6 Aralık 2022

Ölesiye

ÖLESİYE - ANKARA DT Büyük Oyunu - 2 Perde - 2 saat 30 dakika
Yazan Nikolai Erdman - Uyarlayan Moira Buffini
Çeviren Ceren Yalçın - Rejisör Mustafa Kurt
OYUNCULAR:Semyon Özgür Deniz Kaya / Maşa Damla Ece Hacat
Serafima Pınar Sesveren / Aleksander Muzaffer Saygı
Margarita Cemre Burcu Tosun / Yegor Cihan Kaymak
Aristarkh Cevat Duman / Kleopatra Kiki Gaye Alacacı
Peder Yelpidi Tunç Yıldırım / Viktor Viktoroviç Mehmet Ali Toklu
Stefan Güven Besimoğlu / Oleg Neslihan Çoban
Mezarcılar Berru İrdem, Nur Ceylan İlhan Özen, Ataberk Besimoğlu / Çelenk Taşıyıcı Sumru Köleli 
OYUNUN KONUSU
İşsizlik ve geçim sıkıntısı çeken Semyon, intihar etmeye karar verir. Onun acizliği üzerinden çıkar sağlamak isteyen ve intiharını sözüm ona bir kahramanlık hikayesine dönüştürmeye çalışan iki yüzlü insanlar sarar etrafını. Onun pes edişini bir gösteriye çevirip, kendilerine de havalı roller biçerler.
1920’li yılların Rusya’sında geçen oyun, başkasının ölümü üzerinden ölesiye fayda sağlamaya çalışanların içler acısı bir komedisi. 
Ölesiye' yi 26 Ekim' de Akün Sahnesinde izledim. Daha önce Kenter Tiyatrosu tarafından "Ölümüne" adıyla sahnelenmiş. İki perde ikibuçuk saatlik süresi ile uzun sayılabilecek bir oyun olmasına rağmen ikinci perdeden itibaren yükselen temposu ile akıp gidiyor ve nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Tabi metin kadar oyunculuklardaki başarı da buna katkı sağlıyor.

Özgür Deniz Kaya' yı daha önce sahnede "Aşkımız Aksaray' ın En Büyük Yangını" ve "Çökme Tehlikesi Var-Ezilmiş Petunyalar Olayı" nda izlemiştim. Damla Ece Hacat' ı ise "Leyla ile Mecnun" un Leyla' sından anımsayabilirsiniz. Oyunculuk performansı oldukça yüksekti diğer karakterleri de Semyon ve Maşa kadar beğendiğimi söyleyebilirim.
Kostümler ve dekor söz edilmeyi hak ediyor. Dönemin ve yoksulluğun kokusunun izleyici koltuklarına oldukça inandırıcı bir şekilde ulaştığını hissettim. İkinci perdedeki danslı ve müzikli sekanslar ise hatırımda kalan oldukça keyifli sahnelerdi.
Nikolai Erdman(1900-1970) devrime inanan bir genç olarak Kızıl Ordu’ya katılmış, bu eseri de 1928 yılında yaşadığı hayal kırıklığının sonucu olarak "The Suicide" (İntihar) adıyla yazmış. Eser kendi döneminde sahnelenme şansı bulamamış ve ancak 1978 yılında izleyici ile buluşmuş. 
 
Eser kara komedi türünde yazılmış. Semyon karısının eline bakan, işsiz bir adam. Evi karısı Maşa ve Maşa’nın annesi geçindiriyor. Semyon bu durumdan o kadar rahatsız ki kendini işe yaramaz biri olarak görüyor ve iş arıyor. İş bulamadıkça daha da kötü hissediyor. Bir tuba alıp tuba sanatçısı olmaya karar veriyor. Ancak bu da gerçekleşmiyor ve ölmeye karar veriyor. Esas hikaye sanırım Semyon' un boşu boşuna öldüğünü düşünen, ölümünü kendi ideallerine göre anlamlandırarak bu intihardan prim yapmaya çalışan insanların ortaya çıkması ile başlıyor.
 
Bir intiharın gerekçesini sunulan alternatifler arasından seçmek üzerine espirili bir bakış. Ekibin tamamı güçlü bir alkışı haketmiş. Ben bu oyunu çok sevdim, izleme şansı olanlara öneriyorum.

5 Aralık 2022

Can Ateşinde Kanatlar

CAN ATEŞİNDE KANATLAR - ANKARA DT - Büyük Oyunu -  2 Perde - 1 saat 50 dakika
Yazan Turgay Nar - Rejisör Bengisu Gürbüzer Doğru
OYUNCULAR: Muhammed Celaleddin (Mevlana) Alpay Ulusoy
Tebrizli Şems / Ö. Hayyam / F. Attar / Seyyid Nesimi Mehmet Demiralp
Divane Derviş / Zerdüşt / Nakkaş Cebrail Esen
Hallacı-I Mansur / Hititli / Yontucu Eren Özkan
Yunus Emre Ulaş Karadağ
Değirmenci Menocchio Cihan Korkmaz
1. Zümrüdüanka Duygu Biçer
2. Zümrüdüanka Cansunur Şimşek
3. Zümrüdüanka Şahnur Dedeoğlu
Meryem Sibel Türkoğlu
Cankıyıcılar Cem Haydar Bardakçı, Anıl Eroğul, Özgün Erinç Öztürk
Ayetül Sema Hurufi Kuşlar Gülden Çelen, Sezin Erkmen Venedik, Umut Yılmaz, Yağmur Savaşkan, Hüseyin Atav, Sevtap Aktekin, Dilan Kıvılcım, Yağmur Uğurlu, Mustafa Merthan Mertoğlu, M. Fatih Aynacı, Ali Cansev İren
Semazaen Mesut Sonat


OYUNUN KONUSU: Mevlana’nın Şems-i Tebrizi’nin öldürülüp kuyuya atılmasıyla başlayan arayışı, kuyunun bir Ney’e dönüşüp Mevlana’nın kendini içine üflemesiyle Ney’in 7 deliğini temsil eden ızdıraplarla dolu 7 vadiyi geçiş yolculuğuna dönüşür. Bu yolculukta kendisine rehberlik eden ulu kişilerle karşılaşan Mevlana, arayışının amacını fark edip aslına varacaktır.
“Hakka ulaşmak kendine ulaşmaktır, kendine ulaşmaksa aşka ulaşmaktır…”


Can Ateşinde Kanatlar", Şems-i Tebrizi’nin şüpheli kayboluşunun ardından Mevlana’nın bu “ezeli” dostunu arayışını konu alır. Dağınık mitos parçalarını ve tarihsel karakterleri evrensel bir tema çerçevesinde bir araya getiren Turgay Nar, Mevlana’nın yolculuğu ile Simurg’a ulaşmak isteyen otuz kuşun yolculuğu arasında kurgusal anlamda paralellik yaratır. Mevlana’nın yolu uzun ve menzili uzaktır. İnsan ömrünün engebelerine eşdeğer merdiven basamakları olan vadileri geçmek zorundadır. Mevlana, çile vadilerini aşarak sürdürdüğü yolculuğunda Hallac-ı Mansur, Derviş, Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Zümrüdüanka, Zerdüşt, Hititli Yontucu, Yunus Emre, Menocchio, Can Kıyıcı ve Seyyid Nesimi ile karşılaşır. Mevlana onlarla birlikte sıfatların sırrını çözüp varlık perdelerini aralamaya çalışır.

Can Ateşinde Kanatlar'ı 19 Ekim' de Cüneyt Gökçer Sahnesinde izledim. Oyunu metin ve kurgusal olarak çok beğendiğimi söyleyebilirim. Mevlana'nın Şems kaybolduktan sonra Onu ararken bir gül ağacının dibinde uykuya dalması ve yine aynı gül ağacının altında uyanması arasında geçiveren bir oyun. Yazar kronolojik bir kaygı taşımadan tarihe yön vermiş pek çok düşünürü ustaca bir araya getirebileceği bir metin kurgusu sunmuş izleyiciye.

Oyunda kostümler şaşaalı, tasavvuf müziği modern dans figürleri ile harmanlanarak paralel bir akış oluşturulmuş ancak bu gösterişli çabanın seyirciyi metinden uzaklaştırabileceğini düşünmeden edemedim.

Oyunculuklardan çok metnin, kurgunun ve görselliğin ön planda olduğu, her beğeniye hitap etmese de Mevlana'yı ve felsefesini sevenlerin keyif alacağına inandığım izlemeye değer güzel bir oyun çıktığını düşünüyorum ortaya.

14 Ekim 2022

Belgesel Tadında Hayat

Serengeti bozkırında sıradan bir gün başlıyor. Genellikle birlikte hareket etmeyi başarabilsek de kalbim, beynim ve ruhum arasında kimin alfa olduğuna karar verebilmem çok güç. Bir tehlike sezdiğimiz anda kontrolü beynim ele geçiriyor ve bizi hayatta tutabilmek için yapılabilecek ne varsa yapıyor. Verimli düzlüklerde hiçbir endişe taşımadığımız anlarda ise ruhum eğlence peşinde. Ancak kapıda bekleyen uzun ve zorluklarla dolu kışa kendimizi hazırlamak zorunda olduğumuzun farkındayız. İçinde bulunduğumuz sistem hiç de karmaşık değil. Bizler küçük mutluluk kırıntıları ile beslenirken, Onlar içimizdeki umut ve yaşama sevinci ile besleniyor. Bu nedenle, kendimize sığınacak güvenli bir barınak ararken her an tetikte olmalıyız. Bazen güvende olduğumuzu düşündüğümüz bir anda hiç hesapta olmayan bir tehlike ile karşılaşabiliyoruz. Hüzün sağanakları, sevgi kıtlıkları, hasret soğukları, yıldızlı geceler ve gün batımı saldırıları en çok hasar verenleri. Özellikle yılın bu zamanlarında tabiat ana cömertliğini yavaş yavaş bizlerden esirgerken hüznün ve acının kokusunu rahatlıkla alabiliyoruz. En zayıf hissettiğimiz anlar ise neden terk edildiğimizi anlayamadığımız anlar.
Bu serin sonbahar sabahı bize yeni günün başladığını ve sorumluluklarımızı hatırlatıyor. Gerekeni yapacağız çünkü sahip olduğumuz güdüler tüm zoluklara rağmen hayatta kalmak ve ilerlemek üzerine kurulu. Güçsüz olanların her zaman büyük göç sırasında nehirdeki timsahlara yem olacağını biliyoruz.
Ruhumun yağmurlarda ıslanmaya ihtiyacı var ancak haftalardır yağmur yağmayınca otlaklar kurudu, otlar sarardı ve azaldı. Böyle zamanlarda herkes birbirinin açığını kollar ve başına buyruk davranır. Kalbim belki O dönmüştür diye her hışırtıya bakmak ister. Beynim ise buna izin vermez. Kurak geçen mevsimin ardından, beklenen yağmurun savanaya ulaşması şu an uzak bir hayal gibi. Ancak O' na kavuştuğumuz zaman otlar tekrar yeşerecek ve hep birlikte bir ağacın gölgesinde mutlulukla ziyafet çekebileceğiz.
Güneş ışıklarının çekilmesi ile etraf kızıl bir sessizliğe büründü, gece çok karanlık. Gidişinin ardından yaşadığımız bu üçüncü dolunayda bulabildiğimiz en yüksek yere çıkıp, açlığımızı ve özlemimizi unutmaya çalışarak, dolunayı izleyeceğiz. Tıpkı eskiden hep birlikte yaptığımız gibi. Ve Onun da bir yerlerde dolunayı izleyerek bizi düşündüğünü hayal edeceğiz. Kalbim çok özleyecek, ruhum acı çekecek, beynim ise hepsi geçecek diyecek.
Evrenin uçsuz bucaksızlığında bu küçük mavi gezegende ne kadar yalnızız. Sadece üç kişilik sürümüz ve hayatta tutmaya çalıştığımız bir bedenimiz var. Bu bedeni ayakta tutabilmek yoğun bir çaba ve olağanüstü bir sabır gerektiriyor. Nefes alıp vermeyi sürdürsek de tekrar hayatın akışına karışmayı başarabilecek miyiz? Belki bir gün başka bir dünyada Onunla birlikte yeniden bir ahenk yakalayabiliriz.
Şimdi yorgun bedenimizi dinlendirebilmek için birbirimize iyice sarılıp, yeni gün için güç toplama zamanı. 
Çünkü yarın bilinmezlikleri ve sürprizleri ile umut vermeye devam ediyor. 
 
Not:İllüstrasyonlar İgor Morski.

6 Ekim 2022

Sefiller

SEFİLLER - ANKARA DT Büyük Oyunu/2 Perde - 2 saat 40 dakika
Yazan Victor Hugo
Çeviren Volkan Yalçıntoklu
Rejisör İpek Atagün Gezener
OYUNCULAR:
Jean Valjean/ Durukan Ordu
Piskopos/ Mehmet Akay
Javert/ Caner Kadir Gezener
Fantine/ Aslı Artuk
Mösyö Thenardier/ Şevki Çepa
Cosette/ Eda Aydınlı
Marius / Jandarma Kadir Anıl Adıgüzel
Kadın / Madam Magloire / Ustabaşı / Kahya Naime Sinem Lökbaş
Madam Thenardier / Kız Kardeş Övgü Yılmaz
I. Yüzbaşı / II. Yüzbaşı Ümit Atalay
Eponine/ Yasemin Bilgin
OYUNUN KONUSU
Victor Hugo’nun çağlar ve coğrafyalar aşan eseri, Sefiller.18. yüzyıl Fransa’sından, insanın evrensel hikayesine uzanan; adaletin ve sevginin, acının ve umudun, dünün ve bugünün hikayesi.
Victor Marie Hugo (1802-1885) Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı. Fransız edebiyatının en önemli romanlarından biri olan Sefiller, romantik akımın etkilerini taşıyan bir eserdir. Bir suçlunun yaşam öyküsünü konu edinen bu eser, birçok dile çevrilmiş, sevilerek okunmuştur. Araştırmacılar, Hugo’nun bu roman üstünde on yedi yıl çalıştığını belirtirler.
Piskopos/ Mehmet Akay
Sezon açılışında Ankara Devlet Tiyatrosunun yeni oyunlarından birini Cüneyt Gökçer Sahnesinde izledim ve oldukça yüksek tatminli bir açılış yapmış oldum bu sene :)

Sefiller, pek çok kez sinema ve tiyatroya uyarlanan dünyaca ünlü yazar Victor Hugo’nun klasik romanı. Ondokuzuncu yüzyıl Fransasında Jean Valjean' ın ablasının yedi küçük çocuğunu doyurabilmek için çaldığı ekmek nedeni ile beş yıl kürek mahkumu olarak ceza alması ve kaçmaya teşebbüsten cezasının ondokuz yıla çıkmasını anlatıyor. On dokuz yıl boyunca kürek mahkumu olan Jean Valjean cezası bitip de özgür kaldığında 2-4-6-0-1 nolu eski mahkum olarak onu neler beklemektedir. Jean Valjean, hapisten çıktığı zaman hiç kimse ona yiyecek ve yatacak yer vermez, soğuktan donmak üzereyken bir piskoposun evine sığınır ve orada karnını doyurur ancak evden gümüşleri çalarak kaçar. Oyunu izlerken Piskopozun sözlerinin her birini büyük büyük her yere yazmayı hatta çerçeveletip asmayı istedim. Bu yazıya ekleyeceğim:) Victor Hugo, karakterlerin üzerinden eserinde iyilik, kötülük, vicdan, adalet, ahlak felsefesi, siyaset, din, aşk gibi konuları çok ustaca işlemiş.

Polis Şefi: Javert/ Caner Kadir Gezener
''Cahillere elinizden geldiğince çok şey öğretin; toplum ücretsiz eğitim vermediği için suçludur, kendi karanlığını kendi yaratıyor. Günah karanlık ruhlarda işini daha kolayca görür. Suçlu günahı işleyen değil, karanlığı yaratandır.''
Cosette/ Eda Aydınlı ve Marius/ Kadir Anıl Adıgüzel
''Mümkün olduğunca az günah işlemek insanın yasasıdır. Hiç günah işlememek meleğin düşüdür. Dünyevi olan her şey günaha boyun eğer. Günah yer çekimine benzer. ''
Jean Valjean/ Durukan Ordu
''Terazinin bir kefesi ağır basacaksa bu ağırlık uzun zamandır çile çeken halktan yana olmalıdır. ''

''Bir ermiş olmak istisnadır, dürüst bir insan olmak kuraldır. Yanılın, gücünüzü kaybedin, günah işleyin, ama dürüst olun.''

Biraz da tiyatromuzdan bahsedelim. Baştan sona her detayı ile çok çalışılmış, üzerine düşünülmüş, emek verilmiş bir oyun olduğu ilk andan itibaren hissediliyor. İzleyici koltuklarına oturmuş sahneyi beklerken görünürde hiç dekorun olmaması beni çok meraklandırmıştı. Sadece kare şeklinde dönen büyük bir platform, oyuncuların uzun yürüyüşlerinin aktarımında ve pek çok sahnede oldukça işlevsel kullanıldı. Sahnenin her iki yanında görülen perdeye paralel üç, dört platform, alanları bölmek için kullanıldı. Hareketli bir kaç dekor gerçekten etkileyiciydi. Paris' in kanalizasyonları, Cosetta ve Jean Valjean' in Paris' te kaldıkları ev, bu şekilde tekerleklerle sahneye taşınan dekorlardı. Oyuncular mikrofon kullandılar. Baştan yadırgasam da akış içerisinde bir süre sonra bu detay tamamen aklımdan çıktı ve benim için rahatsız edici olmadı. Kostümler, danslar ve müzik çok başarılıydı. Müzik ve diyaloglarda ara sıra gerilim ve endişe unsuru ön plana çıktı. Bazı sahnelerde korku filmi izliyor hissine kapıldım bunun daha çok gerilimli müzikten kaynaklandığını düşünüyorum. Eserin müzikli ve danslı bir yorumunu izledik ancak yine de bazı dans sahnelerinin uzadığını düşündüğüm oldu. Oyunculuklar olağanüstüydü. Çok yetenekli çok istekli ve çok profesyonel bir kadro ile harika bir işin kotarılmış olduğunu söylemek istiyorum. Durukan Ordu pek çok kez sahnede izlediğim çok yetenekli bir oyuncu Jean Valjean (Madeleine-Fauchelevent) rolü ile sahnede çok iyi duruyordu ancak oyunculuklar içerisinde en çok Mösyö Thenardier canlandırması ile Şevki Çepa' yı beğendiğimi söyleyebilirim.


Hele ki sıra alkışa gelince, o oyuncuların her birinin gözlerindeki ışıltılı mutluluğa şahit olmak, izleyicilerin dakikalarca ayakta alkışlaması, o etkileşim işin her iki taraf için de en gurur verici ve en iyi hisettiren tarafı sanırım...

Tiyatro en sevdiğim...


Eserin kısa özeti:
Jean Valjean ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılmış, birkaç kez kaçmaya kalkıştığı için cezası ağırlaşmış, on dokuz yıl hapiste kalmıştır. Çok kuvvetli bir insan olan Jean Valjean, hapiste iyi duygularını kaybetmiş gibidir. Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü davranır. Bir piskopos onu evine alır, o ise evden gümüş takımları çalar, fakat yakalanır. Piskopos, şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye eder; onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister. Son olay, Jean Valjean’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş hayatına atılır, zengin olur, belediye başkanı seçilir. Fantine adında düşmüş, fakat ruhça temiz bir kadını polis şefi Javert’in elinden kurtarır. Javert, birdenbire ortaya çıkan ve kısa sürede zengin olan ve herkesin “Baba” dediği Madeleine’in kim olduğunu merak eder. Madeleine, aranmakta olan Jean Valjean diye başka birisinin yakalandığını öğrenince, kendi yerine suçsuz birinin küreğe mahkûm edilmesine gönlü razı olmaz, polis şefi Javert’e teslim olur. Jean Valjean, zindana atılır fakat yine kaçar. Bu kez Fantine’in kızı Cossette’i büyütüp yetiştirmek ister. Javert, yine peşindedir. Jean Valjean bir manastıra saklanır, Fauchelevent adı ile yaşar. Cossette büyümüştür. Üniversite öğrencisi Marius ile aralarında bir aşk doğar. Jean Valjean, başta Marius’tan hoşlanmaz fakat onu daima korur. İhtilal başlamış, Marius, Cumhuriyetçilerin safında yer almıştır. Cumhuriyetçilerce daha önce esir alınan Javert idam edilecektir. Bu işi Jean Valjean alır ve Javert’i serbest bırakarak kaçmasına göz yumar. Marius çatışmada yaralanır. Ona Jean Valjean yardım eder ve onu savaş alanından alıp lağımdaki labirentlerde gizlenerek evine götürmek üzere uzun süre sırtında taşır. Bu sırada Javert tarafından yakalanır. Marius'u Javert nezaretinde evine götürerek ailesine teslim eder. Valjean son kez evine uğramak ricasıyla Javert'a teslim olur. Javert, Jean Valjean’ı evin bahçesinde bekleyeceğini söyler fakat Jean Valjean geri döndüğünde Javert’i bulamaz. Javert, minnettarlık duygusuyla onu tutuklamaz ve görevini yapmadığı için Seine nehrine atlayarak kendi kendisini cezalandırarak intihar eder. Marius ile Cosette evlenirler. Çok yaşlanmış olan Jean Valjean ölür; başucunda piskoposun kendisine hediye ettiği şamdanlar yanmaktadır.

21 Haziran 2022

Macbeth

Tek Perde, 1 Saat 40 Dakika - 13 yaş ve üzeri izleyici için uygundur.
Yazan: William SHAKESPEARE
Çeviren: Sabahattin EYÜBOĞLU
Uyarlayan: Özlem BELKIS
Yöneten: Barış ERDENK
Müzik: Gürkan ÇAKICI
Koreograf: Sibel ERDENK
Dekor Tasarım: Emre SATI
Kostüm Tasarım: Medina YAVUZ
Işık Tasarım: Kerem ÇETİNEL
Yönetmen Yard.: Mahide YUMBUL
Dramaturg: Sibel ARICAN
Oynayanlar: Ali EYİDOĞAN, H.Tolga TÜMER, Mert KIRLAK, Pınar BEKAROĞLU CIOTTA, Yalçın ÖZEN, Gonca YAKUT, Berkay GÖKÇEK
Konusu: Oyun, gücü elde etmek ve bunun da ötesinde gücü elde tutmak pahasına ödenen bedelleri ve yakıcı sonuçlarını farklı bir anlatım biçimi ile ele alıyor.

Eskişehir Şehir Tiyatroları ne zaman izlesem beni etkilemiştir. Macbeth için oraya gitmeyi düşünürken, Ankara' ya kadar gelmiş olmaları büyük bir fırsattı ve bu fırsatı kaçırmadığım için çok mutluyum. Macbeth  10-11 Mayıs tarihlerinde Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde Ankaralı tiyatro severler ile buluştu. Sezonda izlediğim son oyun ve en beğendiğim oyun oldu. Yanlış saymadıysam 17 oyun ile sezonu bitirmiş oldum.
İzleyicilerin, William Shakespeare’in en önemli eserlerinden “Macbeth” in klasik versiyonundan biraz farklı görsel, işitsel, müzikal öğeler üzerinde yükselen; tempolu, danslı oldukça cesur ve yaratıcı bir Barış Erdenk yorumu ile çok etkileyici bir tiyatro akşamı yaşadığını düşünüyorum. Zaten selamlamada bitmeyen alkışlardan da oyunun çok beğenildiği anlaşılıyordu.
Oyun çok çalışılmış, emek verilmiş, oyuncuların performansı, aralarındaki uyum ve sinerji tatmin ediciydi. Kareografi, danslar ve müzikler o kadar etkileciydi ki verilen emek büyük alkışları ve takdiri kesinlikle hak ediyordu. Tam bir sanatsal şölen olduğunu söyleyebilirim.
1040-1057 dönemi, İskoçya' sında geçen,ilk gösterimini 1606 yılında yapan bu trajedi yüzyıllardır, dünyanın her yerinde farklı yorumlarla sahneleniyor. Güncelliğini hiç yitirmiyor çünkü insan yüzyıllardır değişmiyor, aynı güç düşkünlüğü, ihanet, güç zehirlenmesi, hırs, kıskançlık devam ediyor.
Bu; İyilerin kötü, kötülerin iyi olduğu, eski zamanlara ait bir hikaye... Bir kaç klasik replik ile sonlandıralım. 
Bol alkışlarımla tiyatrolu günler dilerim.
"Kimseler uyumasın artık. Macbeth uykuyu öldürdü!
Evet, masum uykuyu,
Kaygılar yumağını çözen uykuyu,
Her günkü hayatın ölümünü,
Yorgunlukları yıkayan suyu,
Yaralı canların merhemini.
Yüce tabiatın baş yemeği,
Hayat sofrasının cana can katan ziyafeti.''

"Kendini boşuna harcamış olur insan
dilediğine erer de sevinç duymazsa.
Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi,
yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa."
 

8 Haziran 2022

Shirley Valentine

SHIRLEY VALENTINE - KONYA DT Büyük Oyunu
1 Perde - 1 saat 5 dakika
Yazan Willy Russell
Çeviren Ahmet Alpaslan Sağır
Yöneten Mustafa Uzman
OYUNCULAR: Shirley Valentine Bengisu Gürbüzer Doğru
OYUNUN KONUSU
Evlenmiş, iki çocuk yetiştirmiş Shirley Bradshow, hayatın gündelik akışına ve belirlenmiş kalıplarına kendini bırakarak kadın kimliğinden uzaklaşmıştır. Yaşamda kendi istediği hiçbir şeyi yapamadığını fark eden Shirley; kendini keşfetmek, kendisiyle yüzleşmek ve yeniden kendi olabilmek için, kocası Joe’nun tüm karşı çıkmalarına rağmen, en yakın arkadaşı Jane ile İtalya seyahatine çıkar. Görünürde İtalya’ya yapılan bu yolculuk aslında kendi içine yaptığı “Shirley Valentine“ olma çabasından başka bir şey değildir... 

 

Nisan ayı sonlarında Ankara Küçük Tiyatroda izlemiş olduğum sezon kapanışından bir önceki oyun Shirley Valentine oldu benim için.

Shirley Valentine çocuklarını büyütüp iş sahibi yapmış kırklı yaşlarında eşiyle yaşayan bir kadın. Yıllarca kendini evine, eşine, çocuklarına adamış, monotonluğun içerisinde kaybolmuş bir hayat sürdürürken arkadaşının ona bir tatil hediye etmesi ve tatile gitme fikri ile yaşama dönüyor, nabzı tekrar atmaya başlıyor diyebilirim. Yaşadığı uzun kararsızlıklıktan sonra gemileri yakıp tatile gitmeye karar verdiğinde artık onun aynı kişi kalamayacağını hissediyorsunuz. İki perde arasında hem dekor hem de karakter değişimi açısından Shirley' in yaşadığı fark çok net gözlemlenebiliyor.

Oyunu izlerken kendisi olabilmek, kendi hayatını, kendi yanlışlarını yapabilmek adına konfor alanını terk edebilen Shirley' e büyük hayranlık duyduğumu söyleyebilirim. Ve günümüzde bulunduğumuz sosyo kültürel ortamda kaç tane bu kararı verememiş bu cesareti gösterememiş Shirley Valentine var diye düşünmekten kendimi alamadığımı.

Tek kişilik performansta Bengisu Gürbüzer Doğru, muhteşemdi. Her duygusunu hissettim, büyük empati kurdum yarattığı karakterle bu sayede. Oyuna mizahi bir bakış kazandırılması daha keyifli izlenebilmesi açısından faydalı olmuş düşüncesindeyim.

 

Kimse çıktığı yolda kendisi kalmaz. Yol insanı başkalaştırır. 
Murathan Mungan

25 Nisan 2022

Ocak



OCAK - ANKARA DT Büyük Oyunu - 2 Perde - 2 saat 15 dakika
Yazan Turgut Özakman - Yöneten Mithat Erdemli
OYUNCULAR:
Safiye Zeynep Aytek
Tarık Çetin Azer Aras
Büyükanne Yasemin Karataş
Nihat M.Onur Kocabaş
Fazıl Cem Sel
Sevda Ezel Erkman
Özcan M.Burçak Kaya
OYUNUN KONUSU: Hayal, yenilgi ve yokluk arasında 60’ların Türkiye’sinde bir ailenin hayata dair var olma çabası. Çekip gitmeye inat, bir ocağın etrafında bir arada olmaya, birlikte yaşamaya övgü. Aile bir aradalığının kent yaşamı acımasızlığına direnme ve ayakta kalma süreci.

Turgut Özakman: (1 Eylül 1930, Ankara-28 Eylül 2013, Ankara), Türk bürokrat, yazar ve avukat. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü'ne devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosu'na dramaturg olarak girdi. TRT'de Merkez Program Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı; Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı ve 1983-1987 yılları arasında aynı kurumda genel müdürlük yaptı. 1988-1994 yılları arasında Radyo-Televizyon Yüksek Kurulunda üyelik ve başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Uzun yıllar Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro bölümünde kadrolu öğretim görevlisi olarak çalıştı ve dramatik yazarlık dersleri verdi. 28 Eylül 1998'de, üstün hizmetleri nedeniyle Anadolu Üniversitesince, 2006 yılında Ege Üniversitesi'nce ve 2007 yılında, mezun olduğu ve uzun yıllar görev yaptığı Ankara Üniversitesince 'fahri doktor' unvanı verilen Özakman, sayısız esere imza attı. 2005 yılında piyasaya sürülen, 50 yıla yakın bir sürenin emeği olan ve Türk Kurtuluş Savaşı'nı romansı bir dille anlatan Şu Çılgın Türkler (Bilgi Yayınevi) adlı belgesel-romanı, Uğur Dündar'a göre cumhuriyet tarihinin en çok satan kitabı oldu.
Bu sezon sahne alan Ocak oyununun ilk gösterimlerinden birini Küçük Tiyatro' da izledim. Sahnenin açılış anından itibaren kostüm, dekor ve müzikal olarak; Bizim Aile, Gülen Gözler, Neşeli Günler benzeri bir Yeşilçam Türk filmi atmostferine giriveriyorsunuz. Özellikle 60' ların Türkiyesine ait detayları başarılı bir şekilde barındıran kostüm ve dekoru çok sevdiğimi söyleyebilirim. 


Perde açıldığında; 60' lı yılların izleriyle dolu üç çocuklu emekçi bir işçi ailesinin mutfağındayız. Karakterler arasında en farklı olan büyükanne rolünde Yasemin Karataş. Elinde örgüsü koltuğunda ''Paşa sürgünden dönsün, görürsünüz siz'' ''Paşa bir yürürdü, mahnuzları çın-çın ederdi'' replikleriyle kendisi aramızda, aklı eski yalı konağı günlerinde kalmış, metnin en sempatik karakteri diye düşünüyorum. 


Köşeyi dönme projeleri hiç bitmeyen, ağır ekonomik güçlükler altında ezilen, çabuk sinirlenen, hatasını hiç kabul etmeyen geleneksel Türk tipi baba Tarık rolünde; Çetin Azer Aras oldukça başarılı. Kendisi televizyonda ve sahnede oldukça aşina olduğumuz bir sanatçı. 

Tüm ailenin sorumluluğunu taşımak zorunda kalmış yarı-baba, yarı abi, kendisini ailesine adamış ve bu uğurda hayallerinden vazgeçmiş, gitmek isteyen ama gidemeyen abi Fazıl rolünde Cem Sel iyi iş çıkarmıştı. 


Sorumsuz, eğlenceli, vur patlasın çal oynasın, hayat bir gündür o da bugündür düsturuyla, sahneye hep şiirlerle giren, yaşamayı çok ama çok seven ancak çalışmayı hiç sevmeyen, yine de sevimli abi Nihat rolü ile M.Onur Kocabaş, rolüne ve sahneye çok yakışmıştı.   

Küçük erkek kardeş, rol modeli olarak eğlenceli abiyi almış, diğer abiye mesafeli, ders çalışacağım diye her işten kaytaran, kayıp ergen çocuk Özcan rolü ile M.Burçak Kaya karakterin hakkını verdi.  


Evin tek kız çocuğu Sevda, ayağı aksadığı için herkesin ihtimamı ile korunmaya çalışılırken büsbütün eve hapsedilen, markete bile özel izinlerle gidebilen, dönem koşullarına da uygun olarak erkek egemenliğine mahkum bırakılan, koruyalım derken, korunaksız bırakılan Kara Sevda' yı Ezel Erkman, sakin, ölçülü, inandırıcı ve etkileyici bir şekilde oynadı.  

Tüm aileyi bir arada tutabilmek için durmadan didinen, herkese yetişmeye çalışan, hep güçlü, hep fedakar, hep sevgi dolu, herkesin nazını kahrını çeken, kendisine ait en ufacık bir düşü, bir zamanı olmayan hep veren hep veren, ancak kızı Sevda evden gidince hasta olup yataklara düşme hakkını kullanabilen geleneksel Türk tipi anne Safiye rolünde Zeynep Aytek hem rolün icrasında hem kadınların dramı anlamında göz doldurdu :)

İşte bu aile tüm güçlüklere rağmen, bir arada kalıp, yaşamı birlikte sırtlamayı ve sevgi ile birbirlerine sarılmayı seçtiler. Metin; bireysel olarak var olamamış aile bireylerinin birbirlerine tutunarak hayatta kalma çabalarına bir övgü. 

Pek çok izleyicinin çok beğeneceğini düşündüğüm, oyunculuk performansı, kurgusal akıcılık, mizah, dram, kostüm, dekor ve pek çok açıdan başarılı bulduğum bu oyunun bana fazla hitap etmediğini söylemek durumundayım. Bu noktada biraz 'sanat toplum içindir' tarafında buluyorum kendimi. Kadınlara, kız çocuklarına, engellilere bağımsız birer birey olma noktasında hiçbir çıkar yol göstermeyen; erkekleri ekonomik zorlukları göğüslemek için dışarıda yalnız; kadınları ev işlerini yapmak için içeride yalnız bırakan düşünceleri besleyen yapımları, sahnede daha az görmeyi istiyorum.

Tiyatro her zaman tiyatro her yerde...!

14 Nisan 2022

Hizmetçiler

HİZMETÇİLER - ANKARA DT-Büyük Oyunu-1 Perde - 90 dakika
Yazan Jean Genet
Çeviren Salah Birsel
Rejisör Yunus Emre Bozdoğan
OYUNCULAR:
Hanım Aysın Işımer
Claire Deniz Gökçe Koçman
Solange Zeynep Ekin Öner Öztürk
OYUNUN KONUSU: İzleyeceğiniz bu uyumsuz/absürd tiyatro örneği, yazıldığı dönemden bugüne kılık değiştirerek gelen ama değişmeyen bir ezen ezilen oyunudur. Suçlayan, suçlanan, boğulan, haykıran, aynalarına sıkışmış oyun kahramanları, görmeye alışkın olduğumuz kahramanlardan değil. Genet’nin özgün söylemiyle dünyada kült haline gelen bu oyunda suç ve suçlunun izi sürülüyor. Suçlu kim?
 
Oyunu Küçük Tiyatro'da izledim ve izleyeli yaklaşık iki hafta oldu ama bir türlü elim yazmaya varmadı. Oyunun çok ağır bir atmosferi var. Çok sert bir sonu var. Başladığında hiç anlam veremeseniz de o ağırlığın sebebi sahneler ilerledikçe anlaşılıyor. Ankara Devlet Tiyatrolarının iki deneyimli kadın oyuncusu Deniz Gökçe Koçman ve Zeynep Ekin Öner Öztürk' ü daha önce defalarca kez sahnede izlemiştim. Burada çok zor bir işin üstesinden gelmeye çalıştılar. Büyük bir duygu yoğunluğu, okuması zor bir metin, verilmesi gereken çaresizlik hissi, uzun uzun tiradlar... Aynı durum seyirci koltukları için de geçerliydi, anlaması ve izlemesi zor yorucu bir metindi. Ancak tüm zorluklara rağmen oyunculuk performanslarının ve sinerjilerinin oldukça yüksek olduğunu ve başarılı bir iş çıkardıklarını söyleyebilirim.

Bu aşamada belki biraz yazarımızın hayat hikayesine göz atabiliriz. Jean Genet:
(19 Aralık 1910, Paris - 15 Nisan 1986, Paris), Fransız düşünür; oyun, deneme ve roman yazarı; şair, politika aktivisti. Daha çok tiyatro oyunlarıyla tanınır. Yeni doğmuşken kimsesizler yurduna bırakıldı. Jean, yedi yaşına geldiğinde zanaatçı bir ailenin yanına yerleştirildi. 10 yaşında hırsızlığa başladı, on üç yaşında bir zanaat okuluna kaydoldu. Ancak orada da çok kalmayacaktı; 1926'da, 3 ay süren ilk hapishane deneyimini yaşadığında 15 yaşındaydı. Serbest kaldığında uslanmamıştı; bu kez reşit olana kadar kalmak üzere ıslahevini boyladı. 1930'ların sertliği ile ünlü bu ıslahevi Genet’yi gerçek bir suçlu haline getirdi. 1948 yılında aynı suçlardan ömür boyu hapis cezası aldı. Ancak cumhurbaşkanı affı ile cezaevinden çıktı ve sonra kendini edebiyata verdi, suç işlemedi. Jean Genet, şiir ve romanlarında ya kendini ya da kendine yakın bulduğu çevreleri anlatırken; oyunlarında, kendini özdeşleştirdiği, toplumun dışında yaşamayı seçen insan topluluklarını dile getirmiştir. Büyük Gözaltı' nda mahkumları, Balkon' da genelevde yaşayanları, Hizmetçiler' de hanımlarını ortadan kaldırmak isteyen hizmetçileri anlatan Genet, Zenciler' de ise Batı uygarlığının baskı altında tuttuğu siyah derilileri konu edinmiştir. Jean Genet 15 Nisan 1986' da 76 yaşında Paris' te bir otel odasında gırtlak kanserinden ölmüştür.


Sahne açılışında bir oyun içerisinde oyun karşılıyor bizi. Giysilerle dolu zengin bir odada, Claire (Deniz Gökçe Koçman) evin hanımı, Solange (Zeynep Ekin Öner Öztürk) ise hizmetçisi rolünde. Aralarında yüksek gerilim var. Sonrasında ikisinin kardeş ve evin hizmetçisi oldukları, sadece evin hanımı olmadığı zamanlarda kendilerince bir oyun oynadıkları anlaşılıyor. Oyun sonları genellikle, hizmetçinin, hanımı öldürmesi ile son buluyor. Hanımlarına karşı hem gizli bir hayranlık duyuyorlar hem de kin, kızgınlık, öfke yüklüler; kendi içlerinde ise çaresiz ve acı dolular. Konuşmalarından hanımları öldüğü takdirde mirasın onlara kalacağı yönünde çıkarımlar yapıyoruz. Kendilerini oynadıkları oyuna kaptırdıkları ve duyguların tavan yaptığı bir noktada gerçek hanımın eve dönmek üzere olduğunu anlıyorlar. Hemen ortalığı toplayıp, güzel elbiseleri çıkarıp, hizmetçi kişiliklerine dönüyorlar. 


İlerleyen sahnelerde beyefendinin hapiste olduğunu, hapse girmesine ise iki hizmetçi kızkardeşin yazdıkları mektubun neden olduğunu anlıyoruz. Ancak çalan telefon ile beyefendinin serbest kaldığını öğrenen hizmetçiler bu kez foyalarının ortaya çıkmasından, mektuptaki el yazısının kendilerine ait olduğunun anlaşılmasından, hapse atılmaktan korkuyorlar. Evin Hanımına hazırladıkları zehirli ıhlamuru içirip, Beyefendiye ulaşmadan onu öldürebilirlerse hala bir şansları olabileceğini düşünüyorlar.

Claire ve Solange, toplumsal sınıflarının farkında ve kişilik çatışmaları içerisindeler. Bir yandan da kolayca zengin olmak istiyorlar. Evin hanımını öldürüp, beyefendiyi hapse attırmayı ve ikisinden de kurtulup, paralarına konmayı planlıyorlar. Ancak günün sonunda efendisini öldüren işçiyi değil, kendileri sürükledikleri çaresizliğin yarattığı dramatik girdapta zavallı işçileri görebiliyoruz.

Hizmetçiler, çok kolay anlaşılmayan, üzerine düşünülmesi gereken, biraz tedirgin edici, rahatsızlık verici bir oyun. Tiyatroya sadece eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek için giden izleyicileri mutlu etmeyecektir. Ben izlediğim için mutluyum, vakit ayırıp denenebilir, farklı tiyatro deneyimleri vaaddettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.


Son olarak ek bilgi;

Hizmetçiler, Genet’nin gerçek bir olaydan, Papin Kardeşler Olayı’ndan esinlenerek kaleme aldığı tek perdelik, son derece etkileyici bir oyun. 1933 yılında Mans, Papin kardeşlerin işledikleri korkunç cinayetle sarsılır. Papin Olayı diye bilinen bu olayda Papin kardeşler, yanlarında yedi yıl hizmetçi olarak çalıştıkları evin hanımını ve kızını bıçak ve baltayla öldürmüşler, gözlerini oymuşlar, etlerini doğramışlar, bacaklarını kesmişler. Ama yazarı asıl etkileyen bu kardeşlerin zekâları, açık sözlülükleri, yalnızlıkları, gururları, birbirlerine karşı duydukları sevgi, onları cinayet işlemeye yönelten öfkeleri ve mahkeme karşısında kendilerini savunma güçsüzlükleri olmuş. Genet, kendi hizmetçilerini, Solange ve Claire’i yaratırken kendi düşlemlerine, yerleşik kurallara karşı çıkma zevkine, ölüm konusundaki görüşlerine uyan düşüncelerini büyük ölçüde kurgulamış.

21 Mart 2022

Silüet - Tiyatro Mimikri / Pat Atölye


Tek perde /40 dk - Yaş sınırı: 15+
Tür: Performans/ Mim
Yazan-Yöneten-Oynayan: Tuğba EskicioğluYardımcı Yönetmenler: Esin Aslan, Rafiz Mehdizade
Müzik: Uğur Yılmaz
Işık Tasarım: Batuhan Sezer
Kostüm: Semra Eskicioğlu
Sigarasının tüten dumanı, sobasının sönmüş külü, yüzyıllar önce yanan aşkının ateşiydi... Anımsadı!
Hapsolduğu evin penceresinden dökülen sonbaharı, mağarasında örtündüğü yapraktı... Hiç unutmadı!
Koşarken ayakkabılarından çıkan ses, yalın ayak yürüdüğü çalı dikeninin çığlığıydı... Haykırdı!
Baltalanırken bedeninin kuru dalları, kökleri ilkbahar tadındaydı... Doğumu yeniden başladı!
Çağdan çağa atlayan kadının evrimini ve her kadınla yeniden doğan tarihi anlatıyor bize "Silüet"!

14. Ethos Ankara Uluslararası Tiyatro Fetivali kapsamında Yılmaz Güney Sahnesinde plansız bir şekilde dahil olduğum bir organizasyon ile izlediğim oldukça düşük beklentiler ile gidip, çok mutlu ayrıldığım bir sahne sanatı deneyimiydi benim için Silüet.  Bu festivalin 12. yapılırken 'Rulet' isimli bir oyun izlemiş ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım ancak Silüet' in bu anlamda düşüncelerimi değitirdiğini söyleyebilirim. 


'Ethos' un bir açılımı olduğunu düşünüp araştırdım ancak kelime anlamı ile kullanışmış festivalde ve belki benim gibi merak edenler olabileceğini düşündüğüm için açıklamak istedim. Ethos (Yunanca:"Alışkanlık, gelenek, örf, adet, karakter") bir toplum ya da bir kişinin geleneksel anlamdaki eğilimi ve duruşu. Bu durumda festivali ''14. Geleneksel Ankara Uluslarlarası Tiyatro Festivali'' olarak da düşünebiliriz.

Silüete gelince; Oyun künyesinde 'Yazan-Yöneten-Oynayan: Tuğba Eskicioğlu Yardımcı' olduğunu görünce çok hoşlandığımı söyleyemem bu durumdan. Ancak oyun başladıktan çok kısa bir süre sonra künyeyi yanlış okuduğumu anladım. Bu bir pantomim performansıydı.

Pantomimde sanatçı, yüz mimiklerini, el-kol ve beden hareketlerini kullanarak temayı anlatmaya çalışır. Bir anlamda pantomim, evrensel bir tiyatro dili olarak kabul edilir. Milattan önceki dönemlerde Mim sanatının uygulandığı görülmüştür. Zaman zaman "sessiz dil" olarak anılan pantomim, 17. yüzyıldan sonra, bale içinde de yer almaya başlamıştır. Oyunlar, Yeni Çağ ve yeni tiyatroyla beraber mistik konulardan uzaklaşıp gerçekçi dünyaya geçmiştir. Realist akımlar ve akılcılık akımları bunda etkili olmuştur.

Charlie Chaplin ve Laurel ve Hardy dışında çok örneğini görmediğim bu sanatın sahnede başarılı bir örneğini görmek oldukça heyecan vericiydi benim için.


Oyuncumuzu tanıyalım: 1990 doğumlu Tuğba Eskicioğlu Yardımcı, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Pantomim bölümünden mezun olmuş. Eğitim kurumlarında drama ve pantomim dersleri vermekte; 10 yıldır tiyatro, pantomim ve dans topluluklarında oyuncu ve performans unvanlarıyla sahne almaya devam etmektedir. 


Oyun; performans başlangıcında ağaçtan kopardığı elmayı yiyerek cennetten kovulan Havva' nın dünyaya gelişinden başlayarak, yeryüzünde 'kadın' olarak var olmaya çalışan insan figrünün çağlar boyunca geçirdiği evrimi anlatıyor. Gösterinin bende bıraktığı iz; doğuran, üreten, çalışan kadının her çağda maruz kaldığı şiddet odaklıydı. Kadın nesiller boyunca mağaradan, plazaya geçtiği süreçte geldiği noktada hala şiddete maruz kalıyordu. Anlatı, çözüm üretmeyen sadece olanı gözler önüne seren yönü ile bende bazı boşluklar ve çaresizlik hissi bıraktı. Ancak pantomim sanatı anlamında gerçekten oldukça başarılı bulduğumu ve izlediğime çok memnun olduğumu söylemek istiyorum. 


Kostüm tasarımı ve değişimleri konusunda çok efektif bir çalışmaydı. Bu anlamda bir vurgu gerekiyor bence... Ve özellikle sanatçının sağ tarafının tamamen kadın, son tarafının tamamen erkek olduğu; tek bedende iki farklı cinsin birbiri ile mücadele ettiği sahneler çok etkileyiciydi. 

Sahnede farklı deneyimler iyidir.

Perde inmesin, sahne sanatları bitmesin...!