25 Aralık 2021

Periferi

PERİFERİ - ANKARA DTBüyük Oyunu - 2 Perde - 2 saat 15 dakika
Yazan Pembe Akgün - Yönetmen Betül Feyizoğlu Gökçer
OYUNCULAR:
Sara Ana Ferahnur Barut
Bhuva Mehmet Gürkan
Aloya Esin Ercan
Stein Hasan Çağrı İlikoğlu
Juno Doruk Altunkaya
Murdori Ömür Özkapıcı
Koiçe Serpil Servili Çağıran
Putrika Elif Şeker Saka / Betül Feyizoğlu Gökçer
Karesti Zuhal Taşar
Hanro Nesip Volkan Akün
Majula Cem Sel
Tulya Öykü Kaya
Angar Atakan Ertan
Paletsi İlyas Zeki Karaca
Yüzbaşı Fatih Evren Dalkıran
1. Asker Aykut Züngür
2. Asker Ali Baran Gökçer
3. Asker Fatma Dadağlıoğlu
1.Çingene Kadın Nurefşan Deniz Binici
2.Çingene Kadın Ayşenur Yaman
OYUNUN KONUSU
Oyun 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'da göçebe olarak yaşayan bir çingene obasının hikayesini anlatmakta. Nazi Almanya’sında gerçekleşen çingene soykırımının travmasını hala yaşayan çingeneler bir taraftan ulus devlet sınırları içinde kendi kimliklerini korumaya çalışırken aynı zamanda hayatta kalabilmek için mücadelelerini sürdürmektedirler. Obada yaşayan bir çingene kızı ile bir Alman askerinin yaşadığı aşk ise çingenelerin dışarı ile olan çatışmasını daha da gün yüzüne çıkaracaktır. Çingeneler üzerinden öteki sorununu evrensel bir şekilde anlatan oyun hem bizim ötekilere olan bakışımızı hem de onların dışarıya olan bakışını gözler önüne seriyor.
Öncelikle 'periferi' kelimesi Türk Dil Kurumunda; dışta kalan bölge, merkezden uzak olan yerleşim yeri, olarak geçiyor ve genellikle merkez-periferi karşıtlığı içerisinde kullanılıyormuş.

Temsil Cüneyt Gökçer Sahnesinde gösteriliyor. Yine benim çok sevdiğim kostümlü orkestra eşliğinde.  Bilet bulma güçlüğünü ve genellikle kapalı gişe oluşunu düşünürsek, Ankara izleyicisinden büyük beğeni aldığını söyleyebiliriz. Oyun başlamadan on dakika kadar önce oyuncular ve orkestra salonun girişinde bizleri karşılıyorlar. İzleyicilerin oyuncular ile oyun öncesindeki bu buluşması çok sıcak ve sempatikti.
Temsilin +13 kategorinde yer almasını, metnin argo içerikli olmasına, oba erkeklerinin uğursuzluktan kurtulmak için yaptıkları yere tükürme hareketine ve oyun sırasında silah kullanımına bağlıyorum. Ancak yine de yaş sınırının biraz yüksek tutulduğunu düşünüyorum.
  
Oyucuların iki usta oyuncu dışında neredeyse tamamı gençlerden oluşuyordu. Bu sezon oyunlarının genelinde benzer bir izlenimim var ve bu durumun tiyatro adına olumlu olduğunu düşünüyorum. Kadronun tamamının bir bütünlük içerisinde ve oldukça başarılı olduğunu ancak Aloya canlandırması ile Esin Ercan' ın parladığını söylemeliyim. Salonun tüm atmosferini değiştiren ağıt sahnesinin ise çok etkileyici bir performans olduğunu düşünüyorum. Çeribaşı Bhuva karakteri ile Mehmet Gürkan da oldukça başarılıydı. Ve Murdori' ye hayat veren küçük oyuncumuz Ömür Özkapıcı' ya da dikkat çekmek istiyorum. Ayrıca Sara Ana rolü ile Ferahnur Barut' un anlattığı hikayeler ve hikayelerin arka planda canlandırılması da oldukça güzeldi. 
Metin yazarının Türk olması çevirilerde karşılaştığımız pek çok sorunu ortadan kaldırmış. Oyunu izlerken bunu çok net hissedebiliyorsunuz. Anlatılan hikaye bizim kültürümüzde ve coğrafyamızda yaşanmasa da, karakterlerin isimleri Türkçe olmasa da dilde her şey öyle yerli yerinde ki... Espriler, diyaloglar akıp gidiyor oyunda. Çok sürükleyici bir oyun olduğunu yeri gelmişken söyleyeyim. Zaman danslarla, müzikle, hikayelerle, yaşanan olaylarla su gibi geçiyor.
Oyun dekorunda sahnede yer alan bazen çadır, bazen nehir, bazen, dağ olan perdelerin oldukça yaratıcı ve çok etkin kullanıldığını düşünüyorum. 
İkinci Dünya savaşı sırasında Almanya' da bir Çingene obasında ataerkil ve teokratik bir düzen içerisinde yaşananlar; ötekileştirme ve kültürel sınırlar üzerinden işlenirken, izleyiciyi içine almayı başarıyor. Murdori' ye hiçbir doktorun bakmamasına, Çeribaşı' na köylülerin yiyecek satmamasına, Majula' nın platonik,  Aloya ve Stein' in imkansız aşklarına üzülüyorsunuz. Düğün günü eğleniyor, askerler obayı dağıtırken sinirleniyorsunuz. Hele Aloya o ağıtı okurken o zaman işte, onlardan biri oluyorsunuz.  

Bu oyunun sezonun lokomotifi olduğunu ve kesinlikle izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. 
Alkışlar Periferi' ye kostümden müziğe dekordan rejiye hepsine :) 

15 Aralık 2021

Totlar

TOTLAR - ANKARA DT Büyük Oyunu 2 Perde - 2 saat 20 dakika
Yazan İstvan Örkeny
Çeviren Hilmi Ortaç
Yöneten Adnan Erbaş
OYUNCULAR:
Binbaşı Tolga Tuncer
Bayan Tot Elvan Eker
Bay Tot Şıvan Binici
Agika Müjgan Aksoy
Postacı Ali Karaca
Papaz Tomaji Murat Kesim
Vidanjör Sahibi Onur Kayabaşı
Geza Gizi Yağmur Evin
Profesör Cipriani Akın Berk Sağıroğlu
Doktor Alfred Eggenberger Kadircan Şeren
Komşu Lörinczke Hakan Sağlam
Petra Begüm Sarp
OYUNUN KONUSU
Sakin bir Macar köyünde, oğullarını savaşa yollayan Tot ailesinin hikayesidir oyunumuz. Onlar savaştaki oğullarının yolunu gözlerken, köye, oğullarının komutanı misafir olarak gelir. Oğullarının biraz olsun daha iyi koşullarda olması için aile her türlü fedakarlığı gösterecektir. Böylece Tot ailesi garip, yepyeni bir hayatla karşılaşır. Kahkaha ve gözyaşının yan yana bulunduğu tüm hayatlar gibidir onlarınki. Biz de “Kardeştir hep buralarda gözyaşı ve kahkaha…” diyerek açarız perdemizi.

Yağmurlu bir sonbahar akşamında bir son dakika kararı ile Ankara Büyük Tiyatro' da izledim oyunu. Temsil geçen yıl pandemi nedeni ile prömiyer yapıp kısa süre gösterimde kalabilmişti.

Oyun Macaristan'ın II. Dünya Savaşı'nda mağlup olmasından sonra Sovyetlerin Macar topraklarını işgal ettiği dönemlerde geçiyor. Macar yazar İstvan Örkeny' in metni, olayları durum komedisi yolu ile trajikomik bir hale getirerek izleyiciye aktarmayı denemiş ki bu benim en sevdiğim tarz.  


Sakin bir Macar köyünde yaşayan Tot Ailesinin oğulları savaşa gitmiştir. Gönderdiği mektupta komutanı olan Binbaşının hava değişimi için aldığı iki haftalık izni onların yanında geçirmesi konusunda kendisine ısrar ettiğini ve Binbaşının ilk tren ile gelmekte olduğunu haber verir. Tot Ailesi Binbaşıyı mümkün olan en mükemmel şekilde ağırlayabilmeyi bu şekilde oğullarının askerde bir parça daha rahat olabileceğini düşünmektedir. 


Oyunu izlerken Binbaşı geldikten sonra yaşananların alt metinlerinin de çok derin olduğunu düşündüm. Olayların akışı ve görünen tarafı durum komedileri üzerinden yürütülen bir kara mizah iken düşündüren yanı olmasını istediğimiz şeyler için verebileceğimiz tavizlerin biçimi ve boyutu ile ilgiliydi. Sıcak savaşın etkisinde olan ve olaylara bakışı da bu şekilde olan bir askerin tuhaflıklarının zamanla benimsenmesi, Tot Ailesi bireylerine ne kadar saçma ve anlamsız gelse de Binbaşının taleplerini yerine getirmeye çalışmaları, direnç gösteren babalarını her tepkisinde askerdeki oğullarını hatırlatarak engellemeleri gibi nedenler izlediklerimizin ne kadar komik olsa da savaşın hissettirdiği çaresizliği ve hüzünlü yönünü hep aklımızda tutmamızı sağlıyordu. Ayrıca Binbaşının mesajları da durup dinlemeyi gerektiriyordu. ''Akşamları burada ne yaparsınız, boş duran bir insan sürekli düşünür ve düşüncelerinde kaybolur ve mutlu olamaz, bu sakıncalıdır, insanlara yapılacak işler verilmelidir'' gibi tahliller dikkat çekiciydi. Metni ve kurguyu kesinlikle çok beğendim.   


Oyunculukları enfes buldum. Baba Tot canlandırması ile Şıvan Binici çok inandırıcıydı. Ancak kız kardeş Agika rolü ile Müjgan Aksoy' un parladığını söyleyebilirim. Ses tonu, duruşu, mimikleri, duygu geçişleri ile muhteşemdi. Ayrıca oyunda akılda kalıcı bir karakter de Postacı rolü ile Ali Karaca' ydı. Diğer yan roller de çok çok başarılıydı. Profesör, komşular, rahip hepsi tam bir sinerji içerisindeydi. Sadece Anne Tot canlandırması ile Elvan Eker oyunculuğunun biraz geride kaldığını söyleyebilirim. Tolga Tuncer' in Binbaşı canlandırması o kadar doğal o kadar inandırıcıydı ki, tek kelime ile bayıldım.


Orkestra harikaydı, oyunun içerisinde her yerde tam bir bütünlük içerisindeydiler. Orkestranın kostümleri ile oyuna dahil edilmesini çok seviyorum. Son derece akıcı herkesin beğenisine hitap edebilecek, sekiz yaş üzeri çocuklarla da rahatlıkla izlenebilecek başarılı, emek verilmiş bu harika oyunu ilk fırsatta izlemenizi öneririm.

İyi ki tiyatro var :)

12 Aralık 2021

Amadeus

18. yüzyılda Viyana'da yaşayan efsane besteciler Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri'nin çatışmasını ele alan, Peter Shaffer’in yazdığı, usta yönetmen Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği Amadeus oyununun başrollerini Selçuk Yöntem (Antonio Salieri), Okan Bayülgen (Wolfgang Amadeus Mozart) ve Özlem Öçalmaz (Costanze) üstleniyor.
Kalabalık oyuncu kadrosu, 12 kişilik koro ve 10 kişilik canlı orkestradan oluşan 35 kişilik dev ekibiyle sezonun en çok ses getirecek prodüksiyonlarından birisi olarak gösterilen Amadeus, 11 Ocak’ta Uniq Hall’da prömiyer yapıyor.
1984 yılında Milos Forman’ın yönettiği sinema filmiyle “En İyi Film” ve “En İyi Uyarlama” dahil olmak üzere toplam 8 dalda Oscar kazanan Amadeus, tiyatro uyarlamasıyla sezon boyunca sanatseverlerle buluşmaya devam edecek.
Dünya müzik tarihine yön veren deha Mozart, gündelik yaşamında sıradışı karakter olarak yaşamdan hayli kopuk bir hayat tarzı sürdürmektedir. Yeteneğini dışa vurmak için ilginç bir yol seçen sanatçı, eksantrik davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getirmiştir. Yaşamı ile müziği zıt kutuplarda ilerleyen Mozart, yeteneğini sergilemek için gerçek üstü hareketlerde bulunur. Adeta bir "tutunamayan" profili çizen Mozart, bu sağlıksız yaşamı yüzünden Salieri'yi endişelendirmektedir. Mozart’a göre çok daha disiplinli ve müzik konusunda hırslı olan Salieri, müziğin tanrısı kadar başarılı olamamaktadır. Bu düşünceler zamanla farklı bir ilişki kurmalarına neden olur... Müzik konusunda yüce bir yeteneğe sahip olan Mozart ile Salieri’nin ilişkisine odaklı bir başyapıt. Sanat ile sanatçının kişiliği arasındaki ilişkiye odaklanan ve usta müzisyenin yaşamını, Salieri üzerinden anlatan bir klasik.
 
Oyunu 13 Kasım' da Ankara Congresium salonunda izlediğimi belirterek başlamak istiyorum. Çok uzun süre öncesinden tiyatro izleme kriterlerinin biraz üzerinde bir ücret ödeyerek bilet satın almıştım. Amadeus, biletleri çok hızlı tükenen bir gösteri. Öyle ki 3.200 kişi kapasiteli, Ankara' nın en büyük oditoryumunda tek bir boş yer olmadığını söyleyebilirim. Bu kadar büyük salonların tiyatro gösterileri için çok uygun olmadığını düşünüyorum. Keza pandemi döneminin sonlarında açık alanlarda gösterimi olan örneğin 'Zengin Mutfağı' nda da tiyatro salonu hazzını alamamıştım ki alınmasının da mümkün olabileceğini sanmıyorum. Burada da devasa salonun dev sahnesinde, sanatçıların mimiklerini göremeden, mikrofonla oynanan bu oyun tiyatro sıcaklığını veremedi. Gösteri yeri planlamasında en uzak izleyici koltuğunun sahne ile mesafesinin göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum ve bu nedenle sanatın ticari kaygılara kurban edildiğini hissettiğim bir akşamdı.  
Ancak tüm olumsuzluklara rağmen usta yönetmen Işıl Kasapoğlu rejisi ve Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu, Piu Entertaiment iş birliği ile, baş rollerini Selçuk Yöntem (Antonio Salieri), Okan Bayülgen (Wolfgang Amadeus Mozart) ve Özlem Öçalmaz (Costanze)' ın paylaştığı bu büyük prodüksiyonu kaçıracak değildik :)
1984 yapımı aynı isimli sinema filmi de bulunan eserde, müzik konusunda yüce bir yeteneğe sahip olan genç besteci Amadeus Mozart ile kendini sanatında ispatlamış sarayın müzik yöneticisi Antonio Salieri’nin ilişkisi anlatılıyor. 18.yy Viyana' sında geçen oyunda, şehre Mozart' ın gelmesi ile Salieri' nin içerisine düştüğü kıskançlık duygusu, Tanrı tarafından Mozart' a bahşedilen üstün yaratıcılık ve yetenek karşısında hissettiği isyan ve bununla başa çıkmaya çalışması iç konuşmalar ve anlatılar ile izleyiciye aktarılmaya çalışılıyor. Saraydaki konumunu da kullanarak dost görünümü altında Mozart' ı sabote etmesi ve giderek dozu artırması, 36 yaşında evinde vefat eden Mozart' ın ölümünden Salieri' yi sorumlu tutmamıza neden oluyor. Gerçekte hezeyanlarla dolu, uçuk kaçık, tutarsız bir kişilikte olan Mozart' ın frengiden mi yoksa Salieri' nin zehirlemesi sonucunda mı öldüğü konusunda kesin bir yargıya varılamamış ancak oyun kurgusu ikinci senaryo üzerine oluşturulmuş.
  
Okan Bayülgen' in Mozart canlandırmasını çok başarılı bulduğumu, Selçuk Yöntem' i de sahnede izleyebilmekten büyük mutluluk duyduğumu söyleyebilirim. Oyunda ilk sahne açılışından finale kadar Salieri anlatıcı oluğu için Selçuk Yöntem' i sahnede daha çok görüyoruz. Özlem Öçalmaz' ın Costanze performansının ustaların gölgesinde kalmadığını düşündüğümü de eklemek isterim. Çok büyük emekler verilerek hazırlanmış projede aryalar enfesti, tam bir müzik ziyafetiydi. Dekor, kostümler tek bir eleştiri getirilemeyecek ölçüde başarılıydı.
Çok başarılı ve uzun süre etkisinde kalabileceğiniz unutulmayacak bir müzikaldi.
Fırsat bulursanız kaçırmayın derim :) 

10 Aralık 2021

Vişne Bahçesi


VİŞNE BAHÇESİ - ANKARA DT-Büyük Oyunu
2 Perde - 2 saat 10 dakika
Yazan: Anton Pavloviç Çehov
Çeviren: T. Yılmaz Öğüt
Rejisör: Bengisu Gürbüzer Doğru


OYUNUN KONUSU

Oyun, Çarlık Rusya’nın değişen sosyal ve ekonomik hayatında giderek güç kazanan burjuva sınıfı karşısında yok olmaya başlayan aristokrat Ranevskaya ailesinin, yeni düzen karşısında eski alışkanlıklarından vazgeçememelerini ve değişen düzenin gelişimine ayak uyduramamaları sebebi ile zenginliklerini ve topraklarını kaybedişini konu alır.

 

 

OYUNCULAR:
Lyubovandreyevna Ranevskaya Orkide Çivicioğlu
Leonidandreyeviç Gayev Cem Balcı
Yermolayalekseyeviç Lopahin Bülent Çiftçi
Pyotrsergeyeviç Trofimov Ergin Özdemir
Borisborisoviçsimeonov Pişçik Ümit Hasret Arslan
Semyonpanteleyeviç Yepihodov Okan İrkören
Firs Nejat Armutçu
Anya Başak Vural
Varya Cemre Burcu Tosun
Dunyaşa Tuba Akten Mengi
Arlotta İvanovna Başak Güleç Gökalp
Yaşa Muzaffer Saygı
Yolcu Yunus Beydoğan
Davetliler: Buse Çağla Çelik, Gül Öz, Mehmet Tolga Günay, Fatmanur İsmailçebi, Mehmet Onur Kocabaş, Ahmet Ergin Sezen


Ankara, Cüneyt Gökçer Sahnesinde, serin bir sonbahar akşamında, kalabalık tiyatro sever bir kitle olarak Çehov eserlerinden birini izlemek üzere salonu doldurduk. Çehov deyince aklımıza gelenleri kendimizce tekrar ettik. Kuğunun Şarkısı-Bir Evlenme Teklifi, Vanya Dayı, Üç Kızkardeş, Ayı, Martı, Altıncı Koğuş yazarın kısa hayatına (44 yaş) sığdırabildiği eserlerinden ilk anımsadıklarımızdı. 

Eserleri genellikle Çarlık Rusyasının son zamanlarında, 19. yüzyılda dönemin değişen sosyo-ekonomik yapısı atmosferinde geçen Çehov, Vişne Bahçesi' nde tam anlamıyla bunu yansıtmış bizlere. Oyunda, toprak sahibi aristokrat Ranevskaya ailesi, ellerinde kalan son varlıkları 'Vişne Bahçesi'ni satmak durumunda kalmalarına rağmen yeni ekonomik koşullara çok da uyum sağlayamamış görünüyor. Ailenin Paris' ten dönüşleri ile ilk perde başlıyor. 


Sahne dekorunda ilk göze çarpan çiçek açmış pek çok vişne ağacı. O kadar gerçekçi ve güzel görünüyor ki beyaz pembe insanın içi açılıyor. Sonra bir malikane, çift yönlü merdiven ile çıkılan üst giriş ve bahçesi fark ediliyor. Ve geceleri ışıkları yanan sokak lambaları, gökyüzü manzarası... Çok güzel tasarlanmış özenilmiş ve başarılı bir dekordu. Tasarım için Selim Keleşoğlu özel bir alkışı hak ediyor diye düşünüyorum.

Kostümler ve müzik de en az dekor kadar dönemi yansıtan başarılı ve tamamlayıcı öğelerdi. Öyle ki klarnet, keman ve akordeondan oluşan mini orkestranın kostümleri bile çok güzeldi. 

Oyunculuklar için de övgü sakladım. Çalışılmış, özenilmiş, oldukça başarılı ve inandırıcı oyunculuklar izlediğimizi düşünüyorum. Özellikle Yermolayalekseyeviç Lopahin' i canlandıra Bülent Çiftçi' yi çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Vişne Bahçesini satın alacak olan, yıllarca Ranevskaya' lar için çalışmış, ezilmiş, hor görülmüş ancak sonradan zengin olmuş bu karakter, artık vişne bahçesini satın alabilecek güçtedir. Almakla kalmayacak vişne bahçesindeki ağaçları kesecek ve orayı ayrı bir kazanç kapısına çevirecektir. Bu karakter Rusya' da yeni oluşmaya başlayan burjuva sınıfını temsil etmektedir. Artık feodalite sonlanmakta, aristokrasi yok olmakta, burjuva sınıfının yükselişi başlamaktadır.   


Metne gelince :) Çehov' un metni, karakterler arasındaki gündelik, sıradan ve sıkıcı diyaloglardan oluşmaktaydı. Oldukça durağan, ilgi çekmeyen, yok denecek kadar az olay örgüsü içerisinde izleyicinin beğenisini kazanmayı başaramadıklarını düşünüyorum. İkinci perdenin başında evde balo düzenlenmesi ve danslar biraz ritmi yükseltse de yetersiz kaldı. İzleyicilerin bir kısmının perde arasında çıktıklarını, bir kısmının ise alkışa kalmadıklarını görmek üzücüydü. Bu kadar özenin, enerjinin ve emeğin daha ilgi çekici bir metin için kullanılması durumunda harika bir tiyatro eserinin ortaya çıkacağını düşünmekten kendimi alamadım.

Bilet almadan önce bunları göz önünde bulundurmanızı önerir, yine de tiyatrosuz kalmayın derim. 

İyi seyirler!

21 Ekim 2021

Dr.Jekyll İle Bay Hyde

DR.JEKYLL İLE BAY HYDE ANKARA - DT Büyük Oyunu 1 Perde - 1Saat 40 Dakika
Yazan: Robert Louis Stevenson - Çeviren: Şükran Yücel
Uyarlayan: Jeffrey Hatcher - Yönetmen: Ünsal Coşar
OYUNCULAR:
Dr.Henry Jekyll: Gökhan Kutum
Edward Hyde: Sibel Günday Karpuzcu/Barbaros Efe Türkay/Kıvanç Bozkır
Gabriel Utterson: Kadir Anıl Adıgüzel
Elisabeth Jelkes: Meray Tunç
Dr.Lanyon – Müfettiş: Egemen Büyüktanır
Sir Danvers Crew – Uşak Poole: Erdi Erciyas
Dedektif Sanderson – Richard Enfield: Berk Baykut
Fahişe – 1.Kadın Çilem Avunç Sağlam
Anne – Dilenci – Hizmetçi Demet Kızılay
Polis – 1.Öğrenci Engin Baysal
Otel Katibi – 2.Öğrenci- 2. Polis Emre Duran
Küçük Kız – 2.Kadın Berrak Atlı
Sarhoş – 3.Öğrenci Emre Olanca



OYUNUN KONUSU: 1800'lerde İngiltere'de geçen oyun, toplum içinde saygın bir yeri olan bilim insanı Dr. Henry Jekyll'ın bir deney yapmaya karar vermesi ve bununla birlikte gelişen beklenmedik olayları konu alır.

Sezona hızlı bir giriş yaptım ve bu durumdan oldukça memnunum:) İzlediğim bu oyun ise beğeni kriterlerimi oldukça yükseltti diyebilirim çünkü uzun zamandır bu derece keyifli bir tiyatro akşamı geçirmemiştim. Akün Sahnesi, dolunaylı bir sonbahar gecesi, öğrencisi bol bir izleyici kitlesi, çok çalıştığı her detayda belli olan özenli ve genç oyuncu kadrosu, akıllıca kullanılmış sahne ve dekor planlaması ve harika kült bir eser... Sadece koltuklarımıza yerleşip arkamıza yaslanmak bu lezzete ulaşabilmek için yeterli. Tek perdede, bir saat kırk dakikanın nasıl geçip gittiğini anlamayacaksınız bile...

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, İskoçyalı yazar Robert Louis Stevenson tarafından 1886 yılında yayımlanan bir kısa roman. Sayısız defa basılan ve raflardan hiç eksik olmayan bu popüler roman, defalarca kez sinemaya uyarlanmış ve sahnelenmiş. Ancak devlet tiyatrolarında ilk kez sahneye konulduğunu belirtmek isterim.

Saygın ve çok zeki bir bilim insanı olan Dr.Jekyll' ın, her insanın içinde var olan iyi ve kötüyü ayırıp, kötüyü ortadan kaldırarak iyi insan oluşturma amacı ile yaptığı deneysel çalışmalarda denek olarak kendini kullanması ve ortaya Mr.Hyde' ın yani kötü tarafının çıkması ile yaşadığı kişilik bölünmesini anlatan oldukça ilgi çekici bir metin. Ünsal Coşar yorumu ile izlediğimiz bu oyunda Mr.Hyde' ın üç oyuncu ile aynı anda temsil edilmesini ve özellikle bu üçlü ve Mr.Jeykll' ın aynı anda yer aldığı sahneleri çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim.

Psikolojik gerilim türünde tanımlayabileceğim oyunda, sahne ışıklandırması, dekor, müzikler ve ses efektleri bu atmosferin oluşturulmasına katkı sağlamış. Sahnenin her yerine gidebilen büyük tekerlekli kırmızı kapının yorumun, en güçlü metaforu olduğunu düşünüyorum. Hem mekan hem karakter geçişleri hem de Dr.Jekyll ve Mr.Hyde' ın güç savaşları anlatılırken oldukça işlevsel ve estetik bir görsellik sunuyor izleyiciye. Özellikle final sahnesinde kapının çok ustaca ve çarpıcı bir şekilde kullanıldığını söyleyebilirim. Bu noktada sahne arkası sinevizyonundaki boşluklarda kullanılan deseni (porselen deseni)  anlamsız ve rahatsız edici bulduğumu, sokak yansıması dışındaki görüntüleri ise gereksiz bulduğumu ekleyebilirim.

Dr.Jekyll' ın amacı zaman zaman hazırladığı iksiri içip, Mr.Hyde' a kontrollü bir şekilde dönüşmek iken, bir süre sonra Mr.Hyde iksir içmese de kendiliğinden ortaya çıkmaya başlar. Dr.Jekyll' ın aksine fiziksel olarak çirkin, acımasız, zalim bir katildir. Yaptığı kötülüklerin dozu yavaş yavaş artmakta ve kendisi güçlenmektedir. Bu şekliyle her zaman birbiri ile mücadele halinde olan içimizdeki kötülüğün, iyiliği mağlup ettiği düşünülebilir.

İlk kez izlediğim genç oyuncuların çok çalıştıkları, çok emek verdikleri her an hissediliyordu. Dr.Jekyll' a can veren Gökhan Kutum çok başarılı bir performanstı. Her birini tebrik ediyorum. Uyum içerisinde sahnelenen başarılı bir iş çıkarmışlar.

Ve sonunda insanın çok çeşitli, kendi içinde bağdaşamaz ve bağımsız kişiliklerin bir araya gelmesinden başka bir şey olmadığını tahmin etme cüretinde bulundum. Bilinç dünyamda çarpışan ikili yaradılıştan biri ya da öbürü olduğum rahatlıkla söylenebilirse de, bunun ancak tümüyle her ikisi de olduğum için söylenebileceğini anladım.

Kendi benliğimden çekip çıkarmış olduğum Hyde, yaradılış olarak kötü ve alçaktı. Tüm davranışlarında bencilliğin izleri vardı. Hırslarını yontma gereği bile duymuyor, hayvani bir içgüdüyle bir kötülükten diğerine sıçrıyordu. Yüreğinde merhametin kırıntısı bile yoktu. Hyde'ın bu davranışları karşısında tüylerim ürperirdi. Her şey yasalara aykırıydı, onun varlığı bile. bu yüzden çenemi tutmak zorundayım. suçlu hyde idi, ben değil...
Ankara izleyicileri kaçırmasınlar, diğer izleyiciler turneleri takip etsin derim. Sinema havasında izleyebileceğiniz akıcı bir oyun. Ben de sezon bitmeden bir kez daha izleyebilmek istiyorum.

İyi ki tiyatro var :)

18 Ekim 2021

Başvuru Beklemede


BAŞVURU BEKLEMEDE - Eskişehir Şehir Tiyatroları
Tek Perde-1 Saat 15 Dakika
Yazan: Greg EDWARDS ve Andy SANDBERG
Çeviren: Emel ASLAN
Yöneten: Çiğdem ALTUĞ
OYNAYAN: Özlem AKDOĞAN

Konusu: Sıra dışı bir anlatım ve görselliğe sahip olan oyun, yetişkinler ve çocuklar arasındaki iletişimi, Ebeveyn olma halini ve eğitim sistemini sorguluyor.
 
Eskişehir Şehir Tiyatroları' nda izlemeyi istediğim esas oyun 'Macbeth'. Sezon bitmeden onu da izleme şansı bulabilmeyi umuyorum :) 
 
 
Başvuru Beklemede' nin konusunu oyun tanıtımından okuduğumda 'yetişkinler ve çocuklar arasındaki iletişim', 'eğitim sistemi' ve ebeveyn olma hali' gibi odak noktalarıyla oldukça ilgimi çekmişti. Ancak metnin tümüne baktığımızda konuyu bu şekilde tanımlamak ne kadar doğru emin olamıyorum. 
New York’ta pahalı ve kayıt kriterlerinin zor olduğu saygın! bir özel okulun anaokulu bölümünün idari işlerindeyiz. Normalde okulda yardımcı öğretmen olarak çalışan Christine, görevinden ayrılan idari işler birimi personelinin yerine göreve başlıyor. Ve gün boyunca onlarca kişinin kayıt işlemleri ile ilgili telefon ve taleplere, aynı zamanda da okulun sahibinin o akşamki yemekli organizasyonu ile ilgili düzenlemelere karşılık vermeye çalışıyor. Telefon görüşmelerini yaparken Şehir Tiyatroları bünyesinde yer alan otuziki sanatçı, yardımcı oyuncu olarak görüntülü bağlantılar ile Özlem Akdoğan' a eşlik ediyor. Bu noktada oyunun bana Tamamen Doluyuz 'a güçlü çağrışımlar gönderdiğini söyleyebilirim. Yine tek kişilik bir oyun, yine telefonlara cevap vermeye çalışan ve arayan kişilerin görsel olarak sahnede paylaşıldığı tempolu bir performans. 

Christine' e çok da dost canlısı yaklaşmayan çalışma arkadaşları ile mobbing uygulayan patronunu bir tarafa bırakırsak, bu metin içerisine okul bünyesinde uyuşturucu üretimi, patlayıcı yapımı ve patronun seks videosu gibi bağdaştırmakta zorluk çektiğim ve bütünsellik içerisinde hazmedemediğim alt konuların yer almasını yadırgadığımı söyleyebilirim. Bir solo ebeveyn olan ve oğlu dini eğitim veren bir okulda okuyan (yetkili olarak rahibe ile görüntülü konuştuğu için bu çıkarımı yaptım) Christine, akşam cadılar bayramına gidebilmek için oğluna vermiş olduğu sözü, anlayışsız patronunun yemek organizasyonuna katılma zorunluluğu nedeni ile tutabilecek midir?  Ya da bu sözü tutabilmek için uğradığı değişim, karşısına çıkan fırsatları lehine kullanarak adeta şantajcı bir kişiliğe bürünmesi, okulda istediği pozisyona istediği maaş ile geçebiliyor oluşu izleyiciye ne tür mesajlar verecektir? Ancak kendi adıma şunu ekleyebilirim ki, mizah dozu biraz daha yüksek ya da abartılı olabilseydi aklımdaki sorular bu denli rahatsız edici olmayabilirdi. Metnin türüne komedi diyemiyorum ben bir dram izledim...
Özlem Akdoğan yetmişbeş dakika boyunca inandırıcı ve güçlü bir performans sergiledi. Oldukça başarılı bulduğumu söyleyebilirim. karakter değişimlerini, duygusal iniş çıkışları izleyiciye güzel yansıttı. Kendisini farklı oyunlar da izleyebilmeyi diliyorum. 
Görüntülü telefon görüşmeleri ve kullanılan video tekniklerinin görselliği zenginleştirdiğini ve tiyatro ile sinemayı küçük ölçekli de olsa aynı sahnede görebilmenin izleyiciye farklı bir deneyim yaşattığını düşünüyorum. 

İyi ki tiyatro var, yine yeniden...

15 Ekim 2021

Ve tik tak...

Görüyorum ki silahsızız hepimiz.. Ve şayet olsaydık Kafka' nın dediği gibi silahlarımız beynimiz olmayacaktı. Silah tamamen bedenimizin dışında, aklımızın ve bizim dışımızda. Ateş edip duran, kazdığım siperlerde beni bulan, gaz bombaları ile soluğumu tutan düşman 'zaman'. Saatler, dakikalar ve saniyeler. Ve tik tak...

Her geçen gün, giderek derinleşen ve koyulaşan bir kuyuya gömülüyorum sanki. Haftalar üzerime toprak atıyor, aylar, mevsimler birikerek durmadan basıncı artırıyor. Giderek taşıdığım yükün ağırlaştığını hissediyorum, öyle ki parmağımı kıpırdatacak, gözlerimi açıp kapayacak kadar bile yerim kalmadı sanki. Burada sıkıştım ben. Ve tik tak... 

Dün bir ağaçkakan sesi duydum, çok baktım ama göremedim dalların arasında. Ne senkronize ne azimli, ne hayranlık uyandırıcı bir ses. İnancı uğruna, durmaksızın, hiç ölmeyecekmiş gibi, tereddütsüz çabalıyor, tiktaktiktak... Keşke ben de biraz inanabilsem. Tüm kaslarımı yerçekimine, tüm saç tellerimi rüzgara ve bedenimi bu sürüklenişe teslim edebilsem. Çabasız, zahmetsiz, düşünmeden zamanın içinde akabilesem. Ve tik tak...

Küçüktüm, çok koştum, çok oynadım, çok susayıp, çok acıktım. Dünya kocaman bir dondurmaydı, hepsini yalayıp, bitirmek istedim. Öyle büyüktü ki ben bitiremeden o eriyip kayboldu. Şimdi yapışkan, koyu, ıslak bir sıvının içerisinde yüzer gibiyim. Askıda gibi, ne yukarı çıkar, ne dibe çöker. İşine gider, evine döner. Ve tik tak... 


Yere düşen ekmeğimi üfleyerek temizleyebildiğime inandığım günleri özlüyorum. Kirlenen ruhlarını nefesleriyle temizleyebildiklerine inananların çocuksu ama hafifleten inancı gibi, yaptığımız kötülüğü unutana kadardır tövbeler. Herkes seni suçladığında masumiyetine tutunmak ne kadar zorsa, kimse seni suçlamıyorsa masumiyetine inanmak o derece kolaydır çünkü. Hangimiz masum kalabildik günlerimizi öğütüp duran zaman karşısında? Ve tik tak...

Arayışlarıma, hayallerime bir rota belirleyemedim hiç. Asıl karanlığın gözlerde değil daha içerilerde olduğunu hissettim ve içimdeki ışığı izledim bulabildiğim kadar. Samimiyetsiz sevinçler, göstermelik coşkular, ahlak ve erdem şovlarından uzak tuttum yönümü. Yapılan iyiliklerin insanların kendi egosunu büyütebileceğini geç anladım. Oysaki her eylem sadece kişinin kendi tercihi olmalıydı. Yoksa herkesin yutkunup yutamadığı, kursağımda kalan bir hevesi, bir hayal kırıklığı olacaktı. Ve tik tak...


Hayaller kurmayı seviyorum hala, ucu kanadı gerçeğe dokunacak hayaller. Hayallerimde her şeyim var. Umutlarım, gün doğumlarım, gün batımlarım, melankolik hüzünlerim, iç çekişlerim, dış sezişlerim, cezayı kendime kesişlerim, sonra herkesi affedişlerim… Hayallerimin zamansızlığını, uçsuz bucaksızlığını seviyorum. Zaman orada bulamıyor beni. Ve tik tak...

Yağmurlu bir sonbahar akşamında, süzülerek dökülen yaprakların hafifliğine inat yüreğim yere düşüp tuzla buz oldu ıslak kaldırımlarda. Buz eriyip yağmur oldu, tuz ruhuma karışıp içime doldu. Mutsuz mu, umutsuz mu, huysuz muydum o gün ayrımsayamadım. Neyse ki sabah oldu...

Not. İllüstrasyonlar Igor Morski' ye aittir.

13 Ekim 2021

Kadınlarımız

KADINLARIMIZ ANKARA - DTBüyük Oyunu
2 Perde - 1 saat 45 dakika
Yazan Eric Assous
Çeviren Anıl Dursun
Rejisör A. Sinan Pekinton
OYUNCULAR:
Paul: Alper Tazebaş
Simon: Ötüken Hürmüzlü
Max: Esat Tanrıverdi
OYUNUN KONUSU
25 yıllık dostlukları olan Max, Paul ve Simon, poker oynamak için Max’ın evinde toplanırlar. Simon, kırk beş dakikalık gecikme ve evin salonuna bomba gibi düşecek bir haberle gelir. Dostluklarını sorgulayacakları bir yüzleşme başlar. Hayatlarındaki kadınlarla yaşadıkları sorunlar, mutsuzluklar, dostluklarındaki sorgulamalar ve ikilemler… Üç dost, bu gece birbirlerini yeniden tanıyacak, hayatlarında yeni bir döneme başlayacaklardır…


Tıpkı eski günlerdeki gibi... Ankara' da bir sonbahar gününün sonunda bir tiyatro akşamı, Şinasi Sahnesi.. Pandemi etkilerinin hala hissedildiğini, girişte aşı kartı kontrolünün yapıldığını ve aralıklı oturma düzenini saymazsak fazla birşey değişmemiş. Ankara tiyatro izleyicisi üniversitelerin de açılması ile oldukça genç bir kitle. Geçen süre boyunca açık havada izlenen yazlık tiyatro ve bazı özel gösterimleri saymazsak neredeyse hiç sahne görmemenin özlemi fark ediliyor atmosferde... Bilindik melodi ile yapılan 'oyunumuzun başlamasına beş dakika kaldı' anonsu bile herkesi gülümsetmeye yetiyor. Sahnenin kararması ile nefeslerimizi tutup, başka insanların hayatlarına misafir olmaya başlıyoruz.


Sahne modern bir açık mutfak dekoru ile karşılıyor bizi. Önde koltuk takımı sağ taraf mutfak ve bir masa ile. Ev sahibi radyolog Max (Esat Tanrıverdi) ve doktor arkadaşı Paul (Alper Tazebaş)' ı görüyoruz aydınlanan sahnede. Paul çok sakin bir şekilde masada otururken, Max sinirli, telaşlı ve sabırsız bir şekilde yirmibeş yıllık dostluklarının üçüncü kişisi olan kuaför iş adamı Simon (Ötüken Hürmüzlü)' ı beklemektedir. Haftalık rutinler şeklinde bir araya gelip içki eşliğinde poker oynayan üçlü için o gece farklı bir gecedir çünkü Simon buluşma saati hayli geçmiş olmasına karşın gelmemektedir. Geldiğinde ise onları büyük bir şok beklemektedir.


Konunun dinamizmini ve metni beğendiğimi söyleyebilirim. Yönetmen koltuğundaki Sinan Pekinton' un kadın cinayetleri ve alınan cezalara yönelik eleştirel yaklaşımını doğru açıdan ve dozunda bulduğumu söyleyebilirim. Ayrıca konunun izleyiciyi içine aldığını ve 'ben olsaydım ne yapardım' sorgulamasını kaçınılmaz kıldığını düşünüyorum. Üç erkeğin de birbirinin yaşantısına hakim olduğunu, birbirlerinin eşlerini ve Max' in sevgilisi Magali' yi çok iyi tanıdıklarını oyunun ilerleyişinden anlayabiliyoruz. Erkeklerarası bir dedikodu akşamı havasında başlayan diyaloglar zaman ilerleyip, karar verme zorunluluğu ve  gerilim arttıkça derinleşerek, kendilerini, yaşantılarını ve hayatı kökten sorgulayacak bir düzleme evriliyor. Evlilik, arkadaşlık, ebeveylik, dostluk, iş ve statü, adalet duygusu, fedakarlıklar, erdemler, suç aklama gibi pek çok temada alçalıp yükselen, yumuşayıp sertleşen sorular ile çok başarılı bir örüntü oluşturuluyor. Arada küçük durum komedileri ile de alt notalara eğlenceli sekansların serpiştirildiği oyunun izleyiciyi tatmin ettiğini düşünüyorum.

Gece sabaha bağanırken üç arkadaş için artık pek çok şeyin değiştiğini ve artık hiç kimsenin eskisi gibi olamayacağını anlıyoruz. 


Aklımızda kalan replikler:
İnsanları belli bir noktaya kadar tanıyabilirsin.
Max: Magali’yle her şey bir tartışmaya dönüşüyor. Kadının buna yeteneği var. Havadan sudan konuşurken bile bir bakmışsın ortaya koskoca bir dram çıkıvermiş.
Paul: Ben eşek gibi çalışıyorum ama o, kendi köşesinde! Huzurlu bir ilişkimiz var demiştim, ya. Huzurludan da beter, resmen ölü. Sıfır iletişim.
Simon: Artık bir cinsel hayatımız olmamasına rağmen haftada altı gün spor yapıyor; jogging, yüzme, karın-kalça egzersizleri… Tüm bu çaba boşuna değil, herhalde. Mutlaka birilerinin işine yaraması gerekiyor.

 

Oyunculukları genel anlamda başarılı ve inandırıcı bulduğumu sadece Esat Tanrıverdi' nin sık tekrarlayan dil sürçmelerinin izleyici rahatsız edebileceğini düşündüğümü söyleyebilirim.

 

Ben tiyatro izleyici koltuklarını ve bu izlenimleri paylaşmayı çok özlemişim. Umarım harika bir sezon olur. 

İyi seyirler!

 

Not. Bir önceki yazıma yapılan yorumların teknik bir neden ile geri dönüşü olamayacak şekilde silindiğini ve bu konuda üzgün olduğumu söylemek istiyorum.

29 Eylül 2021

Zengin Mutfağı-Das Das

İki perde - 110 dakika

13 yaş ve üzeri

Cumhuriyet tarihinde görülmüş en büyük işçi hareketi olan 15-16 Haziran 1970 olaylarının zengin bir ailenin mutfağına yansıması.

Hizmet etmekten başka bir şey düşünemeyen köşk çalışanları da gözlerinin önünde gelişen olaylar karşısında kayıtsız kalamayacaktır. Toplumdaki değişimden her biri kendi payına düşeni alacaktır.

Vasıf Öngören’in bu olayları eğlenceli bir biçimde aktardığı oyun, tiyatro sahnesinde defalarca yorumlanmış ve beyazperdeye de uyarlanmıştır.

1978 yılında ilk kez İstanbul Şehir Tiyatrolarında bu oyunda aşçı Lütfü Usta’yı canlandıran Şener Şen, 40 yıl aradan sonra aynı rolde ve genç bir oyuncu kadrosuyla tekrar sahnede.

Zengin Mutfağı, Vasıf Öngören'in 1977'de yazdığı tiyatro eseridir. Eser, epik tiyatronun Türkiye'deki önemli örneklerinden biri kabul edilir.

Geçen zaman süresinde izlediğim ancak paylaşma fırsatı bulamadığım oyunların en azından isimlerini anarak başlamak istiyorum. Devlet Tiyatrolarının kapanmadan önceki son günlerinde 'Selvi Boylum Al Yazmalım' oyununu; yaz dönemi açık hava gösterimleri arasında da 'Sonsuzluk Kitapevi' ve 'Aşık Veysel' oyunlarını izleme fırsatı bulabildim. Zengin Mutfağı Ankara turnesi benim için kaçırılmaması gereken bir fırsattı kesinlikle. 20 Eylül akşamında PanoraPark' ta açık havada, pandemi koşullarında ve sahneye uzak olsa bile ömürlük bir lezzet aldığımı söyleyebilirim. Bonnus olarak muhteşem bir dolunay gökyüzünde bize eşlik etti o akşam.

Zengin Mutfağı, ilk olarak 1977'de İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Başar Sabuncu yönetiminde sahnelenmiş ve başrolde yine Şener Şen oynamış. Aralarında İsmet Küntay Ödülü de bulunmak üzere çeşitli ödüller alan oyun 1980'de aynı ekip tarafından sinemaya da aktarılmış.

Devlet Tiyatroları tarafından 1994-1995 sezonundan itibaren çeşitli defalar sahnelenmiş. 2012-2013 tiyatro sezonunda yazarın kızı Aslı Öngören yönetiminde İstanbul Şehir Tiyatroları'nda yeniden sahnelenmiş.

1988 yapımı sinema uyarlaması da bulunan yine eski pehlivan kıdemli ahçı Lütfü Usta' yı Şener Şen' in canlandırdığı tiyatro tadındaki film de dahil olmak üzere; 1977 den 2021' ye kadar 44 yıl boyunca güncelliğinden kaybetmeyen başarılı metnin, hafızalardan hiç silinmeyecek bir deneyim olmasının en büyük mimarı şüphesiz Vecihi, Badi Ekrem, Züğürt Ağa ve sayısız karaktere imza atan büyük usta Şener Şen ve inanılmaz oyunculuğu.

Oyun 1978 yılında Fatih’te İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncuları tarafından prova edilirken oyunculara bir bombalı saldırı gerçekleşmiş. Saldırı sonucunda Fatih Şehir Tiyatrosu’nun yan sahnesi havaya uçmuş. Ayrıca 2012’de Şehir Tiyatroları tarafından sahnelendiği sırada “faşizm eleştiriliyor” gerekçesi ile bazı seyircilerin küfürlü saldırısına uğramış.

Sahne Şener Şen' in izleyiciye sorduğu bir soru, karar verme arifesinde yaşadığı ikilem ile açılıp, anlatayım da bakın siz karar verin, şeklinde gelişip yine finalde aynı soru ile kapanıyor. Ancak anlıyoruz ki karar aslında zaten verilmiş bir karar... Son replikte izleyiciye balyoz gibi inen "İnsan kimlere hizmet ettiğini iyi düşünmeli?" repliği Lütfü Usta ile vedalaşmayı imkansız hale getiriyor diye düşünüyorum.

Kerim Bey' in mutfağında yıllarca adaletine sonsuz güven ile her türlü isteğini sorgusuz baş üstüne etmiş Lütfü Usta, Almanya' dan gelen eğitimli köpekler ve köşke sığınmacı olarak girip büyük bir karakter değişimi yaşayan Selim' den daha az değerli olduğunu fark ettiğinde aslında ayrılma kararını da zaten vermişti bence.  

Oyunda pek çok kez yinelenen ”Ya bizdensin ya onlardan. Ya bizdensin ya da karşı taraftan, ölçü budur” repliği, toplumun nasıl da uzun süredir keskin bir çizgi ile ayrıştırılmaya çalışıldığınn çarpıcı bir örneğiydi.

Zengin bir evin mutfağından, 15-16 Haziran 1970 işçi hareketi olaylarına bakışımızı sağlayan Zengin Mutfağı, ilk sahnelenişinin üstünden yıllar geçse de güncelliğini kaybetmeden alkış almaya devam ediyor.

Büyük ustalar iyi ki varlar çok az kaldılar, uzun ömürler, bol alkışlar diliyorum...

21 Nisan 2021

Yardım Et Anne

Tam aşkımı ilan edecektim anne, bunu hayal etmiş, aynanın karşısında çalışmış ve yapmaya karar vermiştim. Yaklaşık bir yıl önceydi, pandemi işte o zaman ilan olundu. Önce okullar tatil oldu, sonra sınıfça gideceğimiz resim sergisi ve Kapadokya gezisi. 

 

Sistemde bir açık yakaladım ben anne! Sistem toplumsal değerler saldırısına uğradı, insanlık tarihi toplumun üzerine çöktü. Şairleri ve şiirlerini unutmaya başladığımızda, siber güvenlik duvarlarımıza da eş zamalı saldırıların başladığını söylemeye çalışıyorum. Benden başka kimse göremiyor mu bunları? Şiir diyorum anne şiir, en son ne zaman bir şiir kitabı aldın, anımsıyor musun? Peki sen hiç şiir yazdın mı ya da sana şiir yazan oldu mu anne? Sana seni anlatan, sana senin yansımanda kendini anlatan biri oldu mu hiç hayatında?

 

Tüm matematik problemlerini çözebiliyorum aslında ama hep uzun yoldan çözüp, çok zaman kaybediyorum. Zamanı yetiştiremiyorum ben. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp, üçer üçer inen çocuğun içinden söylediği şarkıya karar veremeden daha, arkadaşlarım toplam merdiven sayısını bulmuş oluyorlar anne...

Merak ediyorum, sürekli baktığınız ve tüm dünyayı içine sığdırdığınızı sandığınız ekranlarınızda, var mı bir insan sıcaklığı, bir ağaç gölgesinin serinliği ya da ekmeğin buğusu? Her ekran birer solucan deliği sanki, girenleri yutuyor anne. Zaman çok önemli, bırak şu akşamlarını öldüren o dizileri izlemeyi. Hayal et anne, düşün... Ya hiç vaktimiz kalmadıysa istediklerimizi yapmaya... Ertelemek çare değil, ben çok geç kaldım aşkımı ilan etmekte, sen yaşamakta geç kalma anne. Kamerasını bile açmıyor derslerde artık, yüzünü unutacağım neredeyse...

 

Bak anne anlatacağım sana; Sene başıydı, onu fark ettiğimde orman yeşili gözleri ile aramızda koyu, derin bir nehir akmıştı. O an donakalmış, bakışlarımı ayıramamış, çok utanmıştım. Sonra tuvalete kaçmış, duvara yumruk atmıştım. Yetmemiş kendimi sağanak yağmur altında ıslatmış, sonra Ayı Osman' a sataşıp, kendimi hırpalatmıştım. İşte aşkım tam olarak böyle başlamıştı anne.

 

Bana normal değilim diye çok kızıyorsun, biliyorum. Kim normal ya da kim değil, nereden bilebiliriz ki? Beni böyle sev anne... Sen hiç çalıların rüzgarda sürüklenişine kızan bir kaya gördün mü? Peki ya daldan düştüm diye ağaca küsen bir elma? Aşık bir hindibaya rastladın mı ya da nefret dolu bir ayrık otuna veya tembel bir sarmaşık ya da söz dinlemeyen bir yoncaya? Böyle şeyler hiç olmaz, doğada sukunet olur, kabulleniş olur, kimse neden diye sormaz ve olabileceğinden fazlasını beklemez anne.. Lütfen sen de kızma artık bana.

 

Belki de mağaralarımızdan hiç çıkmamalıydık. Arılar kovanlarından çıktı mı, ya kuşlar yuvalarından, karıncalar gökdelen inşa etmeye kalkıştı mı? Teknoloji geliştikçe insanlık geriliyor anne. Tabiat ana bizi evlatlıktan çoktan reddetti. 


Artık örselenmiş ruhuma anlattığın masallar, söylediğin ninniler beni teselli etmiyor. Pamuk ipliğine bağlı mutluluğum en ufak bir sarsıntıda, bir saatin sarkacı gibi sallanıp duruyor. Bir yama yapıp geçmişi onarabilir misin anne? Vahşi insanlığın çirkinleştirdiği bu gerçekliği, digital bir yama ile düzeltebilir misin? 'Artırılmış sanal gerçeklik' ten bahsediyorlar bana... Neresinden tutsam elimde kalıyor bu söylem. Zaten gerçek olanı nasıl artırabileceklerini düşünüyor bunlar? Gerçek gerçektir, sanal gerçekleri reddediyorum ben anne. 

 

Şu iki tam bir öğrenci çaresizliğime, mutfaktan gelen kızartma kokusu ile umut olabilir misin? Bir hayal çöplüğü, düşünce kirliliği oldu geçmişim, affedemiyorum bizleri. Ya yanlış zamanda doğmuşum ya da benim tarihim yanlış yazılmış anne. 

 

Şimdi gidiyorum ama geri döneceğim. Cebimde ne telefonum var, ne cüzdanım, ne de anahtarlarım... Kapıyı çalarsam, açar mısınız anne? Eğer bir gün kim olduğumu unutursanız; cebimde taşıdığım renkli taşlardan, deniz kabuklarından ve ay çöreği kırıntılarından tanıyın beni.

Not: Uzun pandemi sürecinde ruhundan örselenen gençlerimizin ağzından bir yardım isteği olarak kurgulanmıştır.

2 Nisan 2021

Koşarken Düşürdüklerim

Seni gördüğümde ne kadar hüznüm varsa bir çığlık olup, kuş sürüsü gibi çıktı ağzımdan. Yokluğunda yaşanmış acılarım boşlukta bir kırbaç gibi çınladı zihnimin karanlığında. Geçmişe silah çekmiş zaman, bir buğunun dağılışı gibi çekildi havadan. Sanki hiç ayrılmamış, hiç gitmemiştim kıyılarından..

Satılık zamanların, kiralık hayatların, çıkarcı birlikteliklerin bedelini, kutsanmış liralar ile ödemeye başladınız. Ayağınızı yorganınıza göre uzatmayı ezber etmişken, arzularını neye göre uzatacağınızı hiç sormadınız. İstekleriniz ve hayalleriniz de hayatlarınız kadar sıkıcıydı. En zor sınav ise gerçekleri görebilen ancak görmezden gelenlerinize düştü. Onlar; Kaderin biçtiği ömrün, yazıldığı gibi okunmadığını fark etmelerine rağmen, içlerinde bitmek bilmez sorular ile gizli ittifaklar yapıp, hapishanelerinin koşullarını iyileştirmeye razı gelenlerdi.  Soruyorum şimdi sizlere; Yaşayabileceğiniz tüm heyecanlara yetmiyorken nefesiniz, kötü ihtimaller denizinde boğuluyorken hevesiniz, anları uzatabilmek uğruna nelerden vazgeçebilirsiniz?
Sadece bir kaç saniye iken aklımın gözlerine uzaklığı, aramızdaki mesafeleri kim açıklayabilir. Nasıl avutacağız kendimizi; Bir çıkmaz sokaktan, aydınlığa açılan bir yol bulmak umudu ile, yaşayıp da pişman olmanın karşısına, yapmaya cesaret edemediklerimizi koyduğumuzda?

Soruyorum şimdi sizlere; Çok konforlu hayatlarınız, bol sıfırlı banka hesaplarınız ve hep bir ağızdan yaptığınız ahlak hocalığınız ile yarattığınız kolaycı cennetlerinizde, inancınızı sorgulamayı bile unutmuşken ve yaşamaya en yakın yanınız nefes alıp vermekten ibaret kalmışken kendinizi iyi hissediyor musunuz?
İçimde bin uçurum var, hangisine düşsem sen varsın. Koşarken düşürüyorum birer birer anılarımı. Düşlerim nereye düşse, gözlerin oluyor tüm gerçek dediklerim. Peki ya sen nereye saklardın yüreğini? Kalbinin kıpırtısını duymamak için, onu denizi ve gökyüzünü göremeyeceği nereye kilitlerdin? Yüreğini aydınlığa çıkarmaktan sen de korkma hiç. Ben karanlığa hapsolmaktan isyankar benliğimi, gerçeklik tavında dövülmesi için çıkarıyorum yeryüzüne...

Küçük küçük evlerinizin içine büyük büyük kederler sığdırdınız. Mobilyalarınıza toz konmasın uğruna üzerlerini çaresizlik, umutsuzluk ve kabullenişlerle süslediniz. Gün sonu tutanaklarınızı ihtiyaçlar hiyerarşisinin en altlarına kanaat edip, öyle imzaladınız. Dört odalı, çok metrekareli yaşam alanları satın almaya çalışırken ömürlük banka kredileri ile ruhunuzu sattınız. Özgür ve güçlü olduğunuzu düşünürken kendinizi tutsak edip, mutluluğu dışarı kaçırdığınızı anlayamadınız.
Bizi anımsatan bir ezgi ilişirse kulaklarına, bir yıldız kayarsa örneğin ya da beklenmedik bir gökkuşağı çıkarsa ve her şeye rağmen yüreğin inadına çırpınıyor ise hala ait olduğu yere gidebilmek için, lütfen umudunu yitirme.

Ben uydurmadım ki tüm bunları... Hepsini kalbim söyledi. Hiçbir kalıba sığdıramadığım asi ruhum kaleme aldı. Hissettikleri ile cesur yürekler yaptı editörlüğü ve ilk teneffüs zili ile sınıflarından taşıp, okul bahçesine saçılan, hala sıcak kalpleri, körelmemiş sevinçleri, kirlenmemiş gözleriyle umutlu çocuklar okudu.

Not: İllüstrasyonlar Arghavan Khosravi