13 Temmuz 2020

Satılık İlanı: Bebek ayakkabıları. Hiç kullanılmamış.

''Kırmızı pabuçları, duruyor başucunda, başı düşmüş yastığa, uyuyor mışıl mışıl, e bebeğim e e e'' hiç unutamayacağını düşündüğü bu şarkı; sanki annesi kulağının dibinde söylüyor gibi yakın ve tanıdık. Üzerinden geçip giden onca yıla, köprünün altından akan onca suya rağmen taptaze ve canlı.

Nereye kaçarsa kaçsın, ne yaparsa yapsın, ne kadar zaman geçerse geçsin o sakin, uyumlu kıvırcık kahverengi saçlı küçük kız, masanın altına saklanmış, ıslak ve korkmuş gözleriyle her yerden ona bakıyordu. Hep koruduğu bir mesafeden, yaklaşmadan ama uzaklaşmadan da. Ve yaptığı hiçbir şey;  aldığı dondurmalar, şekerlemeler, bindirdiği atlıkarıncalar, oynadığı oyunlar onu teselli etmeye yetmiyordu. Çocukluğunu bir türlü avutamıyor, susturamıyordu.
Kariyerinde ilerlerken ne zaman geriye dönse, saklandığı yerden ona bakan ağlamaklı kız çocuğu ile göz göze geliyordu. Girdiği toplantılarda, çıktığı seyahatlerde, eğlenceli arkadaş buluşmalarında, yorgun biten bir günün akşamında, yatağına uzanıp gözlerini kapattığında hep aynı hayalet karşısındaydı. Disiplinli, sert, rekabetçi, acımasız görüntüsü, aslında içinde ağlayan çocuğu saklama çabasıydı. Geçmişini hiç kimseye anlatmadığı için kendisiyle gurur duyuyor; güçlü ve cesaretli görüntüsünü yorgan yapıp, tüm korkularını, umutsuzluğunu, kimsesizliğini, güvensizliğini örtüyordu. En yakınım dediği arkadaşı bile onun etten kemikten olduğuna inanmıyordu.
Çok mutlu bir çocukluk geçirmemişti bunu kabul ediyordu. Annesinin dokuzuncu gebeliğinde hayata merhaba demişti. Ancak bu doğum, annesinin karnında ölen sekiz bebeğin acılarını dindirmeye yetmemiş, yaşamakta olduğu travmaları dindirememişti. Krizler, buhranlar, kavgalar, ayarlanan ilaç dozları arasında kendi kendini büyütme çabasıydı çocukluğu. Soylu ailenin devamı için gerekli olan veliaht sonunda gelmiş ancak işler daha da zorlaşmıştı. Çözemediği sorunlarla mücadeleye devam etmek yerine uzaklaşmayı tercih eden babasına kızmıyordu. Annesini de hastalığından dolayı suçlayamazdı. Bu hikayenin tek açıklaması şanssızlığıydı. Keşke O da ölen sekiz kardeşi kadar şanslı olabilseydi.

Dokuzuncu yaş doğum günü, dokuz rakamı ve şanssızlık konusunda kesin karara vardığı gün olmuştu. Akşam, annesinin ona her sene ısrarla aldığı kırmızı bebek ayakkabılarının dokuzuncusunu, sekizinci çiftin yanına özenle yerleştirirken, bunların geçen yılkinden farklı olarak deri bağcıklı ve uzun konçlu olduğu düşünüyordu. Tam o sırada gürültüyü duymuş, hızla salona gittiğinde annesinin yerde yattığını ve şakağından hızla halıya yayılan koyu kızıllığı görmüştü. Annesi tek bir kurşun ile ölümü seçmiş ve en sevdiği rengin kollarında sonsuz bir dinginliğe ulaşmıştı. Babası sanki hep bunu beklemiş gibi cenaze işlemleri ile ilgili tüm sorumluluklarını derhal ve hızla tamamlayıp mümkün olduğunca uzağında yeni bir hayata başlamıştı. O ise babaannesinin himayesi ve hayatındaki tüm hayaletlerin varlığı ile huzurun hiç uğramadığı bir dünyaya...
Gittiği danışmanlar, psikologlar, psikiyatristler, yaşam koçları zaman ve para kaybı olarak kalmıştı. Tüm zihinsel yoğunluğuna karşın hep aklında olan, tüm fiziksel yorgunluğuna karşın uyutmayan bu şeyle başa çıkmakta zorlanıyordu. Artık kuşandığı zırh, taktığı maske, taşıdığı kalkan ona çok ağır gelmeye başlamıştı ve hepsinden kurtulup çırılçıplak bir özgürlük yaşamak istiyordu. Son zamanlarda duygularında bir değişim, bir farklılık, içinin en derinlerinden gelen bir güç, tüm bunlara son verebilecek kişinin kendisi olduğunu söyleyen kararlı bir ses duymaya başlamıştı. Çocukluğunu güvenle geçmişe gönderebilmek için yapması gereken şeyi biliyordu aslında. Bugüne kadar hep ertelediği yüzleşme zamanı sonunda gelmişti.


Arkasına yaslandığında, karyolanın altına saklanmış, korkuyla bakan ıslak gözleri gördü yine. Ve mırıldanmaya başladı.: ''Kırmızı pabuçları, duruyor başucunda, başı düşmüş yastığa, uyuyor mışıl mışıl, e bebeğim e e e''. Küçük kız karyolanın altından çıkıp ona doğru yürümeye başladı, ilk kez bu kadar yakınlaşmışlardı. Doğru kelimeleri bulmak için bir an düşündü: ''Artık yalnız olmak zorunda değilsin, ben hep yanında olacağım, korkmana gerek yok, artık ben varım, asla gitmeyeceğim''. Bir gülümseme ile ödüllendirilmiş ve içindeki karanlıkta bir ışık yanmaya başlamıştı. Çocukluğunu kucağına aldı, Ona sarıldı, öpüp kokladı, kıvırcık saçlarını okşadı, sımsıkı kucakladı sonra şifonyerin başına ayakkabıların yanına yürüdü. Kucağında çocukluğu, karşısında dokuz çift kırmızı bebek ayakkabısı, içinde bir yanıp bir sönen deniz feneri vardı şimdi.
Neden kırmızı ayakkabılar ve neden sekiz tane, neden dokuzuncuyu verdiği gün ve dokuzuncu doğum gününde? Sorularla boğuşmaktan bitap düştüğü geceler hep aynı noktada buluyordu kendini. Sekiz çift ayakkabı, sekiz doğamamış bebek. Dokuzuncu ise kendisi. Annesi bilinçli ya da bilinçsiz olarak hayatta olmasının vicdan azabını, utancını hep hissetmesini mi istemişti? Ve en çok ihtiyaç duyduğu anda Onu büyümeyen terk edilmiş çocukluğu ile baş başa bırakıp, gitmişti. Annesi aslında hiç annesi olamamış, onu hiç sevmemişti. İçindeki suçluluk duygusu, içinde kabaran güç dalgası ile tepkimeye girdi ve volkanik bir patlamaya neden olup büyük bir öfkeye dönüştü. Sonrası hayal ile gerçek, rüya ile uyanıklık arasında bir buhrandı. Bağırdılar, dağıttılar, tekmelediler, ağladılar, sarıldılar. İçindeki öfke dindikçe annesinin ve babasının hayali uzaklaştı, sanki hiç olmamışcasına. Onları hep affetmeye, anlamaya çalışmakla şimdiye dek hata yaptığını fark etti. Yapması gereken onları zihninden silmek, süpürmek, yok etmek, öldürmekti. Onlar yoktu ve hiç var olmamışlardı. Sadece kendisi dimdik ayaktaydı. Çocukluğu yavaş yavaş uzaklaşırken son bir kez göz göze geldiklerinde gördüğü durulmuş bir deniz ve dingin çocuk gözleriydi. O gece hiç uyumadığı kadar huzurlu uyudu; deliksiz, kesintisiz.
Ertesi sabah uyandığında kendini yepyeni ve dinlenmiş hissediyordu. Telefonunu tereddütsüz aldı ve sık kullandığı uygulamayı açtı. Letgo, Eşyalarını Sat. Satılık İlanı: Bebek Ayakkabıları. Hiç kullanılmamış.

Not: Ernest Hemingway, “altı kelimelik bir öykü” istendiğinde bunu yazmış. İngilizcede altı kelime: For sale: baby shoes, never worn. Dünyada en az kelime ile en çok şeyi anlatan öykü seçilmiş. 
Buradan yola çıkılarak yazmış olduğum bu öykü ise tamamen kurmacadır.
İllüstrasyonlar: Nicoletta Ceccoli