19 Mayıs 2020

yazıyor...

''Kar taneleri gibi yaşıyoruz şu sıralar; Birbirimize değmeden ayrı ayrı eriyerek...'' yazdım ve gönder tuşunun üzerinde bir süre bekledi parmağım, en sonunda gözlerimi kapatıp bastım, gözlerimi açarken yaptığıma çoktan pişman olmuştum. Sonraki bir dakika boyunca kalbimi ağzımda ve kan basıncımı kulaklarımda hissederek mesajı görmesini bekledim. Devam eden on dakika boyunca 'acaba görmeden silsem mi' diye kendi kendimi yedim. Bu kez de 'bu mesaj silinmiştir' yazısını görecek diye elim silmeye gitmedi. On dördüncü dakikada çift çizginin mavi oluşuyla az önceki kararsızlığım yerini heyecanlı bir bekleyişe bıraktı. Acaba ne düşünmüştü, mesajı ona yanlışlıkla gönderdiğimi düşünmüş olabilir miydi, cevap verecek miydi... Telefon elimde beklemeye başladım. Bir süre sonra ''yazıyor...'' uyarısını görünce kalbim hızlanmaya, sabırsızlığım artmaya başladı.
"Belki de sevmek bir seçenek değil, sadece kalpten gelen bir şeydir, İçime işlemişsin, çıkarıp atamıyorum. Bütün mümkünlerin kıyısındayım. Turgut Uyar'' Yanlış okuyor olabilirim diye bir kez daha okudum, bir kez daha okudum. Hiç acele etmek istemiyordum ama 'içime işlemişsin' kısmı yüzümde kocaman bir gülümsemeye ve içimde havai fişek gösterisine dönüştü. 'Bütün mümkünlerin kıyısındayım' ne kadar da ucu açık, davetkar, ümitvar bir ifade. Ona çok güzel bir şey yazmalıydım hem cesaretlendirici hem de bu heyecanı devam ettirecek bir şeyler... 
''Aşık olamıyorsan, dans edemiyorsan, şarkılar mırıldanamıyor, ıslık bile çalamıyorsan, ne anlamı var ki aklı başında olmanın..? Osho''  Bunu okuduğunda ne hissedecekti acaba, elim gönder tuşunun üzerinde biraz oyalandım. Bastığım anda; hani raftan bir şey alırken, yanlışlıkla kırılacak başka bir şeye çarparsınız ve tam yere düşmek üzereyken yakalarsınız onu. Hani kalbiniz hop diye bir havalanır, sonra tekrar yerine geri döner. İşte benim kalbim de mesajla birlikte havalandı, gökyüzünde kanatlarını açıp süzüldü ve hop diye onun telefonuna kondu. Çift mavi çizgiyi görene kadar kalbim onun telefonunda kaldı, görünce tekrar geri göğüs boşluğuma döndü. 'Aklı başında olmak istemiyorum' demek istiyordum işte, ötesi var mı? Zaman beklerken taş gibiydi, geçmek bilmiyordu. O da ne, çevrimdışı olmuştu, hızla diğer sosyal hesaplarındaki son görünmeleri kontrol ettim, yoktu. O çevrimdışı olunca, tüm sosyal ağlar aynı anda çevrimdışı oldu sanki. Hikayesini görmek istediğim, durum güncellemelerini beklediğim, paylaşımlarını merak ettiğim hiç kimse kalmadı. Belki bir işi vardır diyerek kendimi teselli etmeye çalışırken, ekranımla birlikte tüm sanal ve gerçek alemler yeniden gül bahçesine döndü; çevrimiçi olmuştu.
''Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz sarıl bana dedikten sonra,sarılmanın ne anlamı kalır! Zülfü Livaneli'' Gözlerime inanamıyordum. Tekrar tekrar okudum. Yanında olmamı, ona sarılmamı istiyordu. Bir çift kanat taktı yüreğim, yükseldi yükseldi, mutluluk pikeleri yaparak bir kaç kez pisti pas geçti, tekrar yükseldi, okyanusların üzerinden, bulutların beyazından geçti; güneşin pırıltılarını taktı, gökkuşağının yedi rengini bezendi, neşeyle süzülerek göğüs kafesime döndü. İşte her şey apaçık ortadaydı, birbirimizi seviyorduk. Bu pek alışık olmadığım flört çeşidini hem çok naif hem de heyecan verici bulmuştum. Artık daha açık olmalıyım diye düşündüm ve belki de bir buluşmaya dönüşebilecek cümlelerimi fırından sıcak sıcak çıkartıp servis ettim.
''Gelecekse beklenen, beklemek güzeldir. Özleyecekse özlenen, özlemek güzeldir. Ve sevecekse sevilen; O hayat her şeye bedeldir. Özdemir Asaf'''  Bu kez gülümseyerek kendimden emin düşünmeden hızlıca gönder tuşuna bastım ama hemen sonrasında içimi bir telaş kapladı; çok mu hızlı gitmiştim acaba? Onunla evlenmek istediğimi düşünmesine yol açacak bir mesaj vermek istemezdim. Sonuçta 'o hayat her şeye bedeldir' kısmından, onunla bir hayat kurmak istediğim anlamını çıkarabilirdi. Oysa henüz onu tam anlamıyla tanımıyordum. Evlilik işleri bir çırpıda karar verilecek işler değildi. Etraf birbirini ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırmış evli çiftlerle doluydu. Sadece 'özlüyorum, bekliyorum, seviyorum, gel buluşalım konuşalım, birbirimizi daha iyi tanıyalım' demeyi arzu etmişken, yanlış anlaşılma ihtimali açıkçası beni biraz tedirgin etmişti. Ama artık çok geçti çünkü mesajımı görmüştü, görür görmez de ortadan yok olmuştu. Önce iyi niyetle biraz bekledim, kendime oyalanacak başkaca işler icat ettim. Beş dakika dolmadan telefonu elime almayacağım diye kendi kendime kurallar koydum. Zorlukla geçen kırk dakika sonrasında ise kesin hükmümü verdim. Erkek milleti işte, ilişki biraz ciddiye binince hemen toz olurlar, ara ki bulasın... Ama bu iş böyle kalmaz benim kimseye eyvallahım olamaz dedim ve mesajı döşendim: 
''Öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık, Sevilmeyi beklerken, Beklemeyi sevmişiz... Cemal Süreya'' İşte böyle, şu saatten sonra kimsenin nazını, kahrını çekemem, ben böyle gayet iyiyim, bu da benim elvedam, herkes kendi yoluna... İçim biraz hafiflemişti. Beklemek güzeldi, hayallerin seni hiç hayal kırıklığına uğratmazdı. Bu iş de bu kadarmış deyip telefonumu sehpanın üzerine bırakırken, gelen mesaj uyarısı yine yüreğimi hop ettirdi. Bir yandan mesajı hemen okumak istiyor bir yandan da kırgınlığımdan ötürü, okuduğumu bilmesini istemiyordum. Hem belki mesaj ondan da gelmemişti, bu ihtimal de vardı. İnternet bağlantımı kesip, mesajı okudum, ondan gelmiş:
''Çayı, Kitapları, Eylül'ü, Maviyi, Denizi ; Seviyorum. Ve tüm adaletsiz insanlardan eşit derecede uzak duruyorum. Sabahattin Ali'' Bu da ne demekti böyle. Adımın Eylül oluşuna bir gönderme olabilir miydi? Yoksa bana adaletsiz mi demek istiyordu. Az önce yargısız infaz yaptığımı, en azından kendini savunması için ona bir fırsat vermem gerektiğini ima ediyor olabilirdi. 'Eylül' ü seviyorum' ifadesi her şeye rağmen çatık kaşlarımın inmesine, gönlümün yaylarının gevşemesine, içimin titremesine sebep olmuştu. Ne de olsa sevgiye hürmetimiz vardı. E madem seviyormuş, Ona kalbimi tekrar kazanması için bir fırsat vermeye karar verdim:
“Özür dilemek, sizin haksız olduğunuz anlamına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin egonuzdan yüksek olduğunu gösterir. Sigmund Freud'' Bunu okuduğunda muhtemelen özür dileyerek, önemli bir işi olduğu için hemen dönemediğini belirten ve en kısa zamanda buluşmak istediği anlamına gelen bir alıntı yazacaktı. Şu an ona haksızlık ettiğim yönünde oldukça güçlü bir hisse sahiptim ve bu duygularla mesajı gönderdim. Yine aynı heyecanla beklemeye başladım, bu kez bir buluşma teklifi alacağıma neredeyse emindim. Nefesimi tutmuş, gözlerimi ekrandan ayıramıyordum, yelkovan çakılmış, zaman durmuştu adeta. Mesaj bir türlü yerine ulaşmıyordu. İletim tek gri çizgide uzun süre kalınca interneti kapattığımı anımsadım. Açınca name'min yerine ulaştığını mavi mavi parlamasından anladım. Hiç beklemeden 'yazıyor...' uyarısını görünce ise, bahar çiçekli dallarını salonumun camlarından içeri uzattı, üzerine mutlulukla şakıyan kuşlar kondurdu, gökyüzü uzaktan masmavi göz kırptı, kelebekler ile yavru kediler neşe içinde oynaşmaya başladılar.
"Karakterim ve tavrımı birbirine karıştırmayınız. Karakterim kim olduğumla ilgilidir; tavrım 'sizin' kim olduğunuzla. Elif Oğuz'' Bu neydi şimdi. Yanlış anlamayayım diye tekrar okudum, sonra bir kez daha, hiç bir alaka kuramadım. Özellikle 'tavrım 'sizin' kim olduğunuzla' kısmı bende olumsuz bir duygu bırakıyordu. 'Adamına göre davranırım, senin hak ettiğin tavır budur' gibi bir anlam çıkarıyordum. 'Adaletsiz insanlardan uzak duruyorum' dan sonra tavrım sizinle ilgilidir' biraz ağır gelmişti bana. Bu kadar düşüncesizlik gerçekten çok fazlaydı. Birden içerimde kurulan köprülerin iplerinin birer birer koptuğunu, evlerin depremde yıkıldığını, ağaçların devrildiğini, dev bir kentin virane olduğunu hissettim. Ben anlayacağımı anlamıştım. Daha fazla uzatmaya gerek yoktu ama son lafımı etmeden, tarumar ettiği kalbimi ona bildirmeden de kestirip atmak istemedim:
''Yıkılmak binaya mahsus bir şey değil ki, Züleyha. Bir insanın, bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben. Cahit Zarifoğlu'' Tamam, şimdi o düşünsün bakalım. Topu rakip sahaya geçirmiş futbolcu rahatlığıyla  derin bir nefes aldım. Telefonun sesini soluğunu kestim, götürdüm yatak odasına bıraktım. Bırakırken gene göz ucuyla, kendime belli etmeden mesaj geliyor mu diye kontrol ettim, tabi gelen giden yok. Oh be dedim, bitti gitti. Bir kahve yapayım, iyi gelir dedim mutfağa yöneldim. Aklıma hiç telefonu getirmiyorum, başka başka işler, başka başka düşler, başka iç çekişler, hiç oralı değilim güya. Bari kahve pişene kadar sabretseydim, yok! Kahvenin altını kapattığım gibi soluğu yatak odasında aldım, mesaj gelmiş, gelmez olaymış:
''Uğraşarak düzeltemediklerinden, vazgeçerek kurtulursun. Frida Kahlo'' Okudum, bir daha okudum, bir daha okuyayım dedim ama gözlerimden ateş çıkmaya başladı hırsımdan. Bak bak sen, bir de bana akıl veriyor. Sen hayatta düzelmezsin seninle ne uğraşacağım, hiç lazım değilsin bana, çoktan vazgeçtim ben senden, haberin yok. Ay sinirden elim ayağım titriyor. Ne kadar yanlış tanımışım, ne kadar yanlış anlamışım. Kendini ne zannetti, hata bende ama baştan, yol yakınken ben bu işi bitirecektim. Bi-ti-re-cek-tim. Güzel sözlerine, tatlı dillerine kandım. Ah ben ne yaptım. Ne cevap yazsam da rahatlasam diye düşünmeye kalmadan, harfler yıldız yağmuru gibi klavyemden ekrana akmaya başladı:
"Ey, benim iyimser hallerim! Çabuk aldanışlarım... Hep inanışlarım... Alttan alışlarım... Hatayı hep kendimde buluşlarım... Değmeyecekleri kafama takışlarım... Yoktan yere, akıp giden gözyaşlarım... Herkesi, insan yerine koyuşlarım... Hepinize Elveda !! Artık ben kimsenin, Hiç Kimsesi Olmayacağim!.. Nazım Hikmet'' gönder tuşuna basmamla, alet kutusundaki çekici almam, mutfak tahtasının üzerine telefonu yatırıp, bir güzel ezme yapmam bir oldu. Oh dünya varmış...

Not: İllüstrasyonlar Christian Schloe' ya aittir.
Öykü kurgusaldır.

15 yorum:

  1. Çok güzeldi heyecan içinde bir solukta okudum paylaşımınızı. Ne güzel tasvir edilmiş o naif duygular, heyecanlı bekleyişler, insani kızgınlıklar.. Çok özel insanların alıntılarıyla ne de güzel süslenmiş bu yazı. Mutlu son beklerken biraz hayal kırıklığına uğradım ama olsun. Yazı hak ettiği şekilde bitmiş. Nazım Hikmet son noktayı koymuş. Emeğinize, o koca yüreğinize sağlık 🌷😊🤚

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum...
      Epey de zaman olmuş yazalı, yorumları cevaplandırma bahanesi ile ben de tekrar gözden geçirme fırsatı buluyorum yazdıklarımı :)

      Sil
  2. yani salgında bile iyi yazıyon seen :) birbirimize değmeden hıhım, ivit sosyal mesafeli kar tanelerii :) heey ailecek herkes iyisiniz dımaaa :)

    YanıtlaSil
  3. resimlere hasta oldummmmm

    YanıtlaSil
  4. resimler yorumum tabiii ki de yazıları okumadığım anlamına gelmesinnnn

    YanıtlaSil
  5. Yine çok zarif anlatımınla kalbimi fethettin... O kadar işliyor ki cümlelerin insanın içine... Kalemine, yüreğine sağlık arkadaşım ♥

    YanıtlaSil
  6. Yine harika kelimeler ve anlatım... Yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  7. alıntılarla beraber anlatımın çok güzeldi bayıldım :)

    YanıtlaSil
  8. solmayan ümit yazıma baksanaaa yaa, senin de adın geçiyooo :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Deep sen de olmasan, adımız nerede geçecek ;))
      Teşekkürler :)

      Sil

haydi söyle :)