15 Nisan 2019

Her Şey Düzelecek

İnsanların davranışlarının nedenlerini anlamaya başladığında önce inanamadı buna. Çok daha derin, karmaşık bir içerikti umduğu. Oysa denklem ne basitti: Annesi gelen misafirlere kahve yapıyor, kendisini iyi bir ev sahibi gibi hissediyordu. Babası onu parka götürüyor, kendisini ilgili bir baba gibi hissediyordu. İnsanları yöneten duygularıydı. Farkında olmasalar da, kendileri ile ilgili iyi şeyler hissedebilmek için, doğru kabul ettikleri şekilde davranıyor ve kendilerini onaylıyorlardı. İnsanların tüm her şeyi, sadece kendilerini iyi hissetmek ve iyi biri olduklarını kendilerine göstermek için yaptıklarını anladığında beş yaşındaydı. 
İyi biri olmanın, doğrunun ve yanlışın aslında ne kadar değişken olabileceğini fark etti sonra. İnsanlar en büyük kabahatleri bile işleseler, en kötü şeyleri bile yapsalar bunu kendilerine açıklayabildikleri ve kendilerini temize çıkarabildikleri ölçüde (avukat da sanık da hakim de kendileriydi aslında) masumlardı. Hatta bir kez okuduğu gazete haberinde küçük bir çocuğu öldüren bir yetişkinin mahkemeye gerekçe olarak, çocuğun içine şeytan girdiğini, kendisine vahiy yoluyla bu görevin verildiğini söylemesini olağanüstü bulmuştu. Gerçek mahkemede olmasa da adam kendi mahkemesinde masumdu işte. 

İstatistiksel analizlerde bile bazen doğrular göreceli olabiliyordu. Örneğin insanlığın devamını nüfus artış hızı ile oranlayan herkes yüz yıl sonra kaynakların tüm insanlık için yeterli olmayacağını ve yiyecek ve temiz su için insanların birbirlerini hiç düşünmeden öldüreceklerini hesap edebilirdi. Çünkü bilim ve matematik yanılmazdı ama hayır insanlar hiç de bunlarla ilgili değildi, çevresindeki pek çok kişi gündelik telaş ve zafiyetlerin etkisi altında günü kurtarıyor, kendini en ileri görüşlü sananlar ise on yıllık ev kredileri ile mülk edinmenin peşine düşüyordu. Yüz yıl sonraki su savaşlarını değil, on yıl sonraki emlak savaşlarını düşünmek, kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlıyordu.
İlkokula başladığında artık kim olduğunu ve neler yapabileceğini biliyordu. Öyle gelişmiş bir duygu sensörü vardı ki çevresindeki insanların duygu durum değişikliklerini havadaki renk, titreşim ve kokulardan yakalayabiliyordu. Her bir altı yaşını bitirmiş çocuğun hissettiği endişeyi ve her bir onu sınıfta bırakıp çıkan annenin yüreğindeki endişeyi hissedebiliyordu. Ve öğretmenin hem velileri hem çocukları yatıştırmaya çalışan görev bilincini en az onun kadar duyumsayabiliyordu. Görevler ve beklentiler sarmalından oluşan parlaklık görsel olarak zihninde oluşuyor, gözleri önüne seriliyordu. Her şey apaçıktı; Ailelerin davranışları birer sonuçtu, öncesindeki sebepler ise çok netti. Herkesin neyi ne amaçla yaptığını çözümleyebilecek billur bir görüş açısına sahipti. Ve bunun yalnızca kendisine has bir görüş bilinci olması sıra dışıydı. 
İnsanları dilediğince yönlendirebileceğini keşfetmesi önemli bir dönüm noktası olmuştu onun için. Yapması gereken tek şey onlara önemli olduklarını hissettirmek ve duymak istediklerini ayırt ederek güvenlerini kazanmaktı. Bir kez güvenlerini kazandıktan sonrası kolaydı. Senin iyi ve adil biri olduğuna kanaat getirdiklerinde arkanda duruşlarından aldıkları tatmine sen bile inanamazdın. Önceleri bir insanı kontrol edebilmesi dört, beş gününü alıyordu. İlk yaptığı şey gözlemdi, sonra ilgi alanları, öncelikleri, hassasiyetleri, nefret ettikleri, zaafları diye liste uzayıp gidiyordu. Bunları belirledikten sonra iş ortak amaç, hedef, odak oluşturmaya kalıyordu. Bu aşama için fırsatları iyi değerlendirmek, iyi bir gözlemci olmak ve bizim dışımızda gelişen diğer olaylara bu bilgileri entegre ederek, aynı tarafta saf oluşturmak gerekiyordu. Bu konuda bir kaç basit denemeden sonra giderek pratikleşmeye başlamıştı. 
On iki yaşına geldiğinde bu kez zor bir şey yapmaya karar verdi. Şu ana kadar olanlardan çok farklı... Bu iki kişiyi birbirine aşık etmek ya da birini rezil etmek gibi basit ve az kişiye yönelik bir çalışma olmayacaktı. Daha kitlesel bir şey denemek istiyordu. Hedeflediği sınıfta iki düşman odak oluşturmaktı. Bu teoride çocuk oyuncağıydı. Sınıfın iki popüler çocuğu kavga eder ve sınıf ikiye bölünür. Ancak kavganın sebepleri, sonuçları, etkilediği kişiler, sonrasındaki tavırlar, bunlar üzerinde biraz düşünmesi gereken detaylardı. En mantıklısı Doğan' ın sevgilisi Eda' nın, Ömür ile birlikte olduğu dedikodusunu yaymaktı. Ama bu kadar kolaya kaçmayacaktı, kendine yakıştıramazdı bunu. Daha sosyolojik temelli çatışmalar yaratmak istiyordu. 

Kendisini kamufle edebilmek için cesur bir hayvan hakları savunucu olan Selen' i kullanacaktı. Senaryosunu gözden geçirdi. O sabah okul bahçesinde ölmüş bir sokak kedisi bulunur. (Bu kısmı kendisi soğukkanlılıkla halledebilirdi.) Okula gelen öğrenciler kedi etrafında toplanmaya başlar. Öğretmenler görmemeleri için çocukları aceleyle sınıflara sokmaya çalışır. Selen sınıfta mutlaka bunu birinin yaptığını ve faillerin bulunmasını istemektedir. Herkes ondan yana gibidir. Sonra sınıfın alt gelir düzey öğrencisi Mehmet çıkar; (Tek başına olsa mümkün değil çıkamaz da çıkmasına itina ile yardım edilir.) Şu köşede, çıplak ayaklı çocukları ile dilenen, evsiz ve aç Suriyeliye yardım edelim desek kimse kolunu kıpırdatmaz, ne olmuş yani bir kedi öldüyse ne var büyütecek gibi şeyler söyler. Ve taraftar da toplar. (Kendisini de bu gruba dahil etmiştir.) 
İki grup arasındaki odaklaşma kulislerde beslenir. Grupların niceliksel olarak dağılımının yakın olmasına özen gösterilir. Gerilim tırmandırılır ve bir patlama tetiği devreye sokulur. Selen aç sokak hayvanları için bir yardım kampanyası düzenlemeye karar verir. (Tek başına mümkün değil veremez ama vermesine itina ile yardım edilir.) Bunun için yerel hayvan hakları savunucusu derneklerinin birinden okullarında bir bilinçlendirme semineri talep eder. Ve taraftarları ile birlikte kampanya öncesi afiş ve duyuru hazırlıklarına başlarlar. Bazı öğretmenlerden de destek görürler. 

Karşı odak bunu hazmedemez. Onca aç ve evsiz insan dururken, bazı arkadaşları yakacak kömür bulamayıp evlerini ısıtamazken, kimileri hasta parasızlıktan doktora gidemezken, hayvanlara nasıl sıra gelebilir. İnsanları doyurduk da hayvanlar mı kaldı, diye topluluk içten içe köpürmeye başlar. Ve seminer günü, dernek sözcüleri mikrofonu aldığında yuhalama sesleri ile protestolarına başlarlar.

Sonrası mı? Sonrası tam bir kaos. Sözel protestoların, pankartların indirilmesine, afişlerin yırtılmasına varması, buradan sürecin taşlı saldırıya evrilmesi, öğretmenlerin şaşkın bakışları ile olayların kontrolden çıkışı karşısındaki çaresizlikleri, güvenlik görevlisinin etkisizliği, pankart sopalarının birer silaha dönüşü, yumruk yumruğa birbirine giren çocuklar, patlamış dudaklar, kaşlar, 'sizden ala hayvan mı olur' diye saldıranlar... 
İnanamıyordu, gözlerine inanamıyordu. İşte bu şaheser, bu gurur tablosu onun eseriydi. Bu mükemmel kurgu, her anı her dakikası özenle işlenmiş, ilmek ilmek dokunmuş bir emeğin sonucuydu. O kadar duygulandı ki başarısı karşısında adeta dili tutulmuştu. Geriye çekildi daha iyi izleyebilmek için eserini, kavga halindeki topluluktan biraz uzaklaştı. O kadar heyecan duyuyordu ki kalbi ağzında atıyor gibiydi. Kendisiyle ne kadar iftihar etse azdı. Bu muazzam başarı karşısında gözleri doldu, doldu, kendini tutamadı, mutluluktan ağlamaya başladı. 

O sırada yanına yaklaşıp onu şefkatle sarmalayan müdür muavinini duyamadı bile: ''Üzülme oğlum, ağlama, geçecek, her şey düzelecek.'' 

Not: Hikaye kurgusal olup, hayal ürünüdür.
İllüstrasyonlar Avogado6 Art' a aittir.

14 Nisan 2019

Maskeliler

MASKELİLER-Eskişehir Şehir Tyatroları
Tek Perde; 1 Saat 15 Dakika
YAZAN: Ilan HATSOR - ÇEVİREN: Nebil TARHAN - YÖNETEN: Mert KIRLAK

OYNAYANLAR; Devrim Özder AKIN(Naim), Emre DEMİRCİ(Halit), Sermet YEŞİL(Davut)

KONUSU: Oyun, Savaşın ve şiddetin, insanları nasıl bir çıkmaza sürüklediğini ve insani bağlarının kopmasına neden olduğunu oldukça etkili bir dille anlatıyor.
Savaşın ortasındaki Filistin de üç erkek kardeşin ihanet, bağlılık, güven, yaşama amacı ve aile bağları ile gerçeğin çatışması; ülkesi ve ailesi arasında kalan kardeşlerin hesaplaşmaları çarpıcı bir dille anlatılır. Savaşın, kardeşlik bağlarını bile koparan ezici baskısına, insanları nefret ve şiddet içinde birbirlerinden uzaklaştırmasına çok iyi bir örnek olarak ve ilk kez bir “karşı bakışla” işlenerek sahneleniyor.

Sermet Yeşil ile tanışmam yine bir Eskişehir oyunu olan Aslan Asker Şvayk ile olmuştu. Sonrasında ise kendisini araştırırken Şubat dizisindeki Deli karakteri ile karşılaşmış ve çok etkilenmiştim. Bu sezon bir de Kör Baykuş' ta tek kişilik performansını izleyince hayranlığım kararlılığını artırmış oldu. Eskişehir Şehir Tiyatrolarını kaçırmamaya çalışıyorum zaten, Maskeliler' i görünce gitmesem olmazdı :) Sermet Yeşil' in adı, o yapımın referansı olarak benim için yeterli. ''Maskeliler'' kısa süreli turnesini Küçük Tiyatro' da yaptı ve ben de izleme şansı buldum.
1964 yılında İsrail’de doğan Ilan Hatsor, çocukluğunu ve ilk gençliğini Hayfa kentinde geçirdi. Askerliğini yaptıktan sonra, Tel Aviv Üniversitesi’nde “Oyun Yazarlığı” ve “Yönetmenlik” bölümlerinde öğrenim gördü.Bu dönemde, kendi yazdığı oyunların yanı sıra pek çok İsrailli yazarın oyunlarını da sahneledi. 1990 yılında, öğreniminin ilk yılında yazdığı “Maskeliler” geniş ilgi gördü. Tel Aviv Kameri Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Maskeliler”, İsrail Uluslararası Tiyatro Enstitüsü tarafından verilen, Meskin Ödülü’nü kazandı. Ulusal ve uluslararası festivallerde sahnelenen “Maskeliler”, Ilan Hatsor’un tanınmasına büyük katkı sağladı. 
Oyun baştan sona kapalı, depoya benzeyen bir alanda geçiyor. Duvarda Yaser Arafat posteri var. Sahne açıldığında orada çalışmakta olan en küçük erkek kardeş Halit (Emre Demirci) ile ortanca kardeş Naim' in (Devrim Özder Akın) konuşmalarıyla karşılaşıyoruz. Konuşmalardan Naim' in Filistinli direnişçilerden olduğunu ve en büyük abileri Davut' un (Sermet Yeşil) İsrail ile işbirliği yaptığı şüphesi ile kendisinin de mensubu olduğu Filistin direnişçi komitesi tarafından sorgulanacağını anlıyoruz. Sahneye Davut da dahil oluyor ve üç kardeş arasında başlayan geçmişe dönük hesaplaşma ile psikolojik gerilimin dozu artıyor. Burada üç kardeşin başlarına gelen aynı trajedik olay karşısında, nasıl da birbirlerinden tamamen farklı konumlandıklarını görüp, şaşırıyorsunuz. 
Davut' u en iyi anlatan cümle; ''Hayat büyük savaşlar vermek için çok kısa.'' Gelişen olaylar karşısında önce kendisini garantiye almayı düşünen ve manevi değerleri göz ardı edip zaaflarına yenik düşen, çıkarları için işbirlikçi bir hain olmakta sakınca görmeyen bir abi olmuştur.
“Bir baktık ki, hem dosta hem düşmana sessizlik çökmüştü. Her iki yanda da yalnızca anneler ağlıyordu.” Bertolt Brecht
Naim'i en iyi anlatan cümleler; ''Onların yasaları, onların adaleti içindir.'' ''Bizler için hain, onlar için gammazcı bir Arap olacaksın.''  Naim, inandığı idealler uğruna tüm konforundan ve ailesinden vazgeçebilen, hatta bu uğurda öz abisini bile gözü görmemesi gereken bir gerilla olsa da hala abisinin masumiyetine inanmaya  ve onu temize çıkarmaya çalışan bir kardeştir.


Halit'i en iyi anlatan; ''İsraillilerin diz boyu diyerek ateş ettiği yer, Filistinli bir çocuğun kafatasıdır.'' Yaş olarak daha küçük, daha duygusal ve abileri ne yapmış olurlarsa olsunlar aile bağlarının her şeyi çözebileceğine inanan, vefakar, cefakar, birleştirici, engelli kardeşinin bakımı da dahil olmak üzere mecburen üzerine almış olduğu sorumlulukları yerine getirmeye çalışan bir kardeş olmuştur. Ancak yine de yeri geldiği zaman tavrını, köklerinin ait olduğu değerleri savunarak ortaya koyabilmiştir.

Tek perde 90 dakika boyunca, temposu yüksek bir psikolojik gerilim izledik. Metin bir taraftan da müthiş bir duygusal denge üzerine kurulu, kimi dinlese ona hak veriyor insan. Olaylardan çok diyaloglara dayalı bir metin olması bir an bile kopuş oluşturmuyor izleyici üzerinde. Oyuncuların üçünün birlikte oluşturdukları sinerji olağanüstüydü. Sermet Yeşil, Davut rolü ile zaten muhteşemdi; Devrim Özder Akın' ı sahnede ilk kez izledim, bayıldım kendisine, takipçisi olacağım bundan sonra da :) Ve final sahnesi çok çok etkileyici ve vurucuydu. Oradan ayrılırken bir yanınızın oyunda kalacağını ve etkisinden uzun süre çıkamayacağını garanti ediyorum. Bu sezon beni en çok etkileyen oyunlar arasında yerini aldı. Kendilerini coşkuyla alkışlıyorum :)) 
Elif ve Eren ile bir harika tiyatro günü daha geçirdik ve Sermet Yeşil ile birlikte çektirdiğimiz bu kare de anılarımızda yerini aldı:))

13 Nisan 2019

Kapan(Sleuth)

KAPAN (SLEUTH) | ANKARA DT - 2 perde | 1 saat 45 dakika
Yazan : ANTHONY SHAFFER | Çeviren : GÖKSEL KORTAY | Yöneten : GÖKHAN KOCAOĞLU
KONU:Andrew Wyke, asil beyinler için polisiye romanlar yazan soylu bir İngilizdir. Milo Tindle, turizm işiyle uğraşan İtalyan bir göçmen. İki erkek, bir kadın nedeniyle karşı karşıya gelir: Andrew’un karısı, Milo’nun yeni sevgilisi.
Andrew, genç adamı malikanesine davet eder ve bir işbirliği teklif eder. Oyun oynamayı seven bu roman yazarı, karısını elinden almak isteyen Milo’ya neden yardım etmek istemektedir? Genç adam bu teklife nasıl karşılık verir? Andrew, bu göçmen ile kendisine ait olanı paylaşmaya istekli midir? İki adamın oynadıkları gerilimli, yer yer komik oyunun sonunda “kapan”a yakalanan kim olacaktır?
Anthony Shaffer’ın yazdığı Tony Ödüllü Kapan’ın (Sleuth), gerçek ve kurgu arasında salınan gerilimli ve komik hikayesi, yüzlerce sahneleme ve sinema filminden sonra Ankaralı seyirci için perde diyor!.. 
OYUNCULAR :  ANDREW WYKE : NUSRET ŞENAY - MİLO TİNDLE : CÜNEYT METE - MARGUERİTE : NİLSU AKMAN - TEA : BERRAK ATLI - MÜFETTİŞ DOPPLER : MÜFETTİŞ TERRANT : VOLKAN ÖZMAN - POLİS HİGGS : MUSTAFA GÖKHAN YÜKSEL - SAHTE POLİS : EGEMEN BÜYÜKTANIR - UŞAK : ENGİN BAYSAL

Bu sezonun yeni oyunlarından Kapan' ı dün akşam Akün Sahnesinde izledim. Akün ve Şinasi Sahnesinde oynanan oyunları, öncesinde Kıtır ya da Üstkat' da biraz hayata mola fırsatı sunduğu için de ayrıca seviyorum :) Sezonun sonlarına doğru Elif ve Eren +8 yaş oyunlarında bana eşlik ettiler. Ancak bu oyun +13 olduğu için buna gelemediler. 
''Kapan'' farklı ülkelerde farklı topluluklar tarafından sayısız kez sahnelenen ve iki sinema uyarlaması bulunan oldukça popüler bir metin. Biri 1972 diğeri 2007 yapımı olan sinema filmlerinden birini yakın zamanda izlemek istiyorum. Metni çok başarılı ve oyun içinde oyun tekniğinin uygulanışını zekice bulduğumu söylemeliyim. Klasik polisiyelerin aksine en büyük şaşırtmacalı sürprizi ortaya almış ve izleyicinin aklında hiçbir soru işaretine yer bırakmayacak şekilde kurgusal çözümlemeyi kendi içerisinde tamamlamış olmasını çok sevdim. 
Bir kaynaktan öğrendiğime göre, 2017 yılında oyun Erzurum Devlet Tiyatrosu tarafından da sahnelenmiş ve oyunun göz alıcı, muhteşem dekor tasarımı ve dekorun imalatı orada yapılmış. Aynı dekor onarılarak bu sezon Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından kullanılmış :) İngiliz kültürünü yansıtan masif mobilyalarla bezenmiş bir malikanede geçiyor olaylar. Dekorun bir eğlenceli tarafı da hareketli oluşu. Kımıldayan heykeller, yükselip inen avizeler, masa üzerindeki ev maketinden kontrol edilebilen, uzaktan yakılabilen şömineler var. Kostümler de karakterlerin sosyal statülerini destekler şekildeydi ve iyi seçilmişti. (Aristokrat İngiliz yazara ropdöşambr, İtalyan göçmen rehbere motorcu montu:)
Oyun, neredeyse tamamen iki eş başrol arasında geçiyor diyebilirim. Ev sahibi asil İngiliz yazar Andrew Wyke rolünü usta oyuncu Nusret Şenay canlandırıyordu. Kendisini daha önce Teneke' de tellal ve anlatıcı rolünde çok beğendiğimi hatırlıyorum. Burada da o üstten bakan, küçümseyen, varlıklı, kibirli, eski koca, asil İngiliz yazar rolünde çok inandırıcıydı. Vücut dili, ses kontrolü oldukça iyiydi. Ve Marguerite' nin evleneceği genç aşık İtalyan göçmen rolü ile Milo Tindle' ı Cüneyt Mete canlandırıyordu. Cüneyt Mete' yi de daha önce Grönholm Metodu' nda başarılı bulmuştum. Burada da oldukça iyiydi performansı.  
Temsil süre olarak 1 saat 45 dakika ve 2 perde, bir perde yaklaşık 50 dakika sürüyor, sürenin alışılagelmişin altında olması izleyicide 'ne çabuk bitti' gibi bir hava yaratsa da tek perde için uzun bir oyun olurdu diye düşünüyorum. İlk perde bir cinayet ile kapanırken, ikinci perde bir müfettişin malikaneye gelişiyle açılıyor ve spoiler içermemesi açısından çok detaylandırmak istemesem de perde arasının tam zamanında olduğunu söyleyebilirim:)
Sezonun emek verilmiş, çok çalışılmış, seyri keyifli iyi oyunlarından biri olmuş.
Tiyatro sezonu hiç bitmese keşke:)) diyerek noktalamak istiyorum yazımı...

11 Nisan 2019

Fırat Tanış - Gelin Tanış Olalım

Yazan ve Yöneten: Semih Çelenk - Oynayan: Fırat Tanış
Orkestra: Cem Erdost İleri (üç telli, bağlama, cura, vokal), Mehmet Taylan Ünal (kabak kemane, kemençe, cura, vokal), Eren Erdoğan (duduk, kaval), Sitar Sertaç Şanlı (perküsyon, vokal)
“Gelin Tanış Olalım” bir Abdal hikâyesidir. Bugünden bir Abdal anlatır hikâyeyi… Bu hikâye, her şeyin ateş ve kül olduğu, rüzgarların külleri savurduğu, avuçlarımızın bomboş kaldığı bir kâbusun ortasında sıçrayıp uyandığımızda anlatıldı. Hayatın kutsallığını, suyun, toprağın doğurganlığını, göğün her şeyi saran muhteşem yüzünü, yağmurun rahmetini, göğün kanatsız kalmış bulutlarını, o kadîm sıradağları, yollar boyu yıllar boyu aradığımız hakîkati, en çok da o yolları, bir yere varmasa da baş koyduğumuz, revan olduğumuz, yoldaş olduğumuz o yolları, karıncaların çalışkanlığını, karacaların sevinçli sekişini, kuzuların melemesini, o suya giderken görülen o kara gözlü, kalem kaşlı, sevdasına yandığımız, deli divane olduğumuz o yâr’ı, o’nun kipriğinin kaşına değdiği zamanı, yar kıyısında biten dağ lalelerini, meyline umrumuzu vermediğimiz dünyayı, minnet eylemediğimizi, baş eğmediğimizi kısaca adına insan denen o büyük ummanı anlatır.
Türkülerin yollarından geçerek, ezgilerin izlerini sürerek, aşktan ve hayattan, ayrılıktan ve vuslattan, sıla ve gurbetten, haktan ve hakikatten, dağların başından, suların kıyısından, ekinlerin içinden geçerek anlatıldı bu hikâye…
Tanışalım, bakışalım, konuşalım, gönülden söyleşelim diye.
Türkü söyleyelim, salınalım, oynayalım diye…
Kavilleşelim, yolda buluşalım, suyu ekmeği paylaşalım diye…
Türküler gibi çoğul, türküler gibi sıcak bir hayatımız olsun diye..
Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım…
Uzun zamandır görmek istediğim Fırat Tanış' ın müzikli anlatısını bu hafta Beşevler MEB Şura Salonunda izleme şansı buldum. Prof. Dr. Semih Çelenk gösterinin kurgusunu yaratırken farklı kültür ve yörelere ait 11 türküye yer vermiş. Bir yol hikayesi gibi başlayıp gelişen temsilde Fırat Tanış abdal rolünde bir gezgin, anlatıcıydı. Anlatısını büyük daire bir ışık içerisinde daha küçük bir ışığa yapıyordu, direk izleyici ile değil bu küçük ışık ile konuşuyordu. Çok sade beyaz giysisi içerisinde yalın ayak izlediğimiz Fırat Tanış' a dört kişilik başarılı bir orkestra eşlik ediyordu. Aynı zamanda vokalde de çok başarılı olduklarını söyleyebilirim. Ve Cem Erdost İleri' nin tek başına söylediği türkü de güzeldi.

Karacaoğlan, Nesimi, Aşık Veysel, Yunus Emre, Pir Sultan, Kaygusuz Abdal ve nicelerinden deyişler ve anlatıların halk ezgileriyle harmanlandığı; tevazu, kibir, yolda olmak, menzil, aşk, hayat, ölüm, varlık, yokluk, aradığımız sırrın, cevherin içimizde olduğu, kardeşlik, insanlık vb kavramların sadece bu kaynaklar üzerinden verildiği felsefi, mistik ve tasavvufi öğeler içeren bir gösteriydi.


Gelin Tanış Olalım' da Fırat Tanış' ın şiir, deyiş ve öykülerin türküler ile harmanlanıp sunulduğu gösteride abdal rolünün üstesinden başarı ile geldiğini düşünüyorum. Tek perde yaklaşık 70 dakika süren etkileyici ve huzurlu bu performansı fırsatınız varsa izlemenizi öneriyorum.

Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünyaya kimse kalmaz.
 Yunus Emre

Bir nefescik söyleyeyim
Dinlemezsen neyleyeyim
Aşk deryasın boylayayım
Ummana dalmağa geldim
Ben Hak ile oldum aşna
Gönlümüzde yoktur nesne
Pervaneyim ateşine
Oduna yanmağa geldim.
 Pir Sultan