüzüme çarpıyordu... yaralarımı sürdüğü merhemlerle iyileştiriyor, yaşattığı acıları üfleyerek hafifletmeye çalışıyor, geçmişimi düşündüğümde mutlu anlarımı hatırlatarak geleceğe umutla bakmamı sağlıyordu... sürekli harcıyor, öğütüyordu. ben zamanı değil, o beni tüketiyordu...

5 Temmuz 2010

çılgın üçlerle hafta sonumuz- altınpark

cumartesi günü ablamlarla birlikte olmak istedik... yalnız 3 küçük çocukla bir şeyler yapabilmek için verilen mücadelenin zorluğunu pek hesaba katmamışız... her biri ayrı yöne kaçışan civcivler gibiydiler... 3 yetişkin onların peşinde tamamen bloke durumdaydı... akşam olduğunda her birimiz yorgun ama gururlu savaşçılar olarak eve döndük... çocukların temizliği, beslenmesi ve uyutulmasından sonra günün ödülü kısa bir sohbet eşliğinde içtiğimiz çaydı...
eren vakvak ördekleri çok sevdi...
elif çok ısrar etti su bisikletine binmek için, bir cesaret çocukların üçünü de alıp bindik... iyi ki de binmişiz, çok eğlendik :)

kolajlama tekniğini çok seviyorum, böylece istediğim kadar fotoğraf yükleyebiliyorum...
gittiğimiz parkta dönerken son derece ciddilerdi...
afacan üçler iş başında, orada, burada, şurada, her an her yerde olabilirler...
bir de bunun pazar günü var... pazar günü de lunaparka gittik, dönme dolaba, atlıkarıncaya, salıncaklara bindik. elif babasıyla kanguruya bindi ancak çok hızlanınca biraz korktu, onu eğlendirmeye çalışırken böyle korkmasına neden olduğumuz için çok çok üzüldüm... indiğinde "kanguruda çok eğlenmedim, hızlanınca biraz korktum, kanguru korkunçtu, büyüyünce belki binerim ama yavru kanguruya" dedi. bu kısım haricinde güzel bir hafta sonu geçirdik :)