22 Aralık 2015

2015' e Fotoğraflarla Bir Bakış

2015 yılına fotoğraflarla veda ediyoruz :)

Bu sene Elif 8 yaşını, Eren ise 7 yaşını bitirdi. 

2015' in Eylül ayında Elif 3.sınıfa, Eren ise 2.sınıfa başladı.

Arkadaşlığı ve onlarla vakit geçirmenin keyfini bu yıl daha iyi anladılar.

23 Nisan' da Ankara' daki buz gibi havaya inat okullarında, görevlerinin başındaydılar. 

Becerilerini ve ilgi alanlarını geliştirmeye devam ettiler. Eren bu yaz bisiklet kullanmayı ve yüzmeyi öğrendi.

Elif patenleriyle mutluydu. Yine çok kitap okudu. 

Arkadaş buluşmalarında, doğum günlerinde, sinema günlerinde kendileri özel ve değerli hissettiler. Bu sene oyuncak alışverişinde azalma oldu. Onun yerini Elif için kitaplar, Eren için ise futbolcu kartları aldı. Eren Beşiktaş' ın maçlarını, kadrosunu takip etmeye başladı. Neyse ki bu sene ligde Beşiktaş başarılı :)

Bu sene sokağın sokakta olmanın mutluluğunu yaşadılar. Kapalı mekanlarda geçirmeleri gereken uzun ve yorucu kış günleri için enerji depoladılar. 

Elif Eylül ayında satranç yerine voleybol kursuna gitmeye karar verdi. Ama bu satrançtan vazgeçtiği anlamına gelmedi çünkü katılabileceği tüm turnuvalara katıldığı gibi başarılı da oldu. 

2015 yılı madalyalar, hediye çekleri ve kupalarla geçti. Bu seneye satranç vurdu damgasını.

Ankara Küçükler İl Birinciliğinde kendi kategorilerinde Elif 6., Eren ise 7.oldu. Birinci masalarda yapılan maçlar bizi de çok heyecanlandırdı. Güçlü rakiplerine karşı güzel mücadeleler verdiler. 

Angara bebesi olma yolunda emin adımlarla ilerlediler.

Şehrimizin müzelerini ziyaret etmeyi unutmadılar.

Aile olmanın kuzenlerinin, anane-babanne ve dedesi olmanın güzelliklerini yaşadılar. 

Bu yaz ilk kez ailelerinden ayrı teyzelerinin yanında iki hafta geçirdiler. Ve çok memnun kaldılar. En uzun yaz tatillerini yaptılar. Yaz okulunda, Antalya' da, Altınoluk' ta uzun tatiller yaptılar. Sudan hiç çıkmadılar. Eve hiç girmediler. Harika bir yaz tatiliydi.

İlk kez uzun otobüs yolculuğu yaptılar. İlk kez bilardo oynadılar. 

 Yazın da kışın da hakkını verdiler. 

Okullarını, sınıflarını, arkadaşlarını, öğretmenlerini, etütlerini çok sevdiler. 

Camiye gitmenin de, yeni yıl kutlamanın da, milli bayramlarımızın da, dini bayramlarımızın da manasını, anlamını, önemini kavradılar. Bazı büyüklerin aksine kimseyi ötekileştirmeden, yargılamadan, saygı duyarak yaşamak gerektiğini öğrendiler.  

Ve seneyi böyle muzip bir fotoğrafla noktaladılar. Bu sene inanılmaz hızlı geçti. Tıpkı daha önceki beş yıl gibi. Çocuklarla hayat hızlı, değişken, yorucu, eğlenceli ve çok güzel. İyi ki varlar, sağlık ve huzur olduktan sonra tüm sorunların üstesinden gelebiliriz. Bu nedenle tüm sevenlerimize 2016 dan sağlık ve huzur diliyoruz. Mutlu seneler :)))

2014 yılı için tık.
2013 yılı için tık.
2012 yılı için tık.
2011 yılı için tık.
2010 yılı için tık.

16 Aralık 2015

Vanya Dayı

VANYA DAYI | ANKARA DT
2 perde | 2 saat
Yazan : ANTON ÇEHOV | Çeviren : ATAOL BEHRAMOĞLU | Rejisör : ERHAN GÖKGÜCÜ

1890’ların Rusya’sı. Çarlık çökmekte. Tarım, eğitim politikaları iflas etmiş. Yoksulluk, salgınlar almış yürümüş. Doğa insafsızca, bilinçsizce tüketiliyor ve sanayi son kerte zayıf. Bu karanlık tabloda, oranı oldukça düşük olan aydınlar, yarı aydınlar tam bir aymazlık içinde küçük kişisel sorunlarıyla boğuşup, umutsuzluklarını sürdürüyorlar.

Küçük hikayede ve gerçekçi dramda bir ekol yaratan büyük usta Çekov, çiftlikte yaşayan bir ailenin güncel ve önemsiz olaylarla boğuşurken yaşadıkları bunalımları, içine düştükleri komik durumları yansıtarak özelden genele göndermeler yapıp, bu dönemin panoramasını çiziyor.

Not:
2013-2014 Sanat Kurumu En İyi Yönetmen Ödülü Erhan Gökgücü
2013-2014 Sanat Kurumu En İyi Çeviri Ödülü Ataol Behramoğlu

OYUNCULAR: DURUKAN ORDU-EMİNE ORHON-LEVENT ÇELMEN-ZEYNEP EKİN ÖNER-FUNDA GÖKGÜCÜ-OKTAY DAL-ADNAN ERBAŞ-MERAL NİRON-BÜLENT AKSOY-ÜMİT BAHADIR TUNÇ-MELTEM MÜGE TUNÇ-TUĞBERK AKSU

Doktor Astrov (Durukan Ordu)
Sonya (Zeynep Ekin Öner)
Sonya’nın akademisyen babası, Serebyakov’a (Oktay DAL)
Serebyakov kendinden genç ve güzel karısı Yelena (Funda GÖKGÜCÜ)
Vanya Dayı (Levent ÇELMEN)
Evin işlerine bakan dadı Marina (Emine ORHUN)
Eski toprak ağalarından Telyegin (Adnan ERBAŞ)
Vanya Dayının annesi yaşlı (Meral Niron)

Temsili buz gibi bir Ankara akşamında Akün Sahnesinde izledim. Akün Sahnesini hep çok sevmişimdir. Bu kez azmedip ön sıralardan bilet bulabildiğim için de ayrı bir keyifliydi.

Dekor, kostümler, müzikler ve efektler (yağmur sesi, rüzgar sesi) çok etkileyiciydi. Ayrıca ışıklandırmada mum yakılan yerin aydınlatılması güzel düşünülmüş bir detaydı bence. Oyun kahvaltı masasında Marina’nın doktor Astrov' a semaverden çay ikram etmesiyle başlıyor.

Oyunda akademisyen olan Sonya' nın babasının özeleştirisi önemliydi bence. Hayatı sadece makalelerden, kitaplardan takip ettiğini, hayat pratiğinin olmadığını söyledi. Özelden bir genellemeye varılabilir diye düşündüm. 
Oyundan aklımda kalan bir kaç cümle:
“Yorgunum ben yaşamaktan, umut artık boş bir hayal.” Tüm karakterlerin içinde bulundukları genel ruh hali buydu.
“Yaratamadığın bir şeyi yok etmen için barbar olman gerek.” Doğanın yok edilmesiyle ilgili olarak Çehov' un o dönemde gösterdiği hassasiyet dikkate değerdi.

"Tanrım...47 yaşındayım; 60 yaşında kadar yaşayacak olsam, daha 13 yılım var! 13 yıl daha nasıl dayanacağım? bu kadar uzun bir süreyi doldurmak için ne yapacağım?" (Vanya Dayı) Çok üzücü, düşündürücü bir soru.


Sonya' nın oyun sonundaki bu tiradı umutsuzluğa damgasını vuruyor:
Yaşayacağız Vanya Dayı… Biz daha ne uzun günler, geceler geçireceğiz. Alnımıza yazılan çileyi sabırla çekeceğiz. Elimiz ayağımız tuttuğu sürece dur durak bilmeden başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel geldiği zaman da usulca öleceğiz. Çok acı çekip gözyaşı döktüğümüzü, çok içimizin yandığını söylediğimizde Tanrı bize acıyacak. Ve seninle ben, sevgili dayıcığım, aydınlık ve güzel bir hayat yaşayacağız. İşte o zaman şimdiki mutsuzluğumuzu hatırlarken gülümseyeceğiz ve huzura ereceğiz. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Büyük bir coşkuyla, sonsuz bir tutkuyla inanıyorum. Huzur içinde dinleneceğiz. Meleklerin sesini duyacağız, parıltılar içindeki gökyüzünü seyredeceğiz, dünyadaki bütün kötülükler, çektiğimiz acılar Tanrının merhametinde boğulup yok olacak, günlerimiz bizi okşayacak… Buna inanıyorum… İnanıyorum… Zavallı Vanya Dayı sen de ağlıyorsun. Hayatta mutluluk nedir bilmedin. Ama bekle Vanya Dayı bekle. Huzur içinde dinleneceğiz… Huzur içinde dinleneceğiz!

Son olarak Zeynep Ekin Öner ve Durukan Ordu' nun oyunculuğu harikaydı. Tüm oyuncular çok etkileyici, akılda kalıcıydı. Her karakterin mutsuzluğunu, umutsuzluğunu, karamsarlığını hissediyorsunuz. Neşenizden bir şey kaybetmek istemiyorsanız Vanya Dayı' ya kendinizi buna hazırlayıp gidin. Ama tam bir sanat ziyafeti yaşamak istiyorsanız oyuna kaptırın kendinizi onlarla yaşayın, hissedin, gülün, ağlayın...

8 Aralık 2015

Modern Köle

Mandıra Filozofunu izlediğimde çok etkilensem de öyle bir cennet koyda bir başıma bir ömür geçiremeyeceğimin farkındaydım. Ben şehir insanıydım, şehir hayatını, kalabalıkları seviyordum. Peki ya yaptığı efsane tatil hesabı? Sanırım beni en çok düşündüren bu oldu. Benim kaç günüm kalmıştı acaba gönlümce yaşayabileceğim?

Yılın 30 günü hariç her sabah 7 buçukta evden dört kişilik ailemiz dışarı çıkıyor ve her akşam 6 buçukta hurra eve giriyordu hep beraber. Yemekti, ödevdi, temizlik, çamaşır biraz yoruluyordum elbette ama keyfimiz gıcırdı. Sebeplerim vardı. Bir kere annemlerin yazlığında bile olsa her yaz ailecek tatil yapabiliyorduk. İhtiyacımız olan giysileri alabiliyorduk. Çocuklarımızı devlet okuluna gönderiyorduk belki ama bizi çok zorlasa da hobi geliştirmelerine olanak sağlayacak hafta sonu kurslarına gönderebiliyorduk. Biraz eski de olsa arabamız vardı çok şükür. Evimiz yoktu belki ama ufak tefek birikimlerle ileride o da olacaktı inşallah. Aç değil açıkta değildik. Bu kış gününde sıcak evimizde aşımız kaynıyordu ocakta.

Peki birbirinden hiç bir farkı olmayan günlerde aylarca, yıllarca aynı standartlarda yaşamaya çalışırken elde ettiğimiz fayda(maaş) ve katlandığımız maliyeti(hayatımız) karşılaştırdığımda karşıma çıkan tablo adil miydi? Hayatımı aldığım memuriyet aylığına endekslemiş, emeklilik hayalleriyle süslemiş ayağımda bir prangayla mı yaşıyordum yoksa? Farklı bir tatil planı için kredi çekmeye, bir ev satın alabilmek için hayatımın on yılına ipotek koydurmaya mecburdum. Efkan Şeşen' in bu şarkısı çok zaman duygularıma tercüman olmuştur:

çocukluğum henüz sıcak 
inananın sonrası yok 
sabah akşam çalışırım 
bakmayın tantanaya çok 
umutlar bir kasada 
sıkışmış bir masada 
dokuz altı yollarında oy 
bir ömür geçer buralarda 
sanki yarın dünden uzak 
bitmeyen bir ızdırap oy 
dokuz altı yollarında 
bir zincir boğazımda 
sıkar sıkar gevşetemem 
ağlayamam 

ayda yılda bir kaçamak 
kaçsak bile yaşama bak 
dokuz altı yollarında 
gülmek yasak 

savrulmuşuz odalara 
bahara ve dağlara hasret 
şu gördüğün döner koltuk 
sanki ömür törpüleyen rulet

Modern kölelik gönüllülük esasına dayanıyor. Mülkiyet arzusu ve sahip olma isteğiyle başa çıkamadığımız sürece farklı bir seçeneğimiz de görünmüyor.


görsel: claudia rogge

7 Aralık 2015

Yılbaşı Ağacı

Geçen yıldan kapatılmış yılbaşı ağacı kutusu heyecanla açıldı.
İlk olarak 8 Ocak 2015' den bugüne yazdığımız mektuplar okundu.
Eren kendisininkini çok basit buldu ama henüz okumayı yazmayı yeni öğrenmişti o zamanlar o yüzden olduğuna karar verdi. 
Elif ise yılların çabucak geçmesini istiyordu.
Ağaç yavaş yavaş yükselmeye başladı. İlk kattan sonra,
ikinci kat ve tepe yıldızı.
Sonra yavaş yavaş süsler takıldı. Süslerimiz az olduğuna karar verdiler.
Ve ışıklandırmadan sonra yılbaşı ağacı ve bizim çocuklar 2016 ya hazır oldu :)

3 Aralık 2015

Günlerimiz

Kış, Aralık ayı başında kar yağışı ile kesin olarak geldiğini tescilletti Ankaralılara. Kabanlarımıza atkılar, eldivenler, bereler eklendi. Kış güneşi arada gösterse de kendini, uzunca bir soğuğa hazırladık kendimizi.
Gündemi takip etmek artık acı veriyor. Ümitsizlik, karamsarlık kol geziyor Ankara sokaklarında. Sohbetlerimizde gelecek güneşli günler değil, düştüğümüz bataklığın bizi daha ne kadar derinlere çekebileceği konuşuluyor.
En kolayını yapıyorum böyle zamanlarda. Kendime rutinin içinde küçük gündelik mutluluklar, uğraşlar yaratarak derin düşüncelere dalmadan yaşamaya çalışıyorum.

Çocuklarımız büyüyor her geçen gün. Kızımın bir sır defteri oldu. Arkadaşları hakkındaki düşüncelerini açıklıkla yazıyor. Örneğin X kişisi: Onu hiç sevmiyorum çünkü çok tembel şeklinde :) Eren ise her alanda ablasının önüne geçebilmek için gayret halinde. En iyi olmak istiyor, başarısızlığa tahammülsüz. Karakter çocukla doğuyor ve biz onu çok az şekillendirebiliyoruz. Bugünlerde en çok yılbaşı ağacını kurmayı istiyorlar. Ve en çok başa sarıp sarıp Tersyüz isimli animasyon filmi izliyorlar. Tersyüz' ü çocuk algısında mutsuzluğa bakış açısı getirdiği için tavsiye ediyorum. Eren bir gün ağlarken bana dedi ki : 'Ağlamak beni rahatlatıyor ve sorunların ağırlığını aşmamı sağlıyor'. 7 yaşında bir çocuk böyle bir cümle kuramaz diye düşünürken, anladım ki Tersyüz' den bir replik.
Şehirdışında dört günlük bir eğitime katıldım. Geçmiş yıllarda çocuklarımın küçüklüğü nedeniyle mazeret bildirdiğim eğitimlere son iki yıldır katılabiliyorum. Eşim de ben de özgürleşiyoruz ama insanız daha çoğunda hep gözümüz. Giderilen sosyal ihtiyaçların yerini hep bir üstü alıyor. Çocuklarım küçükken bana dünya turu gibi gelen market alışverişine şimdi burun kıvırıyorum.
Tüm çocukluğumuz geçtiği evimiz için yıkım kararı çıktı. Yıkılacak yerine yeni bir bina yapılacak. Gidip gördüm geçenlerde camları, çerçeveleri, kapıları sökülmüş. Tamam beton belki balyoz darbeleri ile yıkılabilir ama onca yaşanmışlık, onca keder, neşe, anılar? Bir anı mezarlığı üzerine inşa edilecek yeni binalar. 
Hüznün ağırlığını hissediyorum bugünlerde...

Not :Görseller için Pascal Campion

14 Kasım 2015

çocuklar ve kurslar

Henüz ana okulundaydık kurslarla tanıştığımızda. Anne-baba olmanın ve çocuk üzerinden ego yaratmanın bu kurslarla bir ilişkisi var bence. O zamanlar tecrübesizdik, ne bilelim daha yolun başındaymışız.

Buz pateni akıllarına muhtemelen Calliou' dan gelmişti. 5 ve 3 yaşlarındaki iki çocuğu haftada iki gün buz pateni kursuna taşıma maceramız kısa sürdü. Özellikle çok sık hastalanmaları ve isteksizlikleri etkili olmuştu bırakmamızda.


Kreşteki jimnastik öğretmenleri eğitim için uygun bir yaş aralığında olduklarını söylüyordu. Onlar da çok seviyorlardı. Yılın sonlarına doğru bir jimnastik kursunda deneme dersi almaya gitmiştik bile. Bu deneyim uzun sürdü canım, neredeyse 6 ay kadar devam ettiler. Ancak bir üst düzeye geçip Elif zorlanmaya başlayınca kurs saatlerinde ağlamaya başladı. Zorla esnetiyorlar, canım acıyo ben gitmek istemiyorum, yüzmeye gitmek istiyorum diye. Büyük bir ikilem yaşadım orada. Elif' i ağlaya ağlaya kursa götürecek halim yoktu ancak Eren devam edebilirdi. Sanırım veli olarak biz de haftada iki gün onları götürüp getirmekten yorulmuştuk. Biraz ara verelim dedik, bıraktık.

Sonra kurssuz bir dönem başladı hayatımızda. Elif 1.sınıfa başladı. Sınıf arkadaşlarının çoğu kursa gidiyorlardı. İngilizce, bale, futbol, drama, gitar, karate yok yok kardeşim. Kendinden şüphe ediyor insan ya yavrum potansiyelini gerçekleştiremez de benim yüzümden geri kalırsa diye... Bu düşünceleri bertaraf ederek aile-arkadaş buluşmaları bisiklet-paten-top şeklinde güzel bir sene geçirdik. Sonra Eren başladı 1.sınıfa, kararımdan hoşnut kurssuz bir seneye daha hazırlanıyordum. Okulda yapılan bir satranç turnuvasında Elif 2.oldu. Ancak 1.olmak istiyordu ve 1.olan çocuk satranç kursuna gidiyordu.

Satranç kursu hayatımıza Ocak 2015 de girdi. En güzel yanları haftada bir gün oluşu, üst baş değiştirme derdi, terleme olmaması. Hatta hafif hastayken bile gidebiliyorlardı kursa. İkisini birden yazdırdık. Karı-koca onlar kurstayken biz de Kızılay' da gezdik, tozduk, yedik, içtik. Çocukları sonsuza kadar satranç kursuna gönderebilirdim, öyle memnundum yani. Neyse efendim yavaş yavaş turnuva heyecanları, madalya alma gururu başladı. Haziran' da kurs kapandı, Eylül' de görüşmek üzere vedalaşıldı. Bu arada bir üst düzeye geçtiler, haftada 1,5 saatten 3 saate çıktı kurs süresi. Elif' ten itirazlar gelmeye başladı. Ben kursta çok sıkılıyorum, bu sene gitmesem olmaz mı? Artık satrancı sevmiyorum, ödevlerimi yapmasam, sadece turnuvalara katılsam kursa gitmesem. Satranca ara verip voleybol kursuna gitsem anne?

Eren çok hevesli, çok istekliydi. Bu nedenle Elif ayrılsa bile onu kurstan almayı düşünmedim. Başka bir ikilem yaşadım. Elif' e satranç konusunda ısrar etmeli miyim? Belli bir düzeye gelmişti, bayan sporcu satrançta çok azdı, yetenekliydi ama çalışması gerekiyordu ve bu sadece istekle olabilirdi. Neyin doğru olduğuna kadar veremiyordum. Satranca devam mı, voleybola başlamak mı? Eeee dedim kardeşim kendi karar versin. Güzelce anlattım uzun uzun, eğrisini doğrusunu, önünü arkasını. Bir de düşünme süresi verdim. Hafta sonu kararını açıkladı. Bittabi kararı voleyboldu :)

Evimize yakın bir voleybol kursu araştırdık bu sene. Yalnız anlaşmamızı baştan yaptık. Bu senenin sonuna kadar devam etmesi şartıyla Ekim ayı başından beri Elif voleybol kursuna haftada iki gün olarak başladı. Şimdilik iyi gidiyor. Özellikle antrenman bitiminde trambolinde zıplamak onun için kursun en eğlenceli zamanı. 

Çocuklarımızı okul dışı aktivitelere yönlendirirken öncelikle onların isteklerinden yola çıkıyoruz. Ancak bu işin maddi-manevi bir maliyeti olduğunu da anlatıyoruz. Hiç bir branşta çalışma olmaksızın başarı elde edilemeyeceğini, bir dalda ilerledikçe çalışmanın da artacağını söylüyoruz. Yarım bırakılan faaliyetlerin boşa harcanan emek olduğunu özellikle Elif' e anlatmak konusunda zorlanıyoruz. O genellikle işin sadece eğlence kısmında her çiçekten bal almak istiyor. 

Bu sene hafta sonlarımız iptal. İkisi de cumartesi ve pazar günleri farklı yerlere gidiyorlar. Eren' i babası götürüyor, Elif' i ben. Elif' in kursu saat 3 ten 5' e kadar. Genellikle orada bekliyorum. Bazen bilgisayarımı götürüyorum, bazen kitap okuyorum, bazen de diğer velilerle sohbet ediyorum. 

Tam zamanlı çalışan ailelerde hafta sonları çocukları bu tip aktivitelere götürüp getirmenin yorgunluğu gerçekten fazla. Sosyal görüşmelere de zaman kalmıyor. Ama ne yapalım çıktık bu sene de böyle bir yola, sonumuz hayır olur umarım...

12 Kasım 2015

kuğunun şarkısı bir evlenme teklifi

KUĞU'NUN ŞARKISI 'BİR EVLENME TEKLİFİ' | ANKARA DT
1 perde | 1 saat 5 dakika
Yazan : ANTON ÇEHOV | Çeviren : YILMAZ GRUDA | Yöneten : ACLAN BÜYÜKTÜRKOĞLU

“Geçenlerde şöyle bir gerilere baktım. Hayatım bir şerit gibi gözlerimin önünden geçti. Bunca seneyi ardımda bırakmışım. Sanat ve dehanın olduğu yerde, ihtiyarlık, yalnızlık, hastalık yoktur. Kime aidim ben? Kimin bana ihtiyacı var?.. Benim şarkım söylendi Nikita, söylendi benim şarkım…
” Kuğunun Şarkısı - Svetlavidov

Not:
Baykal Saran Oyunculuk Ödülü / Dilek Bozkurt
OYUNCULAR: AHMET ERKUT- M. ŞEKİP TAŞPINAR -
DİLEK BOZKURT



Aslında biletlerimiz 'Hüzzam' içindi. Devlet Tiyatrolarının emektar oyuncusu Maral Üner' le tanışmayı sabırsızlıkla bekliyordum. Oyundan bir gün önce sanatçının rahatsızlığı nedeni ile oyunun iptal edildiği yerine ise Kuğunun Şarkısı Bir Evlenme Teklifi' nin konulduğunu belirten bir mail aldım. Planımızı değiştirmedik ve Oda Tiyatrosunu bu kez de bu oyun için ziyaret ettik.
Kuğunun Şarkısı; yaşlı, ayyaş, eski bir aktör olan Svetlovidov (Ahmet Erkut) ile tiyatroda çalışan Nikita arasında geçiyor. Svetlovidov geçmişini sorguluyor. Verdiği kararların etkilerinden, yalnızlığından, ihtiyarlığından, işe yaramazlığından yola çıkarak kendini eleştiriyor. Gençliğini özlüyor. 

Bir Evlenme Teklifi ise, toprak ağası İvan Vasilyeviç’in, bir başka toprak sahibi Çubukof’un kızı Natalya’ya evlenme teklif etme sürecini anlatıyor. Oyun içinde oyun diyebileceğimiz bu bölümde İvan Vasilyeviç ile Natalya replik çalışıyorlar. İvan Vasilyeviç' in yaşlı Svetlovidov' un gençliği olduğunu anlıyoruz.


Ahmet Erkut' u sanırım ilk kez izledim çok başarılıydı. Çok etkileyici bir oyunculuğu vardı. Kendisinin de oyun boyunca ara ara gözleri doldu. Yerimiz sahneye çok yakındı. Tüm mimiklere, nefes alış verişlerine bile hakimdik. Kostüm, dekor, müzikler ile sahnede ağır bir atmosfer oluşturulmuştu. 
Oyundan bazı tiradlar:
"bir sosyete kızı: şık, bir fidan gibi incecik, genç, masum. üstüne üstlük, bir yaz günbatımı gibi ateş doluydu nikita, harika bir yaratıktı! masmavi, ışıl ışıl gözleri vardı. kapkaranlık bir gecede, o gözler aklına düşse, ortalık gün ışığı basmış gibi, pırıl pırıl aydınlanırdı. ya o nefis gülüşü, o dalgalı saçları?! bırak da sana o dalgalı saçları anlatayım: okyanusun dalgalarının güçlü olduğunu sanırsın değil mi? nerdee? ama onun o dalgalı saçlarına, genç bir erkek gözüyle baktın mı, o dimdik kayalıkları, aysbergleri, hatta dağları bile, nasıl parçalayacağını şıp diye keşfediverirsin! o dalgaların, bir şelale gibi, başından aşağı inmesini istemez misin? istersin elbet!... şimdi kendimi onun önünde görüyorum. tıpkı senin önünde durduğum gibi. o gün her zamankinden güzeldi. bana öyle bir bakışı vardı ki, ömrüm boyu unutmayacağım... aşktı bu nikita! beni hamlet'te görmüş, bu da ona yetmişti. kur filan yapmamıştım ona, yalan da söylememiştim. sadece sevmişti beni. ümit verici, saadet ve sevgi dolu, güçlü bir oyunculuğa sahip genç bir aktördüm. dizlerimin üstüne çöküp, benimle evlenmesi için yalvardım. (sesi düşer) ya o ne yaptı? "tiyatroyu bırak!" dedi. tiyatroyu bırakmak?! ne dersin bu işe?"

Bak Nikita, bu dünyada yapayalnızım. Ailem yok, karım yok, çocuklarım yok, hiç kimsem yok! Otların arasında esen bir rüzgâr gibi yapayalnızım. Ben ölünce kim dua edecek bana? Hiç kimse! Sana bir şey söyleyeyim mi? Yalnız olmak beni geberesiye korkutuyor. Beni çekip çevirecek, şefkat gösterecek, sarhoşken yatağa yatıracak kimsem yok. Kime aitim ben? Kimin bana ihtiyacı var? Kim adam yerine koyar beni? Hiç kimse Nikita, hiç kimse!

Geçenlerde şöyle bir gerilere baktım. Hayatım bir şerit gibi gözlerimin önünden geçti. Bunca seneyi ardımda bırakmışım. Sanat ve dehanın olduğu yerde, ihtiyarlık, yalnızlık, hastalık yoktur. Kime aidim ben? Kimin bana ihtiyacı var?.. Benim şarkım söylendi Nikita, söylendi benim şarkım…"

Tiyatroyu seviyorsanız, vaktiniz de varda bu bir saat tek perdelik oyunu izlemenizi öneririm.

3 Kasım 2015

ilköğretim 3.sınıf kitaplığı

bu leventler sonunda eren (2.sınıf) için. ilk kez bir kitabı severek okudu ve devamını almamı istedi. yaşasın çok mutluyum :) levent ve şirin serisi timaş yayınlarından, okumayı sevdirmek için tavsiye ediyorum.
timaş yayınlarına biraz mesafeliydim ama çocuklar bu kitapları çok seviyor. elif özellikle profesör pi ve iyona bayılıyor.
 
sevgili salak günlük' ün ilk kitabını (arkadaşlar bunun için değildir) uzun zaman önce okumuştu. ikinci kitabını da istedi. 
buraya kadar onların tercihleriydi. şimdi sıra benimkilerde :) onlara kalsa hep aynı tarz okuyacaklar, oysa kitap keyfinin gelişmesi için farklı deneyimlere ihtiyaç var.
hint cevizinin kitap günlüğünden seçtiklerim; 
bitlendiğimiz yıl.
 
zincir 
elif,  charlie' nin çikolata fabrikasını büyük bir keyifle okuyup ardından sinema filmini izlemişti. bu devam kitabını sürekli önüne sürmeme rağmen ancak almayı kabul etti nedense. umarım okurken aynı keyfi alır.

çocuklarımıza iyi bir eğitim verebilmek, duyarlı birer yetişkin olmalarını sağlamak için çabalıyoruz. onları güçlüden değil haklıdan yana olmaları, düşüncelerini cesurca korkmadan söylemeleri konusunda yüreklendiriyoruz. 
acaba diyorum bazen, yanlış olan biz miyiz...